Masumiyet Müzesi, Nobel ödüllü Türk yazar Orhan Pamuk'un 29 Ağustos 2008 tarihinde İletişim Yayınları tarafından piyasaya sunulan ve kızı Rüya'ya ithaf ettiği aşk romanıdır. Roman, Orhan Pamuk'un on yıllık çalışması sonucu oluşturulmuştur ve Türkiye'de piyasaya çıktıktan sonraki ilk üç günde en çok satanlar listesinde birinci sıraya yerleşmiştir. 1975 yılında başlayan hikâye, tekstil zengini Basmacı ailesinin okumuş 30 yaşındaki oğulları Kemal ile uzak akrabaları, yoksul Keskin ailesinin 18 yaşındaki güzel kızı, tezgahtarlık yapan Füsun arasındaki aşkı anlatmaktadır. Roman, New York Times tarafından "2009’un en iyi kitapları" listesinde yer almıştır.
Orhan Pamuk, hayatı boyunca topladığı, biriktirdiği nesneleri, roman ile aynı adı taşıyan bir müze kurarak burada sergilemeye başlamıştır. Masumiyet Müzesi, 28 Nisan 2012'de açılmıştır. Orhan Pamuk'un tamamen kişisel servetinden yararlanarak oluşturduğu müze, Çukurcuma'da yer alan 1897 yapımı üç katlı tarihi bir binada bulunmaktadır.
‘’Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.’’
‘’Onun için aşk, bir insanın uğruna bütün hayatını verebileceği, her şeyi göze alabileceği bir şeydi, evet. Ama hayatta da bir kere olurdu ancak.’’
‘’Bir insanın, başka fırsatları olmasına rağmen onları reddedip sürekli aynı kişiyle sevişmek istemesine, bu mutluluk verici duyguya aşk denirdi.’’
‘’Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulamayacak bir şekilde yayılır.’’
‘’Füsun kolonyayı dökerken Kemal’i sona saklamıştı. İnsan vedalarda en sevdiğini sona saklar…’’
‘’Bazen ona seni seviyorum demek için dayanılmaz bir istek duyar, ama yalnızca çakmağımla sigarasını yakabilirdim.’’
‘’Füsun’un dört bin iki yüz on üç sigara izmaritini saklayıp biriktirdim. Bir ucu Füsun’un gül dudaklarına değen, ağzının içine giren, kimi zaman filtresine dokunarak anladığım gibi diline değen, ıslanan ve çoğu zaman da dudaklarına sürdüğü ruj ile hoş bir kırmızıya boyanan bu izmaritlerin her biri; derin acıların, mutlu anların hatıralarını taşıyan çok özel, mahrem eşyalardır...’’
‘’Çok talihsiz bir zamanda karşılaştık.’’
‘’Ama en mutlu ânı işaret ettiğimizde, onun çoktan geçmişte kaldığını, bir daha gelmeyeceğini, bu yüzden bize acı verdiğini de biliriz. Bu acıyı dayanılabilir kılan tek şey, o altın andan kalma bir eşyaya sahip olmaktır. Mutlu anlardan geriye kalan eşyalar, o anların hatıralarını, renklerini, dokunma ve görme zevklerini bize o mutluluğu yaşatan kişilerden çok daha sadakatle sararlar.’’
‘’Ona hak ettiği kadar iyi davranmadığım için de bak yıllar sonra hâlâ acı çekiyorum. Oğlum, bir kadına zamanında, iş işten geçmeden iyi davranmayı bilmek lazım.’’
‘’Çok sevdiğimiz bir varlığa, hiçbir karşılık beklemeden en değerli şeyimizi verirsek, işte dünya o zaman güzel olur.’’
‘’İzmaritin onun dudaklarına değmiş ucunu, tıpkı bir yaraya dikkatle pansuman yapan şefkatli bir hemşire gibi, yanaklarıma, gözlerimin altına, alnıma, boynuma hafif hafif dokundurdum.’’
‘’Ona bakarken, çok tanıdık birini görüyormuşum, onu biliyormuşum duygusuydu bu. Bana benziyordu.’’
‘’Ama yüreğim, nedense, sahile vurmak üzere olan koskocaman bir dalga gibi ağzımın içinde kabarmıştı.’’
‘’Caddeden geçen ilk kırmızı araba soldan gelirse Füsun’dan bir haber alacağım, sağdan gelirse daha bekleyeceğim.’’ der, Satsat’ın penceresinden yoldan geçen arabaları sayardım… ‘’Üst geçitteki merdivenin basamakları tek sayıysa, Füsun’u yakında göreceğim,’’ derdim. Basamakların çift çıkması acımı artırır, uğurumun tutması ise beni bir an rahatlatırdı.’’
‘’Güzelliğinden ya da kendimi çok yakın hissettiğim hareketlerinden ve teninden sızan bir ışık, bana dünyanın gitmem gereken merkezinin onun yanı olduğunu hatırlatıyordu.’’
‘’Biraz diken olmazsa, aşk gülünün kokusunu alamazsın.’’
‘’Hırsız gibi köşede gizli gizli acı çekmek de başka bir acıydı.’’
‘’Ben de bir kadını saçlarını, mendillerini, tokalarını, bütün eşyalarını saklayacak, onlarla yıllarca teselli arayacak kadar çok sevdim…’’
‘’Pişmanlık acısı, daha içe dönük ve kısa bir acıydı ve bacaklarımın arka kısmına ve ciğerlerime vurur, tuhaf bir şekilde gücümü tüketirdi.’’
‘’Mutluluk, insanın sevdiği kişiye yakın olmasıdır yalnızca.’’
‘’O anda ona sarılıp acımı ve tutkumu unutabilmeyi, hiç olmazsa ona hissettiklerimi anlatabilmeyi ne çok isterdim!’’
‘’Hazreti İbrahim, koyunun oğlunun yerini alacağını başta tabi bilmiyor,’’ dedim. Ama Allah’a o kadar inanıyor ve onu o kadar çok seviyor ki, sonunda kendisinde Allah’tan hiçbir kötülük gelmeyeceğini hissediyor… Birisini çok çok seversek, onun için en kıymetli şeyimizi verirsek, ondan bize bir kötülük gelmeyeceğini biliriz. Kurban budur.’’
‘’Onu kollarımın arasına alır almaz hissettiğim huzuru nasıl anlatmalı? Kalabalığın kafamın içinde dur durak bilmeden dolanan uğultusu, orkestranın tangırtısı ve şehrin iniltisi sandığım amansız gürültü, ondan uzak olmanın huzursuzluğuymuş yalnızca.’’
‘’Başkalarının ne dediği elbette en sonunda önemli değildir. Önemli olan hissettiklerimizin hakikiliği, sahiciliğidir.’’
Yorum Bırakın