Halina Poświatowska: Ölümün Gölgesindeki Şiirlerin Şairi

Halina Poświatowska: Ölümün Gölgesindeki Şiirlerin Şairi
  • 3
    0
    0
    0
  • Edebiyatımızda pek adına rastlamadığımız Halina Poświatowska’yı savaşların toplumda bıraktığı izler üzerine okumalar yaparken tanıdım. Halina gibi bir şairi, bu okumalar esnasında tanıdığıma ne kadar üzülsem de onu tanımış olmanın mutluluğu daha ağır bastı. O yüzden sizleri de Halina Poświatowska ile tanıştırmak istedim.

    Halina Poświatowska, 9 Mayıs 1935 yılında Polonya’nın Czestochowa kentinde gözlerini, savaşların yarattığı ve yaşamı boyunca  peşini bırakmayacak o savaşların ardında bıraktığı toz bulutuna açtı. Çocukluğu, Nazi faşizminin işgali ve saldırıları altında hayaller kurmakla geçti. Faşizmi, bir çocuğun kuracağı hayalleri bile korkudan titretirken 1945 yılına gelindiğinde Czestochowa şehrinde hayal düşmanı Nazi’lerden kurtarmak için son bir savaş daha başladı. Bu savaş sırasında annesiyle üç gün boyunca sığınakta kalmak zorunda kalan Poświatowska’nın küçük kalbi sığınağın soğuk, rutubetli duvarlarına dayanamadı ve kalbinde mitral kapak kusuru meydana geldi.  Bu kusur, onu ölümle yakınlaştırdı ve Poświatowska, ağır bir kalp hastası olarak toz bulutunu da arkasında taşıyarak yaşamak zorunda kaldı. Sırtında taşıdığı ölüm ağırlığı şiirlerini de etkilemişti. Freud’un Eros ve Thanatos, Irvın D. Yalom’un ölüm anksiyetesi ve Otto Rank’ın ölüm korkusu olarak isimlendirdiği; yaşamın çatışma halini yoğun bir şekilde duyumsuyordu. Bu çatışma veya kaygı, Poświatowska’nın kelimelerinde canlanıyor, yürüyor ve ölüme meydan okuyordu. 

    ‘‘Ne zaman yaşamak istesem, haykırırım daima 

    benden uzaklaştığında yaşam 

    ona sokulur

    derim ki – yaşam

    benden henüz uzaklaşma 

    yaşam sanki bir sevgili

    çekip gitmek isteyen –

    boynuna sarılır

    haykırırım ona 

    ölürüm giderse’’

    Kimi şairler vardır, ölümün ince çizgisinde gözlerini kapatarak yürümek isterler. Poświatowska ise yürüdüğü ince ölüm çizgisinde, yaşam perilerinin kanat çırpışlarına bırakıyordu kendisini. Savaşın ona biçtiği yaftayı Tanrı’ya soruyordu şiirlerinde:

    ‘‘My God have mercy on me

    why have you created me in the unlikeness

    of hard rocks

     I am full of your secrets

    I change water into the wine of yearning

    wine - I change into a flame of blood

    God of my agony

    pad with satin breath

    the empty nest of my heart

    lightly - not to crush the wings

    breathe into me a bird

    with a voice silver from loving’’

                             

    1954 yılında, ölümün yakınlığını, şiirlerini yazdığı ve tattığı en güzel şey olarak gördüğü aşkında hissedecekti. Hastanede tanıştığı eşi, ressam ve sinema okulu öğrencisi, Adolf Ryszard Poświatowski evliliklerinden 2 yıl sonra kalbine yenik düştü ve ölümün acı varlığı kendisini Halina’ya hatırlattı. Her ne kadar yaşamın güzelliği ile süslese de umudunu, Halina’nın karanlığa çekildiği ve ölümün kaçınılmazlığı altında yorulduğu zamanlarda oluyordu. Şairin annesine yazdığı mektupta, umutsuzluğun sessiz çığlıklar attığı görülür (Köycü, 2018): ‘‘Neden hiçbir şeye karşı hiçbir bağ hissedemiyorum, her şey bana öylesine uzak ki. (...)Yaşam bağışlayan cerrahların aksine, hiçbir zaman uzun süre yaşayacağıma inanmadığımı biliyorsun, inançsızlığım artıyor, kabarıyor, yayılıyor.’’ 

    Şiirlerini aşkın her haliyle dolduran Poświatowska, kendisini hiçbir edebi grubun altında görmedi. Ancak Polonya edebiyatında ‘günümüz’ anlamına gelen ‘Współczesność’ akımına dahil edildi. Bugün psikolojinin ve felsefenin öncelik verdiği kavramlardan biri olan varoluşçuluk, Poświatowska’nın şiirlerinin temelini oluşturuyordu. Onu, Nilgün Marmara, Didem Madak, Sylvia Plath gibi şairlerle birlikte anmamak elde değil gibi. Varoluş çatışmasını, Eros ile Thanatos’un iç içe geçtiği ve aşk ile boyanmış satırlarıyla gösteriyordu:

    ‘‘Ben öldüğümde bebeğim

    güneşle ayrıldığımda

    ve uzun, oldukça üzücü bir konu olacağım

    beni alır mısın o zaman

    kollarınla ​​kucaklayacaksın

    zalim bir kaderin kırdığını düzelteceksin’’

    Ölüm ile birlikte büyüdüğünü hayal edin. Ne korkunç! Her korku, kendi içinde espriyi de yaratır. Korkuyu yenmek, gülmekten ve kabullenmekten geçiyordu Poświatowska’nın şiirlerinde. O, ölümü eski bir arkadaş gibi tiye alıyordu:

    ‘‘Halina Poświatowska'nın bir insan olması gerekiyordu

    ve güya ondan önceki kadar insan ölecek

    Halina Poświatowska şu anda mücadele ediyor

    kendi ölümü üzerine’’ 

    (1958)

    Savaş, ardında bıraktığı izlerle Halina Poświatowska’yı şairleştirmiş miydi yoksa onun kalbinde açtığı yarayla Halina’yı öldürene kadar soğuk, rutubetli sığınakta işkence mi yapmıştı? Bana kalırsa, Halina Poświatowska’nın yaşamı diyalektiğin somut örneğiydi ama şiir bir yaşamdan daha değerli olamazdı ve şiir bir yaşamı ölümsüzleştirebilirdi. Ve Halina Poświatowska, 11 Ekim 1967 yılında, 32 yaşında, yorularak yaşamdan ayrıldı. Onu öldüren kalbi, bugün bu cümlelerde ve onun şiirlerinde göğüs kafesini parçalayacakmış gibi atmaya devam ediyor. 


    ''Yine de sözlerine ve hafızana ihtiyacım var. Beni hatırla, tamam mı? Belki daha az korkarım, belki daha sakin uyurum.''                             

     

    Köycü, S. (2018). Halina Poświatowska ve Nilgün Marmara: İlki Yaşama, Diğeri Ölüme Seslendi. 

    Metrak-Ruda, N. (2017). Halina Poświatowska. Culture.Pl

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.