“Avrupalılar için Güney Amerika bıyıklı, gitarlı ve tüfekli
bir adam.” dedi doktor, gazetesinin tepesinden gülerek. “Problemi
anlamıyorlar.”
Albaya Mektup Yok, Gabriel Garcia Marquez’in ilk öyküsü Yaprak Fırtınası’nın ardından yazdığı ikinci öyküsüdür. Eser bir uzun öyküdür ve Marquez’in gazetecilikten yazarlığa geçiş yoluna döşediği ilk taşlardan biridir. Eserde Kolombiya iç savaşında yer almış ve daha sonra emekli edilmiş bir albayın ve karısının yoksulluk içinde öykü boyunca gelmeyen bir mektubu beklemelerini konu alır. Mektup sıradan bir mektup olmaktan ziyade albayın yirmi yıldır beklediği emekli maaşıdır.
Gabito’nun bu öyküsü de diğer eserleri gibi gizemli bir
sahneyle açılır. Sahnede ölen birinden bahsedilir ve ölenin kim olduğu öyle
hemen açıklanmaz. Klasik Gabito
kurgusunda olduğu gibi ilerleyen sayfalarda azar azar bilgiler paylaşılır.
Böylelikle okurun merakı dik durur. İlk eserlerden itibaren görülen bu tavrın
Gabito’nun bütün eserlerinde görüldüğünü söylemek mümkündür. Aslında bu tavır
büyülü gerçekçiliğin de bir gereğidir. Fakat Albaya Mektup Yok büyülüğü
gerçekçilik konusunda pek fazla materyal içermez. Belki diğer eserlerindeki o
lezzetli büyülü gerçekçiliğin öncül kırıntılarına rastlanabilir.
Eserin edebiyat tarihi açısından en önemli yanlarından biri
de Gabito’nun daha sonra Yüzyıllık Yalnızlık’ta merkeze alacağı efsanevi
karakter Aurilano Buendia’nın bu eserde ilk defa yer almasıdır. Efsane karakter
bu eserde, eserin başkarakteri albayın iç savaş esnasında subay olduğu dönemde yanına
bulunduğu bir albaydır. Albay Aureliano Beundia hakkında cephede geçen bir iki
anekdot dışında açıklama yapılmaz. Hatırlanmalı ki Albaya Mektup Yok 1957
yılında Paris’te, Yüzyıllık Yalnızlık ise 1967 yılında Meksika’da yazıldı.
Aradaki bu dönemde Gabito’nun Albay Aureliano Buendia karakterini geliştirdiği
ve Yüzyıllık Yalnızlık’ı yarattığı dönemdir muhtemelen.
Albaya Mektup Yok’taki albay ve karısı, oğulları Agustin
cinayete kurban gitmiş, yoksullukla ve hastalıkla mücadele eden, Kolombiya’nın
“kokuşmuş” bir kasabasına sıkışmış, albayın karısının ifadesiyle “canlı canlı
çürüyen” iki karakterdir. Albay, iç
savaş sırasında ülkesi için hizmet vermiş, 19 yıl önce çıkan yasayla emekli
edilmiş ancak emekli maaşını bürokrasinin ağır işleyişinden –belki de işleyen
bir bürokrasinin olmamasından- henüz alamamıştır. Uzun yıllardır her cuma
kendisine emekli maaşını getirecek olan mektubu bekleyen albay bu mektubu
hiçbir zaman alamaz. Burada söz konusu olan emeğin değersizleşmesidir. Albayın
karısının ifadesiyle “biz açlığa katlanıyoruz ki başkası yiyebilsin.”
Gabito okurları bilir ki, onun eserlerini okuyarak da
Kolombiya tarihi az çok öğrenilebilir. Bu eserinde Kolombiya’nın iç savaşı,
ölümler, yönetimsel istikrarsızlık, yoksulluk, hastalık gibi pek çok nokta
hakkında izlenimler vardır. Romanın en önemli cümlelerinden biri açılış
sahnesinde bahsedilen ölümün uzun yıllar sonra kendiliğinden olan ilk ölüm
olduğunun söylendiği kısımdır. Bu açıklama bile Kolombiya’nın o dönem içinde
bulunduğu durumu açıklar. Gabito bununla da kalmaz, bir de Avrupalı gözünden
Güney Amerika’yı betimler: “Avrupalılar için Güney Amerika bıyıklı, gitarlı ve
tüfekli bir adam.”dır.
Öyküde çiftin oğulları Agustin’in öldüğü anne tarafından
sürekli dillendirilir. Bir kasabalı tarafından öldürüldüğü söylenen Agustin’in
arkadaşları albaya Agustin’den defalarca not getirirler. Fakat bu notlarda ne
yazdığı, Agustin’in ölüp ölmediğine ilişkin net açıklama yapılmaz. Agustin
belki gerçekten ölmüştür, belki de oğlunun ölümünü kabullenemeyen babayı
teselli eden düzmece notlardır bunlar. Bu konuda kesin karar vermek için Gabito
yeterince malzeme sunmaz. Burası bir teknik kusur mudur yoksa Gabito bunu
bilerek mi yapmıştır bilemiyoruz. Belki de Agustin daha sonraki eserlerde tıpkı
Albay Aureliano Buendia gibi bir karakter olarak yeniden okur karşısına
çıkacaktır.
Metnin önemli metaforlarından biri de horozdur. Oğul
Agustin’den kalma bir dövüş horozudur bu. Kasabada horoz dövüşleri ilgi çeker
ve bu horoz da kasabanın gözde horozudur. Albay bu horozun dövüşleri kazanması
halinde kendilerine getireceği yüzde yirmi beşlik paya umut bağlar. Fakat
dövüşlere daha uzun bir zaman vardır ve bu horoz onların boğazından
çalmaktadır. Zaten kıt olan besinleri bir de horozla paylaşmak hatta bazen
olduğu gibi horoza yedirmek zorundadırlar. Horoz dönem dönem satılmanın eşiğine
gelir fakat hep bir şekilde çiftin elinde kalır. Burada yine horoz üzerinden
zaman zaman kaybedilme noktasına gelen umudun bir pamuk ipliğiyle yeniden
bağlanması söz konusudur.
Öykünün devamında albay mektubu alabilmiş midir, horoz dövüş
kazanmış mıdır, çift sefaletten kurtulmuş mudur açıklanmaz. Çünkü öykü bütün
bunların henüz cevaplanmadığı bir noktada sonlanır. Klasik edebiyat kalıbı
içinde sanki devamı gelecek bir dizinin ilk bölümüymüş izlenimi verse de söz
konusu Güney Amerika, Gabito ve büyülü gerçekçilik üçgeni olduğunda
yadırganacak bir son değildir bu da.
Özet olarak Albaya Mektup Yok, Gabito’nun ikinci eseri, uzun
öyküsü ve Yüzyıllık Yalnızlığın tohumlarını içermesi bakımından önemli, fakat
bağımsız bir metin olarak da çeşitli mesajlar içeren, Kolombiya hakkında
tahliller yapılan, Gabito’yu gazetecilikten yazarlığa taşıyacak yolun başlangıç
eserlerinden biridir.
Yorum Bırakın