Mutluluk arayışı... Kulağa harika geliyor. Neden kimse mutlu olmak istemesin ki?
Belki herkes istemeli ama sürekli mutlu olmak konusunda rahatsız edici bir fikir var.
Mutluluk, hayattaki iyi olan her şeyin alıcısı haline geldi. İyi duygular, iyi ilişkiler, iyi arzular, iyi tatiller, iyi alışverişler, gelecek için iyi planlar, iyi seks, iyi sağlık, iyi görünüm... Bütün mutluluk bu mu? Kulağa harika geliyor, ama eğer bu mutluluk imgesi hayatın tüm nahoş ıvır zıvırına karşı tarihsel bir sebat etmeyi amaçlıyorsa, o zaman tüm bu ıvır zıvırın yokluğu bu mutluluk kavramını çekici ve muhtemelen gerçekçi kılmıyor. Aslında zaman içinden bir anlık görüntü, bu noktayı aklımda mükemmel bir şekilde yakalıyor.
Dünya Ticaret Merkezi kuleleri çöktüğünde aklıma gelen görüntülerden biri, iki kule arasına gerilmiş neredeyse görünmez bir tel üzerinde asılı duran Philippe Petit'in ikonik fotoğrafıydı. Bu görüntünün kırılganlığı, kuleleri benim için insanileştiren, çelik çizgilerini ve boyun eğmeyen hatlarını yumuşatan şeyin bir parçasıydı. Ve bu yolculuğun kaybı, arafta asılı duran hayali bir tel yürüyüşçünün ortadan kaybolması, 11 Eylül saldırılarında yaşanan insanlık trajedisinin üstüne yığılan sembolik hakaretin küçük bir parçasıydı. Aynı zamanda, bu yolculuğun yapılmış olması ve başarısının kulelerle ilgili en az bir olumlu hatırayı koruması hala biraz ilham verici.
"Man on Wire" belgeseli, bu maceranın üstesinden gelen karakterlerle röportajlar alıyor ve onları neredeyse mistik, aynı zamanda hem neşeli hem de dokunaklı bir masal haline getiriyor. Philippe Petit'in telindeki resmine baktığımda aklıma gelen düşünceler, cesur, çılgın, güzel, ilham verici ve anlamsız etrafında dönüyor. Şimdi bunu düşününce, filmi neden izlediğimden bile emin değilim. Sonuçta, iki kule arasında bir ip üzerinde yürümek hakkında öğreneceğim ne olabilirdi ki? Sandığımdan çok şey olabilirmiş.
Belgeselin büyüleyici yanı, Philippe Petit'in girişimi hakkında anlattığı korku ve dehşet düzeyiydi. Manhattan şehir merkezinin betonunun 1200 fit yukarısındaki ince, sallanan bir kabloya adım atmanın, herhangi birimizin yolumuza çıkan bir taşı aşmaya çalışmasından daha korkutucu olmadığı konusunda korkuya karşı bir bağışıklığı olduğunu varsaymıştım. Aslında sonradan fark ettim ki, Philippe Petit en az senin benim kadar korkuyordu. Ve de bu yolculuğu mümkün kılan, bize teldeki bir adam imajını veren ve çoğumuz için bu kaybolmuş kulelerle kişisel bir bağı koruyan da bu korku ve dehşettin ta kendisiydi.
Pek çok insan, hayatta kötünün yokluğunda iyinin takdir edilemeyeceğini hatta anlaşılamayacağını tartışmıştır (bkz. örneğin Ryan & Deci, 2001). Hemen hemen her makalede, alandaki liderler bizi psikolojideki 'olumlu'ya miyop bir şekilde odaklanmamaya ve iyi ile kötü arasındaki simbiyotik ilişkiyi korumaya teşvik ediyor.
Kendi anlam arayışıma göre, iyi yaşamın yanında dönen kötülerle yüzleşerek anlamlarının bir kısmını kazanmamış anlamlı bir yaşam düşünmek gerçekten imkânsız. Bu giden bir düğün limuzininin arkasına bağlanmış teneke kutular gibi bir şey olması demek.
Bunun gibi milyonlarca örnek sıralayabilirim, sen de yapabilirsin. Ana mesaj yine aynı. Hayatın bize getirdiği tüm siğilleri, şişlikleri, morlukları ve hatta acil servise yapılan yolculukları yok eden bir tür mutluluk vaatlerine karşı dikkatli olmalıyız. Belki böyle bir hayat yaşamak gerçekten mümkün olabilir, ama bu nasıl bir hayat olurdu ki?
Kendi örneklerimden ziyade, Philippe Petit'in kendi örneğinden bahsetmesine izin vereceğim. Philippe Petit'in ip üzerindeki tüm fotoğraflarına dikkatlice bakarsanız, asla güvenlik ağı kullanmadığını fark edeceksiniz.
“Hayatın sınırlarında yaşamak benim için bir keşif. Ben kuvvetli bir yaşama arzusuna sahibim, ölmeye değil. Eğer ölüm telden düşmekse ben telden düşmekten korkmuyorum çünkü telin üzerinde kendimi çok güçlü hissediyorum”
Aşağıdaki fotoğrafa bakın. Philippe Petit'i dehşete düşüren ve onu tellerin üzerinde tutan şey düşme olasılığıdır. Bu olasılığı göz ardı ederse veya onu yakalamak için bir güvenlik ağına güvenirse, 6 yılını hazırlanmak için harcamamış olabilir ve bunun yerine uçurumun karşısındaki kuleye doğru dans edebilirdi. Belki yine de başaracaktı, ama bundan şüpheliyim.
Teldeki adamın görüntüsü, ayağının bir santim altında bekleyen düşüşle gerçekçi bir şekilde yüzleşen birinin görüntüsüdür. Teldeki adamın görüntüsü, düşüş karşısında hayatın zirvesini yaşayan birinin görüntüsüdür. Mutluluk adına, yaşamak adına düşmeyi hatta ölmeyi göze almış birisinin görüntüsü.
Peki sen böyle bir düşüşe hazır mısın?
Lazarovic, S. (2002). The daredevil in the clouds. National Post.
Ryan, R. M., & Deci, E. L. (2001). On happiness and Human Potentials: A review of research on hedonic and eudaimonic well-being. Annual Review Psychology, 52, 141-166.
Sheldon, K. M., Kashdan, T. B., & Steger, M. F. (Eds.) (in press). Designing the future of positive psychology: Taking stock and moving forward. Oxford, UK: Oxford University Press.
Yorum Bırakın