Godot’u Beklerken, İrlandalı yazar Samuel Beckett’in iki perdelik oyunu. Samuel Beckett hayatının ilk bölümünü İrlanda’da geçirirken daha sonra Paris’e yerleşir. Erken dönem eserlerini İrlanda’da İngilizce, sonraki eserlerini ise Paris’te Fransızca yazar. Godot’u Beklerken de 1949 yılında Paris’te Fransızca yazılır, 1953 yılında da Theatre de Babylone’da sahnelenir. Beckett daha sonra eserini kendi eliyle İngilizceye de çevirir. Burada çeviri demek yanlış bir tabir olabilir. Çünkü Beckett aslında yeniden yazar, yazarken de eserinde bazı değişiklikler yapar. Bu değişiklikler Fransızca yazılmış ve Fransız kültürü unsurları içeren oyunun İngiliz kültürüne uygun olarak güncellenmesi aslında. Öyle ki, bazı mekân isimlerinin bile iki metin arasında farklılaştığı görülür.
Godot’u Beklerken, Estragon ve Vladimir isimli iki ana karakterin Godot isimli birini beklemesini konu alır. İki karakter, zaman zaman sahneye girip çıkan Lucky, Pozzo ve Çocuk ile birlikte diyaloglar kurar Godot’u beklerken. Bu diyaloglar düzensiz, konu çeşitliliği fazla, çoğu zaman yarım cümlelerden oluşur. İki karakter sadece bekler, ne Godot’a kendileri gitmeyi dener ne de Godot’u neden bekledikleri bellidir. Eylemsizdirler. Daha doğrusu beklemek de bir eylemse tek eylemleri beklemektir. Bir de eksik cümlelerle konuşmak. Sorular sorarlar fakat cevap aramazlar. Nitekim Godot da hiçbir zaman gelmez. Oyunda amaç Godot’un ortaya çıkması değil aslında. İnsanın Godot’da neyi gördüğüdür önemli olan. Her okurun beklediği bir Godot’su vardır. Her okur biraz Estragon biraz Vladimir’dir. Bazen Lucky bazen de Pozzo. Çocuk olduğu da vardır.
Tiyatro tarihinin en önemli olaylarından biri Godot’u Beklerken’in yazılması da sahnelenmesi de. Bugüne kadar onlarca teoriye konu olur Godot’u Beklerken. Yüzlerce sahnede oynanır. Binlerce okur tarafından okunur. Bu kadar ilgi görmesi Beckett’in eseri sembollerle donatmasına bağlı. Bu semboller asla kesin bir doğru yoruma ulaşmayan, iki kere ikinin dört etmediği sembollerdir. Eserin her tüketicisi kendi yorumlarını üretir ve bu yorumların hepsi de ne doğrudur ne yanlış. Beckett de yaşadığı süre boyunca asla eseri ile ilgili yorumları reddetmez veya onaylamaz. Bütün bunlar Godot’u Beklerken’i tüketilemez bir kaynak haline getirir. Metinle ilgili hiçbir şey yerine tam olarak oturmaz. En güvenli okumalarda bile iç kemiren bir kurt kalır.
Godot’u Beklerken varoluşçu unsurlar da taşıyan bir “absürt” tiyatro örneği. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazılması elbette insanlığın acılarının izlerinin metne yansımasıyla sonuçlanır. Bu nedenle varoluşçu birtakım kavram ve sorunsallar eserde göze çarpar. Absürt ise, kelime anlamı olarak “saçma” demek. Aslında bu tür tiyatroların absürt kavramıyla tanımlanması yerleşik tiyatro algısına karşı bir başkaldırış olması. Nitekim insan her zaman alışılmışın güvenliği içerisinde yaşarken birdenbire ortaya çıkan aykırı olanı her zaman “saçma” bulur. Zaten absürt tiyatro yazdığı söylenen çoğu yazar da absürt kelimesini reddeder. Fakat yine de bu yazının okurunda kavram kargaşası yaratmamak için ben de alışılagelmiş bir kavram olan “absürt”ü kullanacağım.
Absürt tiyatro, zaman ve mekânın prangasından kırmış, zamanın ve mekânın belirsiz veya sonsuz/sınırsız olduğu bir tür. Bu yüzden bu eksende yazılan oyunlar her zaman günceldir ve her coğrafyanın insanı içindir. Bir diğer yanı karakterlerin alışıldık şekilde tanıtılmaması. Bu da karakteri belli kalıplara sokmaktan alıkoyar okuru ve her okur kendini bu karakterlerle özdeşleştirebilir. Absürt tiyatroda görülen bir başka yön sade bir dekor ve az sayıda aksesuar kullanımıdır, yazar tüketicinin dikkatinin oyun metninden koparmasına izin vermez dekor ve aksesuarın.
Godot’u Beklerken’de dekor bir kuru ağaç ve bir yığın topraktan ibaret. Aksesuarlar ise karakterlerin melon şapkaları, çizmeleri, Lucky’nin taşıdığı yükler sadece. Oyunda ağaç, ilk perdede kuru ve yapraksız bir ağaçtır, insanın kendini asması için bile güçsüzdür. Bu haliyle tükenmişliği, umutsuzluğu, amaçsızlığı simgeler. Ağaç ikinci perdede birden bire yapraklanır. Metin içinde ağacın bir gecede yapraklandığını düşünür okur veya yaprakların umudun yeşermesini simgelediğini, fakat anlatılanlar doğru mu? Çünkü Beckett tekinsizdir. Asla anlatılanın gerçekten olduğuna inanacak kadar güvenemez okur ona. Metin sonuna geldiğinde dahi Beckett, okuru okuduklarının gerçek olup olmadığına dair kafa karışıklığıyla baş başa bırakır. Bu nedenle metin, dekor, aksesuar, karakter ve tema ile ilgili yapılacak bütün yorumlar pamuk ipliğine bağlı.
Oyunda kullanılan aksesuarlardan melon şapkalar… Oyun karakterlerinden Vladimir düşünen, duyarlı bireyin yansıması. Şapkası kafasında olmadığında düşünemez. Zaman zaman da şapkası kafasını sıkar, ondan kurtulmak ister. Bunlardan yola çıkarak şapkanın düşünceyi sembolize ettiği söylenebilir. Zaman zaman başındaki rahatsız düşüncelerden kurtulmak istemez mi zaten insan? Oyun içinde şapkaların elden ele dolaşıp her karakterin başka karakterin şapkasını taktığı bir sahne gerçekleşir. Burada düşüncelerin de insan zihinleri arasında yaptığı yolculuğa işaret edildiği söylenebilir. Bir de çizme var oyunda. Estragon’un sürekli rahatsızlığından şikâyet ettiği çizme. Estragon oyunda fiziksel ihtiyaçları kuvvetli, pek düşünmeyen, unutkan bireydir. Çizmenin insanın bu yönlerini temsil ettiği söylenebilir.
Freudyen açıdan bakınca Estragon’un “id”i, Vladimir’in de “süper ego”yu temsil ettiği söylenebilir. Estragon pratik düşünen, devamlı gitmek isteyen, midesine düşkün, unutkan, miskin, yer yer kaba, bazen de bencil bir karakter. Vladimir ise beklemeye azimli, düşünen, duyarlı, duygusal, metin, bilgili, vicdanlı, sorumlu ve sağduyulu bir karakter. Eserin diğer karakterlerinden Lucky, Pozzo tarafından ipe bağlanmış, dört ayaklı hayvan pozisyonunda yürüyen, birtakım yükleri taşıyan ve Pozzo tarafından kırbaçlanan bir karakter. Lucky ve Pozzo ilişkisinde efendi-köle, sömüren-sömürülen ilişkisi hissedilir. Oyunun devamında kör olan Pozzo, dilsiz olan Lucky’e muhtaç kalır.
Karakterlerden biri de Çocuk. Godot ve iki ana karakter arasında iletişimi sağlar. Çocuk her ortaya çıkışında kendini Godot’un gönderdiğini, Godot’un bugün değil yarın geleceğini söyler. Bazen de Godot ile ilgili bilgiler verir. Godot’un beyaz sakallı bir insan olduğunu söyler. Okurun gözünde Godot biraz somutlaşmaya başlasa da bunların hiçbirinden emin olamaz. Tekinsiz bir ortamda çocuğun doğru söylediğinden, onu gerçekten Godot’un gönderdiğinden hiçbir zaman emin olamaz. Beckett oyunda yer verdiği beş karakterde –hiç ortaya çıkmayan Godot’u da sayarsak- aslında tek bir insanı anlatır. İnsanlığı anlatır. İnsanlığın beşe bölünmüş halini görür okur metinde, beş yönünü, birlikteyken didişen fakat ayrılınca da yaşayamayan insanı…
Oyunda dikkat çeken bir nokta karakterlerin unutkanlığı. Zaten hiçbir şeyden tam olarak emin olamayan okur bir de unutkanlıkla mücadele eder. Unutkanlık da eklenince artık okur bir sayfa önce okuduğunu gerçekten yaşanıp yaşanmadığından bile olamaz. Karakterler açısından bakınca da unutkanlık, sürekli aynı yerde çember çizmeye, başlanan noktaya geri dönmeye neden olur. İnsanlık tarihi de bir çemberden ibaret değil mi? İnsanlığın acılarının sebepleri hep aynı değil mi? Sisiyphus’un sonsuza kadar bir kayayı yuvarlamaya mahkûm edildiği gibi biz de bir çemberi çizmeye mahkûm değil miyiz?
Eserde Hristiyanlık ile ilgili bazı göndermeler de mevcut. İsa, İsa’nın çarmıha gerilişini izleyen İncil’in dört yazıcısı, iki hırsız, Hristiyanlıktan ayrı olarak Habil ve Kabil gibi. Bu göndermelerden en dikkat çekeni karakterlerden birinin, İsa’nın çarmıha gerilişini izleyen İncil’in dört yazıcısından neden sadece birine inanıldığının sorgulamasıdır.
Özet olarak Godot’u Beklerken edebiyat var olduğu sürece okunacak ama asla tam olarak anlaşılamayacak bir eser. Karakterleri, semboller, mesajları her zaman yeni yorumlara açık. En önemlisi de bu oyunda doğru veya yanlış yok. Her şey hem doğru hem yanlış. Kesin olan tek şey hiçbir şeyin kesin olmadığı. Oyun arkasında çokça soru bırakır ama hiçbir cevabı içermez ya da her sorunun cevabını içerir de okur kendine uygun olanı seçer.
Godot kimdir? Godot nedir? Peki ya Godot’yu beklemek? Hiçbir zaman gelmeyecek olanı beklemektir. Zamanı yitirmektir. Zamanının neresinde olduğunu bilememektir. Yaşamın rüya mı gerçek mi olduğuna karar verememektir. Kendini bu yaşama neyin veya kimin getirdiğinden emin olamamaktır. Neresi olduğunu bilmediğin yere gitmek isteyip nasıl gideceğini bilememektir. Aynada görüntüsünü görememektir. Aramak, düşünmek, bulmak, yitirmek, unutmak sonra yine en başa dönmektir. Deliye dönüştür. Biz ne yapıyoruz? Hepimiz! Godot’yu bekliyoruz. Ya Godot ne zaman gelecek?
Sevgili okur, okuduğun bu inceleme de doğru olmayabilir…
Yorum Bırakın