Döşeğimde Ölürken, Amerikan edebiyatının yirminci yüzyıldaki en önemli romancılarından biri olan William Faulkner’ın modernizm etkisinde yazdığı romanı. Roman ismini Homeros’un ünlü Odysseia’sının on birinci bölümünde Agamemnon ve Odysseus arasında geçen diyalogdan alır. Romanın ismi durağanlık çağrıştırsa da aslında bir yol ve bu yolda verilen bir sınav romanı. Yani adının çağrıştırdığının tam tersine bir hareketlilik söz konusu.
Faulkner romanını, bir elektrik santralinde çalışırken geceleri, altı haftalık bir sürede yazdığını iddia eder. Faulkner’ın iddialı olduğu bir başka konu da kitabın yakalayacağı muhtemel başarı. Yazar, romanı için “Bu kitap bir güç gösterisidir. Daha ilk sözcüğümü yazmadan kitabın yaratacağı etkinin farkındaydım.” diyerek Döşeğimde Ölürken’in Faulkner edebiyatında zirveyi temsil edeceğini de işaretler.
Edebiyatın ortaya çıkışından günümüze değin ortaya konan birikim göz önüne alındığında işlenmemiş bir konunun kalmadığını söylemek abartı olmaz. Meşhur deyimle “Homeros’tan sonra söylenmedik söz kalmadı.” Döşeğimde Ölürken’i bu kadar iddialı yapan ele aldığı konu değil, kurguyu kuruş ve dili kullanış şekli. Eserin yazıldığı dönemin edebi habitatı düşünüldüğünde roman için “deneysel” bile denebilir belki.
Döşeğimde Ölürken, 59 bölümden oluşan ve bölümlerin her birinin farklı anlatıcılar tarafından seslendirildiği bir roman. Bu anlatıcılar aynı zamanda romanın karakterleri. Dolayısıyla burada hem bir çokseslilik söz konusu hem de anlatıcıların geçişkenliği veya birbirinin içinde kaynaması söz konusu. Örneğin aynı bölümde anlatıcının birden değiştiği anlar olabiliyor. Bir başka dikkat çekici nokta bazı bölümlerin cümle sayısı olarak hayli hacimsiz olması. Örneğin on dokuzuncu bölümü tek bir cümle oluşturuyor: Annem bir balık! Bunu dillendirense çocuk karakter Vardaman. (Annenin balık olması metaforu roman okunduğunda anlaşılacaktır.)
Faulkner, Döşeğimde Ölürken’de dili öyle bir kullanmış ki bunun örneğine az rastlanır. Bir bilinç nasıl akıtılır, bir cümle nasıl devrilir bu romanda görüyoruz. Adeta dil bilgisini ters yüz ediyor Faulkner, bütün sıradanlaşmış kullanımları sarsıyor. Fakat bu dil anarşistliğine rağmen son derece şiirsel bir dil yaratmayı da başarıyor. Bir de bu romanı çeviriden değil de yazıldığı dilden okuduğunuzda alacağınız o hazzın sınırlarını çizebiliyor musunuz?
Romanın konusuna gelince odakta olan olay şu: Bundren ailesinin annesi Addie’nin ölüm döşeğindeyken ettiği vasiyet üzerine cenazenin ailenin yaşadığı Missisipi Nehri civarındaki kasabadan Jefferson mezarlığına götürülmesi. Jefferson Addie’nin çocukluğunun geçtiği ve akrabalarının gömülü olduğu yerdir. Cenazenin günler süren bu zorlu yolculuğu sırasında gerçekleşen olaylar da konuyu çeşitlendirir. Her bölüm bir aile üyesinin veya aileyi tanıyan başkalarının ağzından aktarılır. Bu aktarımların çoğu bilinç akışı tekniği ile yapılır. Bazen de geriye dönüşler yapılarak kurgunun başından beri bırakılan boşluklar yavaş yavaş, bölüm bölüm, aşama aşama doldurulur. Sonunda okurun elinde tamamlanmış bir bütün ve absürt bir son kalır. Romanda aile olma, ölüm, varlık, hiçlik, Tanrı ve din, komşuluk ilişkileri, tuhaflık, ebeveyn-çocuk ilişkisi ve çatışması işlenir.
Özet olarak Döşeğimde Ölürken, dünya edebiyat tarihinin önemli dönüm noktalarından biri. Faulkner’ın bu ustalık eseri, konudan ziyade konuyu ele alışı ile ün yapar. Dilin kullanılma biçimi ve kurgulanma yöntemi sıra dışı olan bu romanda Faulkner, kendi ifadeleri de göz önüne alınınca, adeta gövde gösterisi yapar. Romanın Odysseia ile olan bağı da düşünülünce Faulkner’ın bu romanı için bir “modern mitoloji” demek yanlış olmaz.
Yorum Bırakın