Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Kiss of the Spider Women

Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Kiss of the Spider Women
  • 0
    0
    0
    0
  • Brezilya’da, Brezilya askeri hükümetinin baskıcı politikası altında bir hapishane hücresinde, olası olmayan iki kişinin hücre arkadaşı olmasıyla başlıyor hikayemiz.

    Valentin Arregui (Raul Julia), sol devrimci bir örgüte üye olması ve ajanlık faaliyetleri gerçekleştirmesi nedeniyle hapsedilirken, Luis Molina (William Hurt) hem transseksüel olmasından hem de reşit olmayan bir çocukla seks yapmaktan hüküm yemiş bir mahkûm. Molina zamanını, en sevdiği filmlerden birinden, bir savaş zamanı romantik geriliminden, aynı zamanda bir Nazi propaganda filminden anılar anlatarak geçirir. Molina’nın anlatısı, hikâye örgüsünün ilerleyişinde Arregui'yi rahatlatmak ve onu siyasi hapis hayatından ve ailesine olan özlemin sert gerçeklerinden uzaklaştırmak için tasarlanmış bir kaygıya dönüşür. Molina tüm kaba söylemlere rağmen anlatısına ısrarla devam ederek Arregui'nin savunma tarafını yavaş yavaş azalttığını ve yumuşadığını görür. Hikâye ilerledikçe hapishanede planlanan işkencenin işlediği ve gardiyanların Arregui'yi zehirlediği anlaşılır. Bu aşamadan sonra Brezilya gizli polisi için bir casus rolüne bürünen Molina, Arregui ile arkadaş olacaktır. Tek görevi, örgüt hakkında elde edilecek bilgiler. Molina eğer başarılı olursa şartlı tahliye edilecektir. 

    Bu akışın bir yerinde Molina plansızca Arregui'ye âşık olur. Bu ilgi ve hassasiyet sonunda kendini açık eder ve Molina hapishanedeki son gecesinde aşkını esaslı bir birleşimle tamamlar. Hapishaneden ayrılacak olan Molina’ya Arregui’nin bir görevi vardır. Devrimci örgütü aramak ve Arregui’nin mesajını onlara iletmek. Molina tüm reddedişlerine rağmen aldığı bir öpücükle yumuşar ve özgürlüğünün belki ilk anlarını onu tekrar kaybetme tehlikesiyle görevi kabul eder.

    Molina'nın telefon kulübesinde sanatsal bir açıdan çekimleri bizi karşılıyor. Bu sanatsallık hikâyenin içinde erimeye başlarken gizli polisin onu gözetim altında tuttuğu gerilimi yüksek sahneleri izliyoruz. O esnada Molina mesajı iletmeye giderken devrimciler ve polis arasında bir silahlı çatışma meydana geliyor. Polisi peşinde getiren Molina’nın onlara ihanet ettiğini zanneden devrimciler onu vuruyor. Molina başarılı bir sunum ve tonlamayla yaralı halde sokaklarda dolaşırken polis onu yakalıyor ve tedavi için hastaneye götürmeleri karşılığında aradığı telefon numarasını açıklamasını istiyorlar. Bu teklifi reddeden Molina yaralarına yenik düşüyor ve ölüyor. Homofobik polis şefi Pedro (Milton Gonçalves), Molina'nın cesedinin bir çöp çukuruna atılmasını ve ölümünün devrimci grupla olan ilişkisi hakkında uydurulmuş bir hikayeyle basına çıkmasını emrediyor. 

    Tüm bunlar yaşanırken hikâye tekrar hapishaneye dönüyor; Arregui çok kez daha işkence görmüş ve tedavi altına alınmış. Onun bu halini gören doktor işini riske atarak uyumasına yardımcı olması için ona morfin enjekte ediyor. Rüyalarında Arregui tropik bir adada Marta ile tekrar bir araya gelmeyi başarıyor. Ayrıca bu rüyalarda ünlü oyuncu Sonia Braga, Örümcek Kadın (Molina'nın anlattığı hikayelerden birindeki mahlas) olarak rol alıyor. 

    Güney Amerika hapishanesinde bir hücreyi paylaşan çift, birlikte sizi büyüyen dostluklarına ve daha önemlisi sevecen ilişkilerine gerçekten ikna ediyorlar. Film, tamamen hücrelerindeki iki adam ve bazı politik alt metinlerle karıştırılmış etkileşimler hakkında ancak aynı zamanda hapishane yaşamının sert ve sefil gerçekliğini, hapishane yaşamına sevgisiyle, anlattığı hikayelerle, hayal edilen iç içe geçmiş rüya benzeri monokrom fantezi dünyasıyla fevkalade bir şekilde sunuyor. 

    Film genel itibarıyla döneminin çekim üslubunu üzerinde taşırken hapishane sahnelerindeki dar alan anlatısı önceki incelemelerimde dile getirdiğim üzere cesaret isteyen bir icra. Çünkü dar alan anlatımı, hikâyeyi kısıtlarken anlatımın genel atmosferini sıkıcı bir hale sokar ve oyunculara çok fazla sorumluluk yükler. Esasen hem Molina hem de Arregui karakterleri bu kaygıyı güzelce sindirmişler ve anlatım neredeyse hiç sıkışmış izlenimi vermiyor. Bunun yanı sıra Yeni Sinema ve ekspresyonist karakter anlatıları mevcutken filmi izlerken şairane gerçekliğin, özellikle de Fransız esintili bir müphemliğin baskın görünümü kendini izletiyor. Tüm bu açıklamalarla söyleyebilirim ki bu film, sanatsal kaygıyı had safhada yaşatan ve üzerine geniş düşünülmüş bir olay örgüsüyle beyaz perdenin efsaneleri arasında yerini almalı.

    Bu filmi geçen günlerde kaybettiğimiz William Hurt anısına kaleme aldım aslında. Kendisi bu film sayesinde Oscar, Cannes ve BAFTA almaya hak kazanmış efsane bir oyuncudur. Daha farklı roller ve yapımlarla akıllarda iz bırakmış olsa da Hurt, hem Queer sinema için hem de 1989 senesinin Latin Amerika merkezli Yeni Sinema akımına eşsiz bir katkı sunmuştur. O döneminin transseksüel dışlayıcı bakış açısına karşı efsanevi bir oyunculuk sunmuş ve Oscar gibi cemiyetçi ve kaygılı kesimlerden dahi alkış toplamayı başarmıştır. Kendisini bu vesileyle tekrar anmak ve mirasını yaşatmak istedim. “Işıklar içinde uyu Molinam”


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.