Emeğin Değersizleşmesi ve Aureliano Buendia’nın Sahneye Çıkışı: Albaya Mektup Yok  

Emeğin Değersizleşmesi ve Aureliano Buendia’nın Sahneye Çıkışı: Albaya Mektup Yok

 
  • 5
    1
    0
    1
  • “Avrupalılar için Güney Amerika bıyıklı, gitarlı ve tüfekli bir adam.” dedi doktor, gazetesinin tepesinden gülerek. “Problemi anlamıyorlar.”


    Albaya Mektup Yok, Gabriel Garcia Marquez’in ilk öyküsü Yaprak Fırtınası’nın ardından yazdığı ikinci öyküsüdür. Eser bir uzun öyküdür ve Marquez’in gazetecilikten yazarlığa geçiş yoluna döşediği ilk taşlardan biridir. Eserde Kolombiya iç savaşında yer almış ve daha sonra emekli edilmiş bir albayın ve karısının yoksulluk içinde öykü boyunca gelmeyen bir mektubu beklemelerini konu alır. Mektup sıradan bir mektup olmaktan ziyade albayın yirmi yıldır beklediği emekli maaşıdır.

     

    Gabito’nun bu öyküsü de diğer eserleri gibi gizemli bir sahneyle açılır. Sahnede ölen birinden bahsedilir ve ölenin kim olduğu öyle hemen açıklanmaz.  Klasik Gabito kurgusunda olduğu gibi ilerleyen sayfalarda azar azar bilgiler paylaşılır. Böylelikle okurun merakı dik durur. İlk eserlerden itibaren görülen bu tavrın Gabito’nun bütün eserlerinde görüldüğünü söylemek mümkündür. Aslında bu tavır büyülü gerçekçiliğin de bir gereğidir. Fakat Albaya Mektup Yok büyülüğü gerçekçilik konusunda pek fazla materyal içermez. Belki diğer eserlerindeki o lezzetli büyülü gerçekçiliğin öncül kırıntılarına rastlanabilir.

     

    Eserin edebiyat tarihi açısından en önemli yanlarından biri de Gabito’nun daha sonra Yüzyıllık Yalnızlık’ta merkeze alacağı efsanevi karakter Aurilano Buendia’nın bu eserde ilk defa yer almasıdır. Efsane karakter bu eserde, eserin başkarakteri albayın iç savaş esnasında subay olduğu dönemde yanına bulunduğu bir albaydır. Albay Aureliano Beundia hakkında cephede geçen bir iki anekdot dışında açıklama yapılmaz. Hatırlanmalı ki Albaya Mektup Yok 1957 yılında Paris’te, Yüzyıllık Yalnızlık ise 1967 yılında Meksika’da yazıldı. Aradaki bu dönemde Gabito’nun Albay Aureliano Buendia karakterini geliştirdiği ve Yüzyıllık Yalnızlık’ı yarattığı dönemdir muhtemelen.

     

    Albaya Mektup Yok’taki albay ve karısı, oğulları Agustin cinayete kurban gitmiş, yoksullukla ve hastalıkla mücadele eden, Kolombiya’nın “kokuşmuş” bir kasabasına sıkışmış, albayın karısının ifadesiyle “canlı canlı çürüyen” iki karakterdir.  Albay, iç savaş sırasında ülkesi için hizmet vermiş, 19 yıl önce çıkan yasayla emekli edilmiş ancak emekli maaşını bürokrasinin ağır işleyişinden –belki de işleyen bir bürokrasinin olmamasından- henüz alamamıştır. Uzun yıllardır her cuma kendisine emekli maaşını getirecek olan mektubu bekleyen albay bu mektubu hiçbir zaman alamaz. Burada söz konusu olan emeğin değersizleşmesidir. Albayın karısının ifadesiyle “biz açlığa katlanıyoruz ki başkası yiyebilsin.”

     

    Gabito okurları bilir ki, onun eserlerini okuyarak da Kolombiya tarihi az çok öğrenilebilir. Bu eserinde Kolombiya’nın iç savaşı, ölümler, yönetimsel istikrarsızlık, yoksulluk, hastalık gibi pek çok nokta hakkında izlenimler vardır. Romanın en önemli cümlelerinden biri açılış sahnesinde bahsedilen ölümün uzun yıllar sonra kendiliğinden olan ilk ölüm olduğunun söylendiği kısımdır. Bu açıklama bile Kolombiya’nın o dönem içinde bulunduğu durumu açıklar. Gabito bununla da kalmaz, bir de Avrupalı gözünden Güney Amerika’yı betimler: “Avrupalılar için Güney Amerika bıyıklı, gitarlı ve tüfekli bir adam.”dır.

     

    Öyküde çiftin oğulları Agustin’in öldüğü anne tarafından sürekli dillendirilir. Bir kasabalı tarafından öldürüldüğü söylenen Agustin’in arkadaşları albaya Agustin’den defalarca not getirirler. Fakat bu notlarda ne yazdığı, Agustin’in ölüp ölmediğine ilişkin net açıklama yapılmaz. Agustin belki gerçekten ölmüştür, belki de oğlunun ölümünü kabullenemeyen babayı teselli eden düzmece notlardır bunlar. Bu konuda kesin karar vermek için Gabito yeterince malzeme sunmaz. Burası bir teknik kusur mudur yoksa Gabito bunu bilerek mi yapmıştır bilemiyoruz. Belki de Agustin daha sonraki eserlerde tıpkı Albay Aureliano Buendia gibi bir karakter olarak yeniden okur karşısına çıkacaktır.

     

    Metnin önemli metaforlarından biri de horozdur. Oğul Agustin’den kalma bir dövüş horozudur bu. Kasabada horoz dövüşleri ilgi çeker ve bu horoz da kasabanın gözde horozudur. Albay bu horozun dövüşleri kazanması halinde kendilerine getireceği yüzde yirmi beşlik paya umut bağlar. Fakat dövüşlere daha uzun bir zaman vardır ve bu horoz onların boğazından çalmaktadır. Zaten kıt olan besinleri bir de horozla paylaşmak hatta bazen olduğu gibi horoza yedirmek zorundadırlar. Horoz dönem dönem satılmanın eşiğine gelir fakat hep bir şekilde çiftin elinde kalır. Burada yine horoz üzerinden zaman zaman kaybedilme noktasına gelen umudun bir pamuk ipliğiyle yeniden bağlanması söz konusudur.

     

    Öykünün devamında albay mektubu alabilmiş midir, horoz dövüş kazanmış mıdır, çift sefaletten kurtulmuş mudur açıklanmaz. Çünkü öykü bütün bunların henüz cevaplanmadığı bir noktada sonlanır. Klasik edebiyat kalıbı içinde sanki devamı gelecek bir dizinin ilk bölümüymüş izlenimi verse de söz konusu Güney Amerika, Gabito ve büyülü gerçekçilik üçgeni olduğunda yadırganacak bir son değildir bu da.

     

    Özet olarak Albaya Mektup Yok, Gabito’nun ikinci eseri, uzun öyküsü ve Yüzyıllık Yalnızlığın tohumlarını içermesi bakımından önemli, fakat bağımsız bir metin olarak da çeşitli mesajlar içeren, Kolombiya hakkında tahliller yapılan, Gabito’yu gazetecilikten yazarlığa taşıyacak yolun başlangıç eserlerinden biridir.  


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.