Sepetin İçinde Bir Perde

Sepetin İçinde Bir Perde
  • 3
    0
    0
    2
  • Aliye Hanım her yeri çamaşır suyuyla boca etse bile evi rutubet kokuyordu. Rutubetin pis kokusunu azıcık da olsa bastıran bir koku daha vardı bu evde; Aliye Hanım'ın giysi dolabı ve yatak takımları… Hep lavanta kokardı. Yeni yıkanmış çamaşırlar da eşlik ederdi bu koku zincirine. Oldum olası "lavanta" tutkunuydu Aliye Hanım. Salim Bey öldükten sonra evin tadilatları aksamış, bu nedenle çürümesi de hız kazanmıştı. İstanbul'un yağmurlu, soğuk havalarına da daha fazla karşı koyamamış ve rutubet evin bir simgesi haline gelmişti. Kolay değildi, altmış yıldır bu ev onunla beraber nefes alıp vermeye devam ediyordu. Güneş girmeyen eve, romatizması ve idrar yolu enfeksiyonları girmişti. Gençliğinde bol bol su içerdi, severdi çok, ama artık su bile içemiyordu. İştahı yoktu, sanki havayla varlığını sürdürebiliyordu.

     

    Fatih'te yaşıyordu Aliye Hanım ya da yaşamaya çalışıyordu diyelim. Burası eski Fatih değildi tabii. Helvacıların yanık sesleri yoktu. Birbirlerine gidip gelen komşular yoktu, samimiyet ve sıcaklık, teknolojiyle beraber yok olup gitmişti. Aslında yalnız değildi, ama tek başına olmayı dilerdi. Ya da sadece Salim Bey ile mahalleye ilk geldikleri günde olabilirler miydi? Berlin'de ki ilk karşılaşmalarında mı olsalardı acaba? Düşünceler içinde kaybolurken çamaşır makinesinin sessizliği uyandırdı onu. Oturma odasının perdesini atmıştı makineye… Daha fazla kırışıp buruşmadan asılmalıydı bu perde.

     

    Yalnızca ihtiyaçları için odasından çıkan oğlunun bilgisayarından gelen silah sesleriyle irkildi birden. Şu çocuk kime çekmişti? 27 yaşındaydı fakat hala çocuk muydu Orhan? Şimdi odasına girse onun bağırış çağırışlarıyla yüzleşecekti, ölüm tehlikesi yoksa kesinlikle rahatsız edilmek istemezdi kendileri. Elini üzüntüyle kapı kolundan çekti. Ve başka bir odaya döndü. Bu odadan gelen sesler, cırtlak kahkaha ordusu ve ''Ay sen ciddi misin?'' gibi cümlelerdi. Bütün gün telefon elindeydi. Fahriye yıldırım aşkıyla evlendiği kocasından altı ay içinde sıkılmış ve tek celsede boşanmışlardı. 23 yaşındaydı, Aliye Hanım'a hiç karışmazdı. Karışmamak olumlu algılanmasın, ne merhameti vardı ne de yardımı. Özgür bir kuştu lakin kafesini seviyordu. Odasından bütün gün çıkmayı da aklına getirmiyordu. Ya da aklına geliyordu da işine gelmiyordu, bilemeyiz… Aliye Hanım bu kapıdan da umutsuzca başını çevirip çamaşır makinesine doğru bir hamle yaptı ve yıllardır kullandığı emektar sepetine nemli perdeyi su gibi akıtmaya başladı. Tutmayan kollarına bakıp iç çekti. Keşke hiç yorulmayan Aliye olsaydı şimdi, evi hemen bir sihir değmişçesine tertemiz yapardı.

     

    Salim Bey işten geldiğinde temiz eve ve hamarat eşine bakıp onaylayan bakışlarla yemek masasına oturur ve pek konuşmadan yemek yerlerdi. Kahvelerini mutlulukla yudumlarlarken sohbete dalardı bu iki mesut insan. Orhan ve Fahriye dünyaya geldikten sonra mutlulukları iki katına çıkmış ama Salim Bey bir süre sonra bu zavallı dünyadan göçüp gitmişti. O günden bu güne kadar çocuklarına hep destek olan Aliye Hanım daha çok yalnızlaşmıştı bu rutubetli evde. Çocukları ona ölümü ve acıyı hiç unutturamadı, ikisi de hayırsız evlatlar olarak kara listeye alınmışlardı.

     

    Orhan haylazdı ve liseyi "kafam basmıyor" diye diye bıraktı. Aliye Hanım onun için mahallenin bakkalıyla görüştü ve çırak olması için uğraştı. Ne yazık ki o bakkala gelen kadınları kesmekten başka bir işe yaramadı ve kovuldu. O günden beri de çalışmıyor çünkü karakterine uygun değilmiş. Fahriye ise üniversite için İstanbul'dan Adana'ya gitti. Ve bir senesi dolmadan Hukuk Fakültesi'ni bıraktı. Genç öğretmeniyle yıldırım nikahı kıydılar, sonucu ise hızlı bir boşanma oldu. Adana'dan eve geldiğinde ise hiç boşanmamış gibi hayat doluydu ve annesine erkeklerin ne kadar sıkıcı olduğunu bin bir türlü gevezeliklerle anlatıp durdu. Nafakadan arta kalan parasını da Aliye Hanım'a veriyordu, tabii pazara bile zor çıkılırdı o parayla!

     

    Aliye Hanım sepetin içindeki perdeye bakıyordu şimdi. Kapıları birbirine bakan bu iki odadan umarsız sesler gelmeye devam ediyordu. Kahkahalar, küfürler, silah sesleri… Bir perdeyi asmalarını istemek için niye bu kadar düşünmek zorunda kalıyordu? Hiç mi hakları yoktu üzerlerinde? Onlar okusun diye apartmanların merdivenlerini silip dizlerini çürütmüştü. Kolları yıkamaktan, pişirmekten, toplamaktan istifalarını ilan etmişlerdi zaten… "Keşke ölsem de kurtulsam", dedi içinden. Ölümü düşündüğü için bir ürperti gelip geçti içinden. Salim'le kavuşurdular hiç olmazsa. Onun yanına gömülmeyi vasiyet etmişti ve tek isteği de buydu hayırsız çocuklarından.

    Hızlıca yerinden kalkıp aynı anda iki kapıyı da açtı: ''Orhan! Fahriye! Hadi bana yardım edin de şu perdeyi asalım ve yemek yiyelim.'' dedi ve umutsuzca bakmaya başladı onlara. Orhan hala küfrediyor, Fahriye de gülüyordu. Aliye Hanım'a bakmak akıllarına bile gelmemişti. Kadın içini çekerek oturma odasında döndü ve gözlerinden yaşlar akarak Salim'le ilk tanıştıkları güne doğru bir yolculuk yaptı hafızasında.

     

    Berlin'de doğup büyümüştü Aliye. Ailenin tek kızıydı. Okulunu annesi hasta diye bırakmıştı ve kitaplara karşı doyumsuz bir ilgisi vardı. Odasının her bir duvarı kitap yığınıydı ve okumaktan da hiç bıkmıyordu. Romanlardaki aşkı bir gün bulacağına inanıyor ve sayfaları çevirirken kalbi heyecanla doluyordu. Evlendiğini, çocuklarını büyüttüğünü hayal etmeye de doyamazdı. Almanların Türkleri sevmediği bir mahallede Berrin diye bir arkadaşı oturuyordu. Bir gün onunla buluşmadan geliyordu ve sokaklar biraz tenhaydı. Karanlığı da hiç sevmezdi Aliye. Keşke annesini dinleseydi, güneş batmadan eve dönebilirdi böylece. Karşı tarafından gelen üç erkek ona doğru gülerek gelmeye başladı ve Aliye'nin etrafını sardılar. Korkudan bayılacak gibi titredi, yere çömeldi ve kollarının içine gömdü yüzünü, bir süre o şekilde kaldı. Orada öylece ne kadar durduğunu bilmiyordu, sonra omzunda bir el hissetti. Sıçrayarak yere düştü. Başını kaldırdığında Salim ona gülümseyen gözlerle bakıyordu. Yakışıklıydı, güven veriyordu; kendini tanıttı, o şahısları uzaklaştırdığını söyledi. Eve bırakmaktan mutluluk duyacağını da ekledi sakince. Aliye'nin kalbi pıt pıt diye attı ve elini uzattı Salim'e. O günden beri kaç yıl geçmişti. İstanbul'a gelmeleri ve Fatih'e yerleşmeleri… Her şey nasıl da olup bitmişti.

    Salim'i çok özlüyordu Aliye'nin yüreği. Beraber yaşlanamadılar ya beraber ölselerdi keşke. Ölüm ürpermesine neden olmadı bu kez. Bu düşünce sayesinde bir ferahlama duydu içinde. Sepetin içindeki perdeye umutla baktı. Asmak için doğru bir zamandı şimdi.

     

    Orhan ve Fahriye aynı anda odadan çıkıp karşı karşıya geldiler. İkisi de acıkmıştı ve Aliye Hanım'dan çıt yoktu henüz. Orhan mayışmış bir şekilde gerinleşti. Fahriye de kedi gibi esnedi. Uyuşuk hareketlerle mutfağa doğru gittiler. Aliye Hanım yoktu. Geriye dönüp oturma odasına yöneldiler. Mutfakta yemeğe dair en ufak bir ize rastlamadıkları için sinirliydiler. Oturma odasında onları bir sürpriz bekliyordu oysa. Ufak bir not kağıdına yazılmış el yazısına bakıyorlardı şimdi. Yeni yıkanmış perde kokusu havasız evin içinde bunaltıcı bir şekilde hissediliyordu. Pencere kornişi yerine tavana asılmıştı perde. Aliye Hanım'ın cansız bedeni lavanta kokulu perdede sallanıyordu. Gülümsemişti. Salim Bey öldükten sonra hiç bu kadar içten gülmemişti Aliye… Ezan okunuyordu. İkindi ezanını okuyan hoca yeniydi galiba, yanık sesi yüreklere hizmet ediyordu.

    ''Salim’le tanıştığımızda kader bana gülmüştü. O öldükten sonra da bir daha gülmedi, çünkü siz beni hep görmezden geldiniz. Vardım ama yoktum. Şimdi varım. Sevmeye ve sevilmeye yattığım toprakta Salim'le devam edeceğim.''

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.