Tortu

Tortu
  • 10
    0
    0
    0
  • Tortu

    Çoraplarımın kanla ıslandığını hissettim.

                Ellerim bir namlu şeklinde alnımın soğuk soğuk döktüğü gözyaşlarında gezinirken parmaklarım beynime bunu soruyordu. ‘’Bu hale nasıl geldin.’’ 

                    En sevdiğin şeyi kaybetmekten daha kötü ne olabilir hiç sordunuz mu kendinize. Hiç fark etmez ama değişmeyen bir gerçek vardır. Bu silik dünyada herkes bir şeyi veya birini sever. Çünkü bu kadar kısa, anlamsız ve boktan bir dünyada sabahları uyanıp devam etmek için bir bok parçasına tutunmaya ihtiyacımız var. Biri pastaları sever, biri rakıyı, biri öldürmeyi, biri hangi tanrıya inanıyorsa onu. Konu bu değil, konudan sapma, detaylarda kaybolma. Detaylarda kaybolma. Detaylarda kaybolma…

                    Evet. En sevdiğimiz şeyi kaybetmekten daha korkutucu hiçbir şey yok değil mi? Var. Bir sik bilmiyorsun. 

                    Sen hiç kendini kaybettin mi? Kim olduğunu, ne olduğunu, neden olduğunu? Bunların hiç farkına vardın mı?

                    Kanepenin köşesinde duran kırmızı tortu yavaş yavaş dandik kumaşla bir araya geliyordu. Sanki ikisinin de yıllardır var oluş amacı sonunda gerçekleşiyormuş gibi. Gördüğünüz, okuduğunuz ve yaşadığınız tüm aşkları unutun. Dünyada ve tüm doğaüstü evrenlerde görebileceğiniz en romantik kavuşmaları unutun. Daha iyisi gelmedi ve gelmeyecek. 

                    Gözlerimin yerinden fırladığını hissettim ve sol elimin baş parmağını aşağı doğru indirdiğimde beynimin içini o eşsiz ‘’Şlak’’ sesi kapladı. Merminin şarjöre sürülmesinin yarattığı o eşsiz ezgi şu ana kadar yaşamış hiçbir bestekardan çıkan eserin yerini tutamaz.  

                    Dünyanın en güzel resmini çizmek istiyordum. Duvarları. Bulunduğum bu bembeyaz duvarları, arkamda olan ve asla dönüp bakmadığım, geçen her saniye daha da küçülen bu duvarları kırmızının en güzel tonuna boyamak istiyordum. Tetiği çektim.

                    Gözlerimi açtığımda sağ tarafımdaki tortu ve kanepenin yaşadığı sevişme ateşini kaybetmemişti. Varoluş amaçlarını gerçekleştiren iki şeyi izlemenin bu kadar büyük bir zevk yaratacağını asla tahmin etmezdim. Sen eder miydin? Sen kendi varoluş amacını biliyor musun? Ben kendiminkini biliyorum. Var olmamak. Ben bunu seçiyorum. Bu sikilmiş döngünün bir parçası daha olmaktan korkuyorum. 

                    Kendimi yine aynı kanepede bulurken alnımın yine aynı yerinden üç damla ter yere damlıyor, parmaklarım yine kafatasımın en yumuşak yerinde. Yere düşen üç damla önce yerdeki yığılı üç bedenimin arasından zeminde oluşan kan havuzuna damlıyor. Sanki bütün bunların hepsi kusursuz bir hesaplama ile yapılmış orta çağ sanatçısının eseri gibi. Ama ben de yaratmak istiyorum. Kendimi kaybettim, bunun farkındayım. Kendimi kaybettiğimin farkındayım. Arkamda dünyanın en saf, en pürüzsüz duvarı duruyor ve onun sözlerini duyabiliyorum. Kırmızıyı istiyordu, beynimdeki tüm kılcal damarlardan çıkan o sıcaklığı üstünde hissetmek istiyordu. 

                    Daha fazla dayanamadım. Bazı şeyler olması gerektiği için olur. Güneşin doğması, suyun akması, yeni doğan bir bebeğin ağlaması ve insanın ölmesi gibi. Daha hızlı hareketlerle parmaklarımdan çıkan merminin beynimi dağıtmasına yine izin verdim.

                    Gözlerimi açtığımda tortu hala ordaydı, kanepenin kumaşına kendini yavaş yavaş sindirttiriyordu. Arkamı dönüp oturduğum yerde boynum kırılırcasına kafamı çevirip duvara baktım. Tüm isteğim tek damla kırmızı görmekti. 

                    Şu ana kadar gördüğünüz tüm beyaz renkleri unutun. Bir an gerçekten geberdiğimi, yerdeki cesetlerimin ben olmadığını, tanrının gerçekten var olduğunu ve o meşhur beyaz ışığı gördüğümü sandım. Maalesef ki tüm hayatım gibi yine yanılmışım. Duvarda tek bir kırmızı pigmenti bile yoktu. 

                    Yerdeki cesetlerin sayısı mermileri alnıma sıkmamla beraber arttığı halde ben yine bendim. Kendi cesetlerimi yüzümün yarısı parçalanmış halde yerde görmek bile bende hiçbir duygu uyandırmıyordu. Tek isteğim beynimin içindeki kanlarla o arkamdaki bembeyaz duvara dünyadaki en güzel sanat eserini yaratmaktı. Kanepedeki tortu ve kumaşın yaşadığını yaşamak istiyordum. Varoluş amacımı gerçekleştirmek istiyordum. Kendimi kaybettiğimin farkındayım ve kendimi bulmak, bir Anka kuşu gibi kendi küllerimden tekrar doğmak istiyordum ve BAM!

                    Artık ayaklarımı zemine koyamıyordum. Cesetler git gide artmaya devam ediyordu artık gözlerimi geriye çevirebilsem bile bunu yapacak cesaretim yoktu. Tortu yerindeydi, kanepenin üstündeydim, duvar arkamdaydı. Değişen tek şey cesetlerin sayısı. Yerde yatanlara bir yenisi eklenmişti, alnımın ortasında küçük, kafamın arkasına doğru büyüyen bir delik. Elimi silah şeklinden bozup bir bebeğin ilk defa bir yere dokunmasının verdiği anlamsız ve saflıkla duvara değdirdim, küçücük duvarı sanki Çin seddini baştan sona gezermişçesine aradım. Sonuç aynı. Bir tavşanın karlı havada ormanda gezmesinden farksız bir beyazlık. 

                    Bu sefer elimi alnımın en yumuşak noktasını siktir edip parmaklarımı direk bir silah şeklinde tuttum tetiği indirdim. 

                    Gözlerimi açtım.

                    Tortu.

                    Kanepe.

                    Yeni bir ceset.

                    Alnıma sıktım.

                    Gözlerimi açtım.

                    Tortu.

                    Kanepe.

                    Yeni bir ceset.

                    Alnıma sıktım.

                    Gözlerimi açtım.

                    Tortu.

                    Kanepe.

                    Yeni bir ceset.

                    Alnıma sıktım.

    Gözlerimi açtım. Artık yerdeki cesetleri bile sayamıyordum ama kanepe ve tortu ikişer kutu Viagra içmiş gibi sevişmeye hala devam ediyordu. Artık bir sanat eseri yapmayı geçtim, kanımdaki en küçük bakteri bile duvara değse huzura erişecektim. Duvar sanki kafama her sıktığımda daha da beyazlaşıyordu. Elimi silah yaptım. Prosedür aynıydı ama bu sefer tetiği çekmedim. Bekledim. Yerdeki cesetlerimin kalkıp konuşmasını ve bana yardım etmesini, bize yardım etmesini bekledim. Kendimi kaybettiğimin farkındayım, kendime yardım etmezsem, beni ben bulamazsam başka kim bana yardım edebilirdi ki. Çaresizliğimi akciğerlerimin en uçlarına kadar soludum. Gözlerim hala tortudaydı. Gözlerimi kapadım. 

    Uyandığımda yatağımda bir barajı dolduracak kadar terlemiştim. Kalkıp koşar adımlarla salona doğru ilerledim. Yerde kendimden onlarca düzineyi görmediğimde hem rahatlamış hem de şaşırmıştım. Duvarım olması gerektiği gibi beyazdı. Kanepenin üstüne doğru yaklaştığımda bir koyuluk fark ettim. 

    Sonunda amacına ulaşmıştı tortu. Artık orada yoktu. Kanepenin kumaşının en derinliklerindeydi artık. Sanki yaratılıştan beri beraberlermiş gibi. Yaşanılan tüm olayların bunu gerçekleştirmesi gerekiyor gibi. Ve biliyordum. Ne kadar çabalarsam çabalayayım. O tortunun oradan gitmeyeceğini. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.