Yeni Queer Sinema İncelemeleri: I Killed My Mother

Yeni Queer Sinema İncelemeleri: I Killed My Mother
  • 0
    0
    0
    0
  • İncelemelerime ve yazımın genel atmosferine şu tanımlamayı kazımak istiyorum: Xavier Dolan Efsanesi. Evet, bana kalırsa Dolan efsanevi bir yönetmen üslubuna sahip ve bu üslup kendini her filminde az ya da çok gösteriyor. Günümüz yüzyılının en başarılı yönetmeni kimdir diye düşünsem Xavier Dolan aklıma gelen ilk isimlerden. Dolan, filmlerinde aynı zamanda oyunculuk rolü de üstleniyor ve bu ne film yaratma ciddiyetine ne de sergilediği oyunculuğa olumsuz etki ediyor. Bence onun bu büyüleyici anlatım tekniği de kendi üzerinde yarattığı ikililikten kaynaklanıyor. Bu filmimde de daha 19 yaşında olan Dolan'ın hem yönetmenliği hem de başrolü üstlendiğini görüyoruz.


    Filme gelecek olursak, günümüzde görmeye pek alışık olmadığım bir tekdüze sinematografik anlatım kaygısı güdülmüş gibi. Film başlı başına realizmi izletirken karakter anlatımlarında dahi bu disiplini yitirmiyor. Her şey olması gerektiği kadar berrak ve kargaşa hiç olmadığı kadar yanı başımızda gerçekleşiyor. Başrolümüz Hubert (Xavier Dolan) ergen bir eşcinsel. Ebeveynlerinin ayrılığı sonrasında aile kavramına bütünüyle yabancılaşmış ve annesiyle sonsuz döngüde çatışan bir genç. Bu çatışma aslında bir başka hesaplaşmanın bilinç altındaki yansıması. Genç Hubert bizzat kendine ve kimliğine karşı bir sinirle kavruluyor. Aynı zamanda onun yaşında bir gencin sığınacak hiçbir liman bulamaması da onu bu hesaplaşmanın kaçınılmazlığına itiyor. Sevgilisi yakışıklı Antonin onun tek ve en büyük dayanağı fakat ergen psikolojisi yüzünden sadece uzaklaştırmak ya da sindirmek üzerine kurulu bir ilişkisellikle yaklaşıyor ona. Bu ilişkiselliği kesen ve genç Hubert'e güvenlik hissini tattıran, okuldaki öğretmeni Julie. Julie, Hubert için bir akıl hocası rolüne göz açıp kapayınca kadar ulaşıyor. Bu hem inanmaya aç bir çocuğun hem de gençlerin ihtiyaçlarından anlayan usta bir öğretmenin uyumuyla meydana geliyor. Filmin ilerleyen sahnelerinde Julie, Hubert'ten çok uzaklara da gitmiş olsa hikaye örgüsüne derin bir çentik atarak Hubert'in hayat damarlarından birini oluşturuyor.


    Anne rolünde bizi Anne Dorval karşılıyor. Kendisi farklı anne rolleri gerçekleştirme üzerine bir oyunculuk kariyeri hedeflemiyorsa eğer tüm roller özellikle kendisini buluyor. Esasında bu durum bir nebze tebessüm yaratıyor evet ama üzerinde hiç sırıtmaksızın bir önceki rolünün tüm yükünü üzerinden atmış şekilde bize her seferinde bambaşka bir anne rolü izletiyor. Filmde oğlunun aşağılayıcı ve hakaret dolu sözlerine tahammül eden sanki cansız bir manken rolünde. Oğlu Hubert ile arasında aşılmayı bekleyen bir dağ var ve bu süreç uzadıkça dağ sanki katbekat büyümekte.

    Filmimiz yukarıda söylediğim gibi realist bi çizgide ilerliyor ve neredeyse hiç sapma yaşamıyor. Bu tutarlı anlatımın tercih edilme sebebini sanatsal bir kaygıdansa yönetmenin tecrübesizliğini ustaca gizleme çabası olarak yorumluyorum. Kamerasal bir tutum bizi karşılamıyor. Daha çok olanı anlatmaya ve yakalamaya yönelik bir uğraş mevcut. Zaten realist bir anlatımda kameraman üslubuna pek ihtiyaç duyulmaz. Var olanı ustaca kayda almaktır tek amaç. Mekansal ögeler sıklıkla kapalı alanlardan oluşuyor. Bu durum anlatımın daralmasına ve sıkışık bir sahne alanına hapsedilmiş aktörleri ifade etse de filmde negatif hiçbir etki yaratmamış. Tam aksine ilerleyen hikaye örgüsüne bir yerinden eklemlenmiş ve uyumu sağlamış.

    Son sözler olarak şunlar denilebilir belki: Kavgalarımızın bir yerinde aslında kendime karşı zafer kazanma arzusuyla yanıp tutuştuğumuzu fark ederiz. İşte bu farkındalık anında artık kendimizle kavga etmeksizin kendimizi gerçekleştirmeye başlarız. Her hikayenin kavgasında bir umut yeşermesi temennisiyle bu incelemeyi huzurlarınızda sonlandırıyorum ve sizi hızla izlemeye sevk ediyorum...


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.