Pınar Kür, toplumsal sorunları ve bu sorunlar içerisinde
özellikle kadınların sorunlarını ele alan ve yazdığı romanlar yüzünden
yargılanan, kitaplarının imhasına karar verilen bir yazar. Kür’ün Yarın Yarın
romanı yaklaşık iki yıl yargılandıktan sonra yayınlanabilir. Yarın Yarın gibi
1979’da yayınlanan ve on beş yıllık bir çalışmanın ürünü olan ve yarın "edebiyata en büyük katkım" olarak tanımladığı Asılacak Kadın da
Kür’ün yargılanmasına neden olur. Dönemin yargı organları Asılacak Kadın’ın
“cinsel tahrik” ve “ahlaksızlığın propagandası” amacıyla yazıldığını savunarak
Kür’ü yargılar, romanın da imhasına karar verir.
Toplumsal hastalıkların tedavi edilmesinde sanat belki de
yasalardan, hukukçulardan ve resmi organlardan daha etkilidir. Adalet
mekanizmasının yapamadığını yapar sanat. Nitekim sanat “insanı insana insanca
anlatır.” Bir bakıma insanın toplumsal sorumluluklarını hatırlatan ve insana
üyesi olduğu toplumun günahlarından arınmasının yolunu açan sanat bir
“katharsis”tir. Aristoteles de, Poetika adlı kitabında sanatın asıl amacının
arınma yani “katharsis” olduğunu söyler.
Asılacak Kadın ailesiz, korumasız ve kendini savunmamak
üzere yetiştirilmiş genç bir köylü kadının bir zorbanın cinsel sapkınlığına
kurban edilmesini konu alır. Cinsel anlamda sömürülen Melek, yalı zengini zorba Hüsrev tarafından mahallenin
diğer erkeklerine cinsel obje olarak sunulur. Dahası zorba, kadının bir cinsel
obje olarak kullanıldığı sahneleri izler ve bir yönetmen gibi yapılması
gerekenleri söyler. Bu cinsel sömürünün faillerinden biri olan Yalçın, pişman
olarak zorbayı öldürür. Fakat çarpık adalet kadını kurtarmak için başkası
tarafından işlenen cinayetin cezasını katile değil mağdur kadın Melek’e verir.
Melek idamla cezalandırılır. Günümüzde de kadınların her gün yeniden yeniden
katledilmesi de bir idam çeşidi değil midir?
Pınar Kür, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında yaptığı gibi bu
romanında “suç" ve “ceza” kavramlarını tartışmaya açar ve bu kavramları
yeniden anlamlandırma fırsatı verir. Raskolnikov’un doğduğu çağa bakıldığında
Rus toplumunun yoksulluk içinde yaşadığı görülür. Doğal olarak Raskolnikov’un
cinayetinin nedeni “ekonomik”ti ve Dostoyevski romanı aracılığıyla bir çok şeyi
sorguladı.
Pınar Kür romanında kadının nesne olmanın dışında bir
vasfının olmadığı erkek egemen kurgusal bir toplumda kadın sorununu ele alır.
Bir bakıma bunu yaparak çizmiş olduğu kurgusal toplumun sosyolojik şartları içinde, Dostoyevski’nin ardından söz konusu kavramları
iki yüz yıl sonra farklı bir yönden tartışmaya açar.
Kurtulmak için
cinayetten başka bir yol kalmamışsa işlenen cinayet bir suç mudur? Kadın,
cinayeti işlemediği halde idamla cezalandırılabilir mi? Aynı kişi hem mağdur
hem de suçlu olabilir mi? Kadını “hiçli bir yoklukta” yaşatan, kadının ölümüne
ayarlı toplumlar da bunların hepsi de mümkün.
Romanın üç bölümden oluşur. Bu üç bölüm sırasıyla Yargıç
Faik İrfan Elverir, Melek ve Yalçın’ın kendi ağzından anlatılır. İlk bölümde
yargıç, bilinç akışı tekniğiyle kendi gözünden cinayeti inceler. Yargıç,
karısıyla karısının rızası olmadan evlenmiştir ve bu rızasızlık zamanla
sadakatsizliğe en sonunda da intikama dönüşür. Kadınlara bakışı kendi
geçmişiyle şekillenen yargıç, katilin cinayeti işlediğini kabul etmesine rağmen
Melek’in suçlu olduğuna karar verir. Bu üçlü arasında rolü kesin olan bir tek
yargıçtır. Yargıç’ın gözünde tanık ve sanık da bellidir. Buradan itibaren bazı
sorular, cevap aramaya başlar: Yargıç haklı mı? Her şey onun gördüğü gibi mi? Görünenin
ardında başka bir gerçek var mı? Adalet mekanizması ne kadar doğru çalışıyor?
Suç nedir? Ceza nedir? Erdemli bir gerekçeyle işlenen cinayet cezalandırılmalı
mı?
İkinci bölüm, Melek’in kendi ağzından hikâyesini anlattığı
bölümdür. Bu bölümde Melek, yine bilinç akışı tekniğiyle içine doğduğu
toplumsal koşulların ona yaşattıklarını anlatır. Hem bilinç akışı hem de
Melek’in kendi yerel diliyle konuşması anlatılanların gerçekçi ve içten bir
biçimde verilmesini sağlar. Ayrıntılı ve ilk ağızdan verilen psikolojik tahliller
okuyucu bir anda, tecavüzün, şiddetin, çaresizliğin, pisliğin, kirlenmişliğin ve
çürümüşlüğün içine sokar. Üvey babası tarafından evden atılan ve Hüsrev’in
yalısında hasta bakıcı olarak yaşayan Melek’in içinde bulunduğu durumdan
kurtulması için kendini ya da zorbayı öldürmekten başka çaresi yoktur. Fakat
Melek, “kurtulmak” kavramından habersizdir. Kendini savunmayacak kadar saf ve
cahil olması nedeniyle zorbayı öldürmez. Mahvolan dünyasına bir de mahvolan ahiretinin
eklenmesini istemeyerek kendini de öldürmez. Yapılanları çaresizce kabullenir.
Melek’in şu sözleri onun ne kadar yalnız ve asıl ihtiyacının
ne olduğunu gösterir: “O sevmek dediklerini bi tek ihtiyar dedemin ellerinden
duymuşum bi de Yalçın’ın dilinden lakin onun dilini anlamamıştım esasında o
sevmek işte bir türküymüş demek ak saçlı bi dedenin türküsü bi çaresiz
ihtiyarın çatlak sesiymiş Yalçın nereden bilsin?”
Üçüncü bölüm, zulme ve haksızlığa başkaldıran ve Melek’i
kurtarmak için zorbayı öldüren Yalçın’ın kendi notlarından oluşur. Romanın en
derli toplu ve sosyal mesaj yüklü bölümü bu bölümdür. Yalçın’ın ifadeleri Melek’in içinde bulunduğu
durumu açıklaması bakımından önemlidir: “Önce kapıcı ana babasının, sonra
Hüsrev beyin, en son da benim kurbanım oldu. Oysa iki yıl sonra yeniden karşılaştığımızda
onun tek tek kişilerin değil de toplumun, içinde doğduğu ekonomik ve toplumsal
koşulların kurbanı olduğunu bilmiyor muydum? Biliyordum elbet. Kendisine
anlatmaya bile çalıştım bunu. Bilmediğim şey “toplum”un biz olduğumuzdu.”
Yaçın’ın Melek hakkındaki şu tespiti, özellikle günümüzdeki cinayetler bağlamında düşünüldüğünde kadının toplumda konumlanışı açısından son derece önemli: “Öteden beri anlayamadığım şey susması, hiçbir zaman hiçbir konuda özünü savunmaya kalkmamasıydı. Oysa belki de kurtarmaya, aklımca topluma kazandırmaya çalıştığım kadın kesin bir hiç yokluk içinde yaşıyordu da ben ayrımsayamadım.”
Yalçın, işlediği cinayeti kendi kafasında sorgulamaya
başlar. “Suç” ve “ceza” kavramları artık tartışmaya açıktır. Yalçın işlediğinin
bir cinayet olup olmadığını sorgular. Cinayetse bile ceza gerektirir mi?
Yalçın’ın ifadeleri Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’unun sorgulayışına benzer: “Ben
cinayet mi işledim? Hayır, yalnızca Melek’i kurtarmaya çalıştım. Bunun için de
adam öldürmem gerektiğine inandım. Hepsi bu. Cinayet mi denir buna? Gerekeni
yapmak…” Yalçın gerekeni yaptığını düşünse de Melek’i kurtarmayı başaramaz.
Sonuçta Melek yine erkek eliyle idama mahkum edilir.
Roman biçimsel açıdan da farklıdır. İlk iki bölümde bilinç
akışı tekniği kullanırken son bölüm adeta anlatılanları toparlamak ister gibi
kompoze bir anlatımla sunulur. Bilinç akışı kullanılan bölümlerden ilkinde
noktalama işaretleri kullanılsa da ikinci bölümde noktalama işaretleri yok
denecek kadar azdır. Bu durum Melek’in eğitimsiz bir kadın olduğunun da dil düzeyinde
temsilidir. Noktalama işaretlerinin kullanılmaması aynı zamanda bilinç akışının
kesintiye uğraması için yerinde bir tercih.
Her üç bölümde de bilinen anlamda diyalog yoktur. İlk
bölümde cümle akışı içinde verilen diyaloglar, ikinci bölümde farklı yazı
fontlarıyla yine metin içinde verilir. Son bölümde metinden kopan diyaloglar
sağa dayalı bir şekilde verilir. Melek’in yerel diliyle romanda yer alması da
onu içinde bulunduğu sosyolojik koşullarla birlikte romana taşır. Burada her türlü
tecavüze, sapkınlığa ve şiddete maruz kalan bir kadın için seçilen “Melek”
isminin de altını çizmek gerekir. Bu seçim adeta yazarın eliyle karakterin masumluğunun
ilanıdır.
Romanın sonunda Pınar Kür’ün yargılandığı mahkemeye yazdığı
bir de mektup bulunur. Pınar Kür bu
mektubuyla romanını bir eleştirmen gibi açımlarken romanın “cinsel tahrik” ve
“ahlaksızlık” anlatmadığını tam tersine bunlara karşı çıktığını savunur.
Eserlerin sonuna eklenen bu tarz metinler okuyucunun yorum gücüne ket vursa da
okuma ve anlamlandırma eylemini tamamladıktan sonra bu metni inceleyen bir okur
bundan etkilenmeyecektir.
Özet olarak yazarın kendi ifadeleriyle “Asılacak Kadın,
korunmasız, güvencesiz, çaresiz, zavallı bir kadının, dış dünyadan koparılarak,
bir sapığın hastalıklı ve korkunç dünyasına hapsedilişini, ezilişini ve sömürülüşünü,
çektiği eziyetler sonucu kendini savunmak için ağzını bile açamayacak bir nesne
haline gelişini anlatırken, elbette bütün bunlara karşı çıkmakta; kadını bu
insanlıkdışı durumdan kurtarma çabasına girişen ve başaramayan delikanlının
dramını da dile getirmektedir.”
Sonuç olarak roman, kadın ve erkek eşitliğinin, insani
değerlerin içselleştirilmediği, kadın cinayetlerinin sona erdirilmediği toplumlar
için güncel kalmaya devam edecek.
Yorum Bırakın