Hayat Nasıl Yaşamaya Değer Olur?
Bu soruda apaçık bir kabul var o da şu: Hayat salt bir erek değildir, katlanılması gerekilen bir şeydir o yüzden onu yüklenebilmek için bir değer inşası gerekir ki çekilebilir bir şey olsun. Bu kabul ediş öncelikle bir hayat izahının kabul edişiyle mümkün olur. O hayat izahı da hayatın acıya denk olduğunun bir izahıdır. Daha önce bu izahı yapmış idim, bu yazı hayatın çekilebilir bir şey olması için ne gibi değerlerin olması gerektiğiyle alakalı. Yaşamdan kast ettiğimiz tabii ki kendi yaşamımız, süre giden ve bir gün son bulacak olan hatırlarımızdır. Kabul ettiğimiz şey işte biricik olan bu yaşamın kötü hatırlar ve kötü hatırlarla devam edeceği kabulüdür. Hatır ilerlenen yolda görülen, şahit olunan, duyulup kabul edilen her şeydir, sadece hatırlamaya değe gördüğümüz sahneler değil, hepsidir. Yaşam için kabul ettiğim biricik gereklilik hatırın farkındalığı ve onu anımsayacak bir zihindir bunların yokluğunda bir yaşamdan bahsedemeyiz. Burada kastım yaşamın bizim gördüğümüz ve bu gördüğümüzü hatırlayışımızla alakalıdır. Daha önce bir çok yazımda yaşamın farkındalığının bir başkasının gözünde kendini görmekle mümkün olduğunu söylemiştim. Hatırlar senin ve öteki/ötekilerin arasında bir ortak mekanda gerçekleşen bulunmuşluktan zuhur eder. Hatır için tek koşul sen ve ötekinin arsında geçen iletişim değildir, hatır sen ve ötekin arsında aynı mekanda iletişim yokken, ötekiden bir dönüt bulunmadan da zuhur edebilir. Bu senin bir dönüt yetisi bulunmayan cisimle kurduğun hatırı açıklar. Hatır için iki şart vardır bu şartlardan biri mekan diğeride salt senin dönütündür. Yani senin ötekiyle bulunduğun bir mekanda dönüt vermenle oluşur hatır. Bu hatırlamaya değer en düşük gördüğün hatırdır, sen ve öteki arsında ne kadar çok dönüt gerçekleşir o hatır senin için o kadar çok hatırlamaya değer olur. Ötekinin dönüt becerisi olmadığını düşürsek ve senin o ötekiye dönütünün yüksek olursa bile senin için hatırlamaya değer olur. Hatırın oluşmasında dönütün önemli olmasının nedeni senin inşanın ötekiye olan ihtiyacından kaynaklanmaktır. Öteki bizim referans noktamızdır ve kendi konumumuzu açıklamak, farkında olmak için ötekiden alacağımız ya da ona atfedeceğimiz bir dönüte ihtiyaç duyarız. Kim olduğumuz nerede bulunduğumuz ne hissettiğimiz görmek ve anlamak için bir dönüte ihtiyaç duyarız, mutluluk, hüzün, kötü ve iyi tanımımızı da bu öteki sayesinde edindiğimiz dönütlerle yaparız. Aslında burada yaptığımız şey ötekiyi bir araç olarak kullanmaktır. Kendimizi görmek, şeklimizi, fikrimizi tayin edebilmek için aynaya ihtiyaç duyarız. Bu bizim fark edişimizdir. O yüzden dünyaya yeni gelmiş bir bebek için yaşamın farkındalığı annesinin göz bebeğinde kendini görmesidir. Bir insan ancak yaşamını bu şekilde görebilir, farkında olabilir. Yani yaşamın farkındalığı bir ötekiyle mümkün olur. Hayatımız bir ötekiyle edindiğimiz maceralardan müşterektir. Hatırlar bunlardır. İşte bu sebepten ötürü hayat izahı ötekilerin aynasından inşa olur. Öteki çoğu zaman sen göresin diye ayna tutmaz, iyi ya da kötü göresin diye sana bir açı belirlemez. Sen çoğu zaman aynanın konumunu kendin tayin edersin ama bu demek değil ki dönütün ötekinin sanana gösterdiği gibi olmadığıdır. Bazen de sana belirli bir açı tayin edilir. Ne olursa olsun ister doğallık ara ister yapaylık, dönüt dönüttür, hatırın böyle inşa olur. Bunu hayatı izah etme çabamız için yapmayız. Daha doğrusu hayatı anlamak gayesine çoğu zaman değilizdir. Yaptığımız şey kendimizi görmektir, kendimizi görmek için hayat ağacının meyvesini yeriz. Anlamak istediğimiz şey insanın ta kendisidir, yani kendimizi tanımak bilmek isteriz. Çoğu zaman insanların derdinin kendilerinin olmadığını düşünsek de aslında insanın tüm eylemlerinin biricik nedeni kendisidir. Kendini anlama, koruma ve konumlandırma gayesindedir insan. O halde şöyle diyebiliriz: İnsan kendini korumak ve devamlılığını sağlam için önce kendini görmek ve konumlandırmak ister, bunu da ötekiyle yapar. Bir ad kimliktir, senin kimliğindir ve seni tanımlar ama sana değil bir başkasına.
Anlamak
Bir başkasını ve kendimizi anlamak yani insanı anlamak bizi hayatta tutan şeydir. İnsan anlarken, daha doğrusu anlama teşebbüslerinde bulunurken birçok şeye vesile oldur. Yani anlama çabamız bu zamana kadar bir çok şeyi doğurdu ve doğurmaya devamda ediyor ama insanlık olarak henüz anlama gayemiz olan şeyi insanı anlayamadık daha doğrusu bunu formüle edip bir konsensusa varamadık. İnsanın ne olduğunun izahı aynı hayatın izahı gibi zordur ve biriciktir. Zor olmasının nedeni hayat biricik olduğu gibi insanında biricik olmasıdır. Zor olması bir izah yapamayacak olacağımız anlamına gelmez, zaten gün içerisinde sürekli yaptığımız şeydir insan izahı. Karşımızdaki insanı anlamaya çalışırız ve anladık deriz. Bir izah yaparız ve insan işte budur deriz. Yaptığımız insan budur izahımız çoğu zaman bizi kapsamaz, kendimizi farklı görürüz o öteki ve sen çizgisi burada çizilir. İşte bu izahın senin konumundur, olduğun yerdir. Kötü, çirkin gibi tüm tanımlamalarını yaparsın. Ama bu bir insan izahı değildir. Kendini dahil etmediğin izahlar nasıl bir insan izahı olabilir ki? Yapmamız gereken asıl şey referans noktasını belirleyip kendi konumuzu belirledikten sonra kendimizi tanımak, tanımlamaktır. İyinin, doğrunun tanımını yapmak ve insan izahını buna göre yapmaktır. Burada şu sorun vuku bulabilir: İnsanı anlarken ben ve öteki ayrımı yaptıktan sonra nasıl olurda bu ayrımdan insan izahı çıkarabiliriz. Ötekinin doğrusu ve senin doğrun farklıyken nasıl insanın doğrusunu izah edebilirsin ki? Ya da senin ve ötekinin tepkileri farklıyken insanın tepkilerini izah edebilirsin? Esasında bu bir sorun değildir çünkü insan izahı işte bu yüzden biriciktir. Tek bir doğru ve tek bir tepkiden bahsedemeyiz. Öyleyse insanın bir tözü, doğası yok mudur. Bana göre vardır ama işte birden çok. Bu aynı senin hayat izahın gibidir. İşin aslı anlamamız gereken şeyin kendimiz olduğunu düşünüyorum bunu da tek bir yolla yapabiliriz, ötekiyle. İşte insanlık olarak yapamadığımız şey insanın biricik olduğundan ötürü insanın izahı. İnsanın ne olduğunu henüz kimse formüle edemese de insanın çeşitli durumlarda aynı tepkileri verip aynı duygulara girdiği bir gerçektir. Bu demek değildir ki insanın özü birdir. İnsanın özünün bir olduğunu iddia edebilmemiz için tüm tepkilerin birliğinden bahsetmemiz lazım. Bu da ortaya aynı insan profilleri çıkarır ki böyle insan profillerine rastlamayız sadece aynı şeyi taklit eden, sürdüren insanları görürüz.
“Tarih boşluğu affetmez” diye çok sevdiğim bir söz vardır. Esasında bu söz “Tabiatta boşluk olmaz” diye de dönüştürebiliriz ve bu sözden şunu anlarız: Devamlılığı engellenmez olan, süre giden sistemin parçaları yerli yerinde olmak zorundadır ki o sıfatlara sahip olsun. Yani boşluk olmaz olsa da doldurulur, doldurulmak zorundadır. Şöyle ki anlamsızlık boşluktur, bilinmezliktir anlamak o boşluğun yerini doldurmaktır yani anlama gayesi boşluğu doldurma işidir. Boşluğu bu yüzden o sebepten ya da bu sebepten ötürü bir şekilde doldururuz. Daha önce dediğimiz gibi gün içerisinde onlarca merakın içerisinde olur ve bu boşlukları doldururuz, insanın izahını yaparız çünkü o boşlukla devam edemeyiz. Yani tabiat o boşluğu doldurur (İnsan olarak tüm boşlukları doldurur bilinmeyen her şeye izahlar getiririz, getirmek zorundayız ki devam edebilelim.) İşte tam olarak bundan ötürü hazır izahlar inşa ettik. Şöyle ki yaşam bir yük ve onu çekebilmek için önce yaşamı izah etmek gerekiyor, önce onun ne olduğunu anlayalım ki çekelim. Eğer izah edemiyorsan senin için bu boşluğu dolduranlar var. Eğer arayıştaysan boşluktasın ve sistemin işler durumda değil yani yaşamın ilerlemiyor. İlerlememe hali yaşamın durması halidir. Arayışı bırakış haliyse yaşamı bırakış halidir. Buradan şunu çıkarırız yaşamın çekmek gerekir ki yaşamaya devam edelim ama önce ona bir izah getirmek gerek. İşte hayat izahı ve onun gibi tüm izahlar (İnsanın izahı) yaşamı çekmemizi sağlayan şeydir.
Kapak Fotoğrafı: Boys Playing on the Shore
Albert Edelfelt 1884
Yorum Bırakın