Altın Plastik Sendromu
Altın. Kimilerine göre zarafet, saygınlık ve lüks belirtisi. Kimilerine göre ise takıntı, gereksiz ve sonradan görmenin, çoğu insana tam tersini düşündürecek olsa da sefaletin belirtisi. Bazılarına göre ise sadece bir element.
Kral Midas, altını bir vazgeçilmez olarak gördü. Servetine o kadar bağımlıydı ki, sonu da bu aç gözlülükten gelmişti. Sahip olduğu her şeyi, altına ve pahalılığa olan tutkusundan dolayı kaybetti.
Gözü dönen bu kral, dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle lanetlenmişti. Bu, ona göre bir lanet olsa bile, halkı için bir mucize olabilirdi. Ancak olmadı. Çünkü Kral Midas’ın gözü o kadar çok dönmüştü ki, kendisi gezegendeki en varlıklı insan olduğu halde halkını fakirliğe mahsur bırakmıştı.
Kral Midas, bu geçici dünyadan herkes gibi yok olup gitti, dokunduğu tüm altınlar da onun ruhu gibi geldiği yere geri döndü. Halk ne yapacağını bilemedi. Çünkü tamamen altın olan saray onlara her ne kadar uzak olsa da onlar o asla erişemedikleri altın saraya uzaktan bakmaya, üzerinden seken her güneş ışını onların gözüne girip her seferinde ne kadar fakir olduklarını beyinlerinin içine kazımış olsalar bile, halk buna alışmıştı. Artık çürüyerek kararmış duvarlarıyla içi boş bir saray onların sefil yüzlerine bakıyordu.
Halk akıllarını bu alışılmışın dışına çıktıkları zaman kaybetmeye başladığı günlerde, kimin ortaya attığı bilinmeyen bir fikirle tekrardan birlik olmayı becerebilmişti. Saray, tekrardan altına dönüştürülecekti. Halk, ellerinde kalan son altınları, metalleri, şehirdeki parlayan her şeyi eritmeye başladı. Sarayın demirlerini, geriye kalan savunma mekanizmalarını, surları, atalarından kalan değerli ve kutsal kadehleri, hatta saraydaki altın tozlarını bile süpürgelerle son tanelerine kadar toparladılar.
Sahip olduklarını bilmedikleri tüm altına benzer elementleri erittikten sonra köylülerin hepsinin beynine kan sıçramıştı. Tüm varlıklarını yok ettiklerinde bunun sadece sarayın tek duvarına bile tam yetmeyeceğinin farkına varmışlardı. Umutsuzluğun içine gırtlaklarına kadar boğulmuş halk çözümü bulmakta çok zorlanmamıştı.
Altının sadece görünürde olmasının onlar için yeterli olduğunda hemfikir oldular. İçinin plastik, dışının altın olması onlar için bir sorun arz etmiyordu. Onlar, sadece saraydan gözlerine yansıyacak ve onları rahatsız edecek olan güneş ışınlarını, onlara ne kadar fakir olduklarını devamlı hatırlatacak altın sarayın görünüşüne tekrar kavuşmak istiyorlardı. Onlar için sarayın içinde kim olduğu, hangi duvarların veya aletlerin onları koruduğu, hatta atalarından nesillerden beri onlara emanet ettikleri malzemeler önemli değildi. Onlar sadece alışmış oldukları görüntüyü gözlerinin kornealarında tekrar hissetmek istiyorlardı.
Plastikten bir saray, üzerine altın kaplama bir duvar. Plastikten bir sur ve savunma makineleri. Halk, atalarından kalma bu değerli ve kutsal eşyaları bile plastik ile tekrardan yaratmaya çalışmıştı. Ancak ellerindeki tüm altını sadece sarayın kaplamasına harcamışlardı.
Birkaç gün boyunca huzur içinde yaşayan halk, alışılmışa dönmek için nelerden feragat ettiklerinden farkında değillerdi.
Bir gün surları plastikten olan bu krallık, altının değersizliğini anlayan demirler tarafından silindiler. Kanları şehrin dört bir yanını kırmızıya boyarken artık ne gözlere işleyecek altın yansımaları ne de kanların onları kaplamış olmasından dolayı görülecek bir altın vardı.
Yorum Bırakın