Kaderinden Kaçamayan Kadersiz Oidipus: Sophokles'in Başyapıtı

Kaderinden Kaçamayan Kadersiz Oidipus: Sophokles'in Başyapıtı
  • 0
    0
    0
    0
  • KADERSİZ OİDİPUS

    Ben Oidipus, Thebai kralı Oidipus. Kraldım daha doğrusu, artık değilim. Her şeyini kaybeden, kör ve talihsiz, zavallı bir adamım sadece. Benim hikayem Yunan mitolojilerinin en trajik olayı ve ben de en dramatik kahraman oluyorum haliyle. Hades'le buluşmadan önce bu dünyada ki son görevimi tamamlamak, sizlere hayatımı anlatmak istiyorum. Ta en başından hikayemi dinlemeye hazır mısınız?

    Thebai krallarının soyundan geliyorum. Kadmos ile Harmonia bu soyun başlangıcıydı. Ve bu soyun doğuşuna da bir tanrı neden oldu. Bu tanrı Dionysos'tan başkası değildi. Nedeni bilinmez ve karmaşık ama bir zamanlar Thebai soyu Dionysos'a karşı geldiği için lanete uğramıştır. Ve lanet de geldi beni buldu. Beni, kadersiz Oidipus'u. Aslında benim kaderim belliydi. Belli olan her şey yaşanır ve bu duruma karşı koymak mümkün değildir. Karşı çıkmadım ama kendimle hep savaştım. Kabullenemedim bir türlü, yine de o kötülük ve laneti hep yanımda taşımışım ben. 

    Ben Laios'un oğlu, Labdakos'un torunuyum. Annem de İokaste'dir. İokaste bana hamileyken bir düş görür. Rüyasını da hemen Kahin Teiresias'a yorumlatmak için acele eder. Teiresias kötü bir yorum sunar maalesef; İokaste'nin karnında taşıdığı çocuk doğup büyüdükten sonra babasını öldürecektir.

    İokaste ve Laios doğumdan sonra ayak bileklerimden delip ip geçirirler içinden ve aç ve susuz bir halde bir dağa bırakıp terk ederler. Zavallı ben acılar içinde kıvranıp ağlarken sesimi duyan bir çoban beni bulduğu gibi Korinthos kralı Polybos'a götürüp durumu anlatır. Bu olaydan çok etkilenen Polybos ve eşi Prioba hiç çocuk sahibi olamadıkları için bana bakmayı sevecenlikle kabul ederler. Ve böylece her şeyden habersiz ben Korinthos'ta delikanlılık çağıma kadar mutlu mesut yaşadım. Polybos ve Prioba ile hayatımın en dertsiz ve özel yıllarını geride bıraktım ama meğer bu mutluluk sonsuza kadar sürmeyecekmiş. Evet gerçek ailem olmamalarına rağmen bana sahip çıktılar ve hiçbir şeyimi eksik etmediler benden, ne sevgilerini ne de merhametlerini. Ayak bileklerimi delen öz ailemdi ve beni öldürmeye çalışmışlardı biliyorsunuz. 

    Bir gün Polybos sarayda bir eğlence düzenledi. Eğlence sırasında kulağıma şok olacağım şeyler çalındı. Duyduklarıma göre ben onların öz evladı değilmişim ve bulunmuş, kime ait olduğu belli olmayan biriymişim. Saraydan uzaklaşıp yaşadığım şoku üzerimden atmak istedim ve inanasım da gelmedi bunlara, fakat her ihtimali değerlendirmek ve düşünmek lazım gelirdi: Delphoi Tapınağı'na gidip hakkımda konuşulan bu söylentilere bir cevap bulmak istedim. 

    Tapınaktan çıkınca hafifleyeceğime tam tersi bir ağırlık çöktü yüreğime ve bedenime. Kafam allak bullak olmuştu ve kendimi bilmez bir halde nereye gitsem diye düşünmeye başladım. Kahinin dediğine göre ben babamı öldürüp annemle evlenecekmişim. O zaman Korinthos'a bir daha ayak basmamam daha doğru olurdu. (Polybos ve Prioba'yı öz ailem sanıyordum) Bu kehanetin gerçekleşmemesi için yolumu hiç bilmediğim yöne çevirdim ve belirsizlik içinde yürümeye devam ettim. Kah üzülüp kah şaşırıp yoluma devam ederken Thebai şehrine giden dar geçitte bana yol vermeyen bir arabayla karşılaştım. Yol uçurumun kıyısındaydı ve düşüp yuvarlanmak istemiyordum, ama arabanın umurunda değildi bu. Zaten her şey üst üste gelmişti ve doluydum. Sinirlenmeye başladım; arabanın sürücüsüyle ve yolcusuyla kavgaya tutuştum. Önce laf dalaşı oldu ve çileden çıkınca da onları öldürdüm. Öfkem geçince yaptığıma üzüldüm ama olan olmuştu bir kere. Ölümün geri dönüşü olmazdı ki...

    Yoluma biraz daha devam ettim ve o muhteşem şehire, Thebai'ye vardım. Thebai hayatımın en fırtınalı dönemini yaşatacaktı bana ve bunlardan haberim yoktu tabii. Yine de içimde bir umutla şehrin kapısına ulaşmak istedim hemen. Ama bir sorun vardı; insanların acı çığlıkları ve yardım dilenmeleri kulağımı tırmalıyordu. Bir de baktım ki iğrenç mi iğrenç, korkunç mu korkunç bir yaratık, bir Sfenks şehrin kapısında dehşet saçıyordu. Şehre girmek ve çıkmak için bu canavarla karşılaşmak zorundaydı insanlar. Sorduğu bilmeceleri bilemezseniz aç karnını sizinle doyuruyordu. Vahşet! Yutkundum ve yanına yaklaştım. O pis bilmecelerini sormasını bekledim sessizce. 

    Bilmece 1- ''Kimi zaman iki, kimi zaman üç, kimi zaman dört ayak üstünde yürüyen ve doğal yasalara karşıt olarak en çok ayağı olduğu zaman en güçsüz olan yaratık hangisidir?''

    İnsandır diye cevap verdim ve diğer bilmeceyi beklemeye başladım. Sfenks huzursuzlanmıştı bu arada.

    Bilmece 2- ''İki kız kardeştirler, biri ötekisini doğurur ve ikincisi birincisinden doğmadır.''

    Gün ve gece cevabını verdim. Bu yanıtlarıma karşı Sfenks dehşete düştü ve kendini yakınında bulunan uçurumdan aşağı attı. Thebai halkı canavardan ben ise ölmekten, vahşice yenilmekten kurtulmuş oldum böylece. 

     

    Sfenks'i alt ettiğime şahit olan Thebai halkı beni sevinçle karşıladı ve omuzlarına alıp alkış tuttular. Beni sarıp sarmalayıp neşeyle sarayın önüne kadar getirdiler. Kraliçe İokaste beni karşıladı. Ama bu nasıl bir karşılama? Güzelliği ve olgunluğuyla ilk gördüğüm andan itibaren kalbimi yerinden oynatmıştı. Kral Laios ölmüş olduğu için Thebai tahtı boştu ve şehri canavardan kurtardığım için kral olarak ödüllendirildim. Hem kral olmuştum, hem de aşık olduğum kadınla evlenmiştim işte. 

    Hayat! Her şeye şahit ama insan nankör; Korinthos'u, annemi, babamı, öldürdüğüm adamları, kehaneti, canavarı... hepsini çoktan unutmuştum artık. Sahip olduğum şehir, hayran olduğum kadın ve coşkun halk seli beni etkisi altına almıştı. Ama bir gün unuttuklarım bana acı bir tokatla hatırlatılacaktı. O kara gün ne zaman gelecekti acaba? 

    Sevgili İokaste ile beraber bereketli topraklarımızı yönetirken dört çocuğumuz da mutluluğumuza mutluluk kattı. İki kızım ve iki oğlum olmuştu: Antigone, İsmene, Eteokles ve Polyneikes. Ailemle ve halkımla beraber rahat bir yaşam sürüyordum işte keşke hikayem burada bitseydi ve belalar hiç aramıza girmemiş olsaydı ama oldu, lanet yakındı. Dionysos ve Olimposlular, beni, ailemi ve halkımı izleyip yukarıdan kıs kıs gülerken, yaşayacaklarımla dalga geçerken ertesi gün kötü bir haberle uyandım...

    Veba! Bu lanet hastalık halkıma aç kurt gibi dalmış ve bir anda herkesin çilesi haline gelmiş; saraya, burnumuzun dibine kadar sokulmuş da haberimiz yokmuş ki. Hemen aceleyle acil bir kurul çağrısında bulundum ve ileri gelenlerle beraber kafa kafaya verip çare arayışına girdik. Bu illetten kurtulmazsak kötü günler, açlık ve savaş bizi bekliyordu çünkü. Gözde bir şehir olduğumuz için düşene bir tekme de komşularımızın atması hiç de boş bir tehdit değildi bence. 

    En sonunda bir karara vardık ve İokastemin kardeşi Kreon'u Delphoi'ye göndermeyi uygun bulduk. Kreon kaynımdı ve kendisine çoğu konuda güvenim tam olduğu için onu seçmemiz isabet olmuştu. Kreon ve yoldaşları Delphoi'ye giderken ben de veba için bir takım önlemler almaya başladım. Ama bu hastalık şehrimizden çok can aldı ne yazık ki. Çok insan kaybettik! Meğer zor günler kapıyı aralamış ama içeriye henüz girmemiş. Bunlar daha belanın b'si bile değilmiş. Davetsiz misafirdi zor günler ve izinsiz bir şekilde gelip hayatımın ortasına girmeyi tercih etti. Mahvolmamıza az kalmıştı. Şehrin kapısına doğru yaklaşan Kreon'u ve arkadaşlarını görünce aceleyle indim merdivenleri. Günler geçmişti ve herkes bitik bir durumdaydı. İyi bir habere o kadar çok ihtiyacımız vardı ki...

    Her habere karşı da hazırlıklıydım ve kehaneti duymak için sağduyulu görünmeye karar verdim. Halkımın buna ihtiyacı vardı çünkü. Kreon'un asık bir suratla ve yorgun gözlerle bana baktığını görünce içimden bir parça koptu; evet gelen haber kötüydü kesin. Delphoi kahininin kehaneti ise şuydu; ''Kral Laios'un katili bulunmalı ve şehirden sürülmelidir ancak bu şekilde belalardan kurtulabilirsiniz.''

    Yıllar olmuştu kral Laios öldürüleli. Kreon ve askerleri araştırmıştı ve ama hiçbir şey bulamamışlardı Laios'a dair. Cesetleri bulup tören yapmak kalmıştı ellerinde sadece. Şimdi nasıl bulanacaktı bu katil? Bu koca şehirde hem de başımızda böyle bir bela varken biz katili nerede ve nasıl bulacaktık? O kadar dolmuştum ki birden öfkelenip etrafımdaki herkese bağırmaya ve tehditler savurmaya başladım. Paniklemiştim çünkü ve kral olarak ne yapacağımı bilmiyordum. Elimden bir şey gelmemesi de beni sinir harbine sürüklemişti. Sinirlenince de gözüm nasıl döner bilirsiniz!

    Sarayın önü bir anda kalabalıklaştı ve herkes şüphe içinde birbirini incelemeye çalışıyordu. İnsanlar kuşkulu, aç, yorgun, umutsuz bakışlarla bana doğru çeviriyordu son bakışlarını. Bu çıkmazın içinde kıvranırken kalabalığın içinden bana doğru yaklaşan Teiresias uğultunun sus pus olmasına neden oldu. Kendisi de bir kahin olduğu için hemen soru yağmuruna tuttum onu; Delphoi kahinlerinin ne saçmaladığını açıklamasını istedim. Bir kurtuluş arıyordum çevremdeki bakışlardan kurtulmak için... Teiresias rahatsız olmuştu, huysuz bir yaşlıydı ve genelde suratsızdı. Suskunluğunu korudu ve itici gözleriyle bana bakmayı sürdürdü. Kreon, ben ve Teiresias bu gerginliğe daha fazla dayanamadık ve yine bir bağırış, bir kavga koptu. 

    Bu karmaşa yaşanırken İokaste araya girdi ve o güzel sesiyle hepimizi susturdu. O anda herkes dikkat kesildi, ben de dahil. İokaste hamileyken gördüğü bir rüyayı hatırlattı ve dar geçitte Laios'un cesedinin bulunmasıyla ilgili düşüncelerinin bağlantısını anlatıp sorgularken benim içime bir kurt düştü. Dar geçit bana çok tanıdık gelmişti çünkü. Öldürdüğüm iki adamı hatırlayıp içimden bir ah çektim. Bu sırada rengim yavaş yavaş solmaya başlamıştı bile. Sakin görünmeye çalıştım nafile, ayakta duracak halim yoktu. 

    O sırada koşa koşa gelen bir ulak imdadıma yetişti ve soluklanırken de heyecan içinde bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Sonra da açtı ağzını: Korinthos kralı ölmüş ve yerine tahta geçmem isteniyormuş! Ama Polybos'u ben öldürmemiştim ki. Öldürmediğim halde yerine geçsem annemle evlenme tehlikesinden kurtulabilecek miydim peki? Kafam karmakarışık bir halde öylece durdum. Boşluktaydım sanki. O zaman duyduklarım doğruydu, ben onların evladı değildim. Ben bulunmuş bir çocuktum! Ulak ikinci kez ağzını açtığında düşüncelerimi doğruladı ve onların üvey ailem olduğunu ama taht için de hak sahibi olduğumu belirtti. İnanamadım tabii, ulak konuşmaya devam etti. Ben gerçekten bulunmuş bir bebekmişim. Bir çoban beni dağda zavallı bir halde bulmuş! İçimdeki kurt içimde kalmakla kalmayıp beni kemirmeye başlamıştı artık.

    Çobanı hemen bulmalarını ve bu olayın açıklığa kavuşmasını istedim. İokaste'nin düşü, dar geçit... Bu kadar tesadüf olamazdı ve gerçek ortaya çıkmalıydı artık. Çok beklemedik, o çoban da kapımıza kadar getirildi. Yaşlanmış ve yoksul bir haldeydi ve üzerine gidince her şeyi en başından anlattı. Ayağı delinmiş çocuğu, Korinthos kralını... Her şeyi anlatmıştı işte! İokaste duyduklarına dayanamadı ve çığlık atarak hizmetkarlarının kucağına yığıldı. Apar topar içeriye taşıdılar. Ömrümden on değil, yüz yıl gitmişti sanki. Kalabalığın uğultusu ve çığlıkları eşliğinde ben de sarayın içine attım kendimi. 

     

    Bacaklarım ve ayaklarım beni taşımıyordu... Düşünceler beynimden şimşek hızıyla akarken öz babamı dar geçitte öldürdüğümü anlamam da çok uzun sürmedi. Ahh! Felaketler kapıdan içeri girdi mi o kapı kapanır mıydı bir daha? Bir sel gibi aktılar; şehrime, aileme ve bana. Ne yapıyordum ben? İokaste neredeydi? Onu görmeliydim hemen. Odasının önüne geldim hızlıca, ağıtlar çalınıyordu kulağıma. Bir de gördüm ki hizmetkarlar ve kadınlar kapının önünde ağlaşıp bağırıyorlar. İçimden hayır dedim ve haykırarak kapıyı açtım. Ah o karşılaştığım görüntü! O güzel kadın asmıştı kendini. Bacaklarına sarılıp ağladım. Hıçkırıklara boğuldum ama geri dönmeyecekti artık İokaste. Ölümün geri dönüşü olmazdı ki...

    İokastem! Bu kadın hem eşim, hem de annem. Çocuklarım ise kardeşim. Ben nelere neden olmuştum? Keşke bıraktıkları o dağda ölseydim de olmasaydı bunlar! Sürgün edilmeyi hak etmiştim artık, hatta öldürseler daha iyiydi benim için. Çünkü yaşamanın bir anlamı yoktu; son gördüğüm şey İokaste olsun istedim, onun iğnesiyle gözlerimi kör ettim. 

    Kör ve kadersiz Oidipus olmuştum işte. Kreon ve halk vebadan hemen kurtulmak (asıl veba bendim çünkü) için beni Thebai topraklarından sürdüler. Sadece vefalı kızım Antigone benimle gelmek istedi. Sefil bir halde göçmenler gibi yaşadık onunla. Antigone'in kocaman bir yüreği vardı ve en çok onu sevdim İokaste'den sonra. 

    Aradan yıllar geçti; çekmem gereken acıları çekmiştim işte ve olgunlaşmıştım da. Acılar insanı olduğundan daha çabuk olgunlaştırıyormuş gerçekten. Dolaşa dolaşa Attika'nın Kolonos kentine vardık kızımla. Ölümümle ilgili bir kehanet yüzünden buradan Hades'e ineceğimi biliyordum. Ve bu kehanet herkesin dilindeydi. Çünkü nerede ölürsem o topraklar Olimpos tanrıları tarafından kutsanacak ve korunacaktı. Beni vatanımdan sürenler, oğullarım, Kreon ve halk şimdi beni arıyordu her yerde. Ayağıma da kapansalar Kolonos'tan ayrılmamaya niyetliydim. Neyse ki Attika kralı Theseus beni çok güzel ağırladı ve gereken her şeyi de sağladı. Zamanında yarı aç yarı tok yaşayıp giderken beni umursamayanlar, şimdi ülkeme dönmem için yalvarıyordu ama nafile. Kreon'a, oğullarıma ve Thebai'ye lanetler yağdırdım ve benim için biçilmiş ömrün sonuna geldim. Hades'e olan yolculuğum son yolculuktu. Kolonos hak ettiği üne de kavuşacaktı benim sayemde. Kadersizliğim, lanetim yer altına indiğim için son buldu ve ölüm de benim kurtuluşum oldu. Ama Thebai için de sona az kalmıştı. 

    Benden sonra oğullarım arasında büyük bir savaş patlak verdi. Antigonem ikisi arasında kaldı ve elinden geleni yaptı ama ettiğim lanetler kabul edilmişti. İkisi de kendi elleriyle birbirlerini öldürdü. Soyum da lanetliymiş aslında benim gibi. Tanrılara karşı gelmenin bedelini ben ve soyum çok ağır bir şekilde ödedik.

    Benim hikayem insanlık var oldukça yaşayacak, konuşulacak ve okunacak. Yazarlara ve sanatçılara ilham kaynağı olacak. Sahneleri, tuvalleri, kitapları süsleyecek. Kimisi ders alacak belki, kimisi de kendi hayatına bakıp şükredecek. Ama benim hikayem hiç bitmeyecek. 

     

     

    Thebai üçlemesi ünlü Yunanlı tragedya yazarı Sophokles tarafından kaleme alınmıştır ve toplamda üç eserden oluşmaktadır;

    1. Kral Oidipus

    2. Oidipus Kolonos'ta

    3. Antigone

    -Bu üç kitabı da İş Bankası Kültür Yayınları'nın HAY klasikleri dizisinden tercih ettim. Eserlerin tanımlanması, önemleri, önsözleri mükemmel hazırlanmış ve yazarın hayatına dair öğretici bir hazine, ayrıca çevirileri de çok başarılı. 

     

    1. Kral Oidipus

    Üçlemenin ilk kitabı Thebai Sarayı'nın önünde başlar. Oidipus Thebai kralıdır bu sırada. Ve başına geleceklerden habersizdir. Kehanet ne yazık ki kaçınılmaz sona götürecek Oidipus'u. Kader üzerine ve trajediyi en iyi yansıtan eserler arasında Kral Oidipus başı çekebilir bence. Çünkü bireyin kendisiyle ve toplumla olan çatışması ince bir şekilde işlenmiş. Birinci kitap hem her şeyin başlangıcı hem de sonu gibi. Ama her son bir başlangıç klişesinin de gerçekleştiği bir bölüm Oidipus adına. Bu eserde üç kitapta adı sık geçen kişiler ve mekanlarla tanışacağız ve hafızalarımıza acı bir şekilde kazınan olaylara da şahit olacağız. Bir tragedya eseri olmasına rağmen tek bir bölümden oluşması ise hayret verici. Zevkli bir okuma yolculuğu sunacağından ise şüpheniz olmasın. Ayrıca mutluluktan mutsuzluğa doğru giden bir hikaye, bir efsane Kral Oidipus.

     

    2. Oidipus Kolonos'ta

    Evet ikinci kitapla devam ediyoruz. Oidipus'un yaşadıklarına şok olduktan ve bu süreci kendisiyle beraber atlattıktan sonra onun yaşlı ve talihsiz haliyle karşılaşıyoruz. Kendisi aç ve sefil bir halde kızı Antigone ile, yanında onu yalnız bırakmayan tek insan evladı ile, o kent senin bu dağ benim göçebe hayat yaşarlar. Lakin yaşlı Oidipus sonunun yaklaştığını hisseder ve Attika şehrinin Kolonos kentinde ölümü beklemek ister. Fakat Oidipus'un ölümüyle ilgili tüm ülkeleri saran önemli bir kehanet söz konusudur. Yani Oidipus'un nerede duracağı herkesçe mercek altına alınmış gibi bir şeydir.  Attika kralı Theseus ile Oidipus'un anlaşması diğer ülkeleri ve Thebai'yi nasıl bir duruma sokacak okuyup göreceğiz ama çok heyecanlı olaylar sizi bekliyor sevgili okurlar. Bu sefer kader, ölüm ve laneti daha yoğun hissedeceğiz. 

     

    3. Antigone

    Gelelim son kitaba! Antigone Oidipus'un en sevdiği çocuğu, en hayırlı evladı. Antigone bu sefer tüm ailesiyle beraber bir çıkmazda buluyor kendini. Oidipus lanetliydi ama soyu da lanetli işte! İki erkek kardeşi birbirine girince zalim dayısı Kreon ve bir işe yaramayan İsmene ile tutuştuğu kavgalar, tartışmalar içinizi acıtacak cinsten. Oidipus kehaneti Thebai şehrini mahvedecekti zaten ve ne yaparlarsa yapsınlar kaçışı yoktu bu sonun. Sonları da kötü oldu maalesef. Özellikle iki erkek kardeşi arasında yıpranan Antigone için.  İyi olmak ve iyi bir insan olmaya çalışmak mutsuzluğun bir gün sizi bulmasını mı sağlıyor acaba diye düşünüyor insan bu eseri okurken. 

     

    Thebai üçlemesini son kez bir değerlendirecek olursam;

    Kimse kazanmadı herkes kaybetti adlı bir çalışma. Çünkü kaderden, lanetten ve ölümden kaçamazsın dostum mesajı veriyor. Bireyin kendisiyle ve toplumla olan hesaplaşması muhteşem koro bölümleriyle yansıtılmış. Halkın sesidir koro. Cidden mantıklı ifadeleri var ama bir görseniz. Sophokles demek istediklerini ve mesajlarını koro ve koro başı üzerinden bizlere aktarıyor aslında.  

    Geçmişte yapılan hatalar ve en önemlisi Tanrı'ya karşı gelmek bedelini ağır bir şekilde ödetir, cümlesini de buraya bırakıyorum çünkü temeli bu. Sadece bir birey olarak nefes alıp vermeye devam edip yaşarken aslında tek başınıza değilsiniz. Bir zincire bağlısınız; aile, akrabalar, ülke, dünya, evren. Zincirin bir halkası koptuğunda bedeli döner dolaşır sizi bulur adlı bir çalışma daha çıkıyor buradan. Oidipus'un başına gelenler de bunun bir göstergesi.

    Yunan mitolojilerine ilginiz varsa ya da bir yerden başlamak istiyorsanız bu üçleme harika bir seçim olabilir çünkü yoğun mitos öğeleri barındırmıyor. Olimpos tanrılarından çok insana, kadere değiniyor. Efsaneleşmesi de mitolojiden bir parça olmasına dayanıyor. Bu nedenlerle harika bir seçenek olduğunu düşünüyorum bu üçlemenin.  Benim yorumum bu şekilde ve şimdi ünlü tragedya yazarımızdan da bahsederek kapanışa geçiyorum;

     

    SOPHOKLES

    Thebai üçlemesini okuyarak tanışmış olduğum Sophokles, Atina şehrinin biraz dış tarafında yer alan Kolonos kentinde doğmuş ve büyümüştür. Atina'nın en parlak döneminde yaşamış ama çöküşüne de tanık olmuştur. Oidipus başına gelenlerden sonra Kolonos'a sığındığı için Sophokles bu hikayeden çok etkilenmiştir. Çocukluğundan beri bu hikayelerle büyüdüğü ve bu mitleri özümsendiği biliniyor. Etkilendiği böyle bir alanı tragedya sahnelerine ve metinlerine sığdırması bizi de şaşırtmıyor böylece. 

    Sophokles gençken kendisinden daha usta bir tragedya yazarı Yunanlı Aiskhylos'tan etkilenir ve kendisi de kariyerini burada ilerletmek ister. Ve ilk başarısını da 27 yaşındayken kazanır; birçok tiyatro yarışmasını ya birincilikle ya da ikincilikle bitirir.

    Birden fazla ilişkisi olduğu da söylenir. Ve oğulları da kendisi gibi tiyatroyla ilgilendi. Diğer yazarlardan farklı olarak kralların davetini kabul etmedi ve Atina şehrinden de hiç ayrılmadı. Mutlu bir şekilde de hayata gözlerini yumdu.

     

    Eserleri:

    123 eserinden günümüze ulaşan eser sayısı yedi tanedir ne yazık ki. Keşke daha fazla olsaydı çünkü hem kendisine hem de oyunlarına bayıldığımı itiraf ediyorum. Thebai üçlemesi dışında bilinen oyunları; 

    -Troyalı kadınlar

    -Aias

    -Elektra

    -Filokletes

     

    Tiyatroya katkıları ise;

    -Korodakilerin sayısını 12'den 15 kişiye çıkarmıştır.

    -Sanat yapıtının temel koşutu şehir-devlet ilişkileri olmuştur. 

    -Birey ve toplum ilişkisini ele alır.

    -Kader motifini iyi işler.

    -Tanrı olgusunu mümkün olduğu kadar az irdeler, birey üzerinde durur. 

     

     

    Bir yazının daha sonuna geldik! Okuduğunuz için teşekkür ederim, umarım bu efsane ilginizi çekmiştir.

     

    Kaynakça:

    Sophokles (2019). Kral Oidipus (Çev. Bedrettin Tuncel). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

    Sophokles (2016). Oidipus Kolonos'ta (Çev. Ari Çokona). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

    Sophokles (2019). Antigone (Çev. Ari Çokona). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

    Grimal, Pierre (2012). Mitoloji Sözlüğü- Yunan ve Roma (Çev. Sevgi Tamgüç). Kabalcı Yayınevi

    Erhat, Azra (2019). Mitoloji Sözlüğü. Remzi Kitabevi

    P. Kershaw, Stephen (2018). Yunan Mitolojisi-Rehber Kitabı (Çev. Şefik Turan). Salon Yayınları

    Buxton, Richard (2016). Yunan Mitolojisi (Çev. Ahmet Fethi Yıldırım). Alfa Yayınları

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.