Merhabalar, umarım iyisindir.
Bugün Martin Scorsese ve Robert De Niro'nun ufuk açan Taxi Driver filmi hakkında konuşacağız. Hazırsan başlıyoruz...
Travmatik bir savaştan yeni çıkmış biri gerçek hayata nasıl uyum sağlar ? Özellikle hayata dair pek bir amacı kalmadıysa ve kendini son derece yalnız hissediyorsa.. böyle hisseden biri için depresyon ve tembellik kaçınılmazdır. Pekii bu hisler bir yerde bardağı taşırıp şiddete dönüşebilir mi? Hadi beraber bakalım.
Film yaklaşık 45 sene önce çekilmesine rağmen işlediği konular oldukça güncel. Amaçsızlık, varoluş sancısı ve travma gibi konulara değinmesinin yanında kendimize itiraf etmekte zorlandığımız yalnızlık problemi de bu filmde çok güzel işlenmiş.
Travis'i başlangıçta Vietnam savaşından yeni çıkmış ve hayata tutunmaya çalışan genç bir adam olarak nitelendirebiliriz. Taksi şoförlüğü yapan ana karakterimiz hayatını bir türlü rayına oturtmayı beceremiyor. Arkadaşı veya tutunacak herhangi bir amacı yoktur ve hatta bunları düzeltmek için bir motivasyonuda yoktur. Ama gel gör ki tanıştığı iki her bakımdan birbirinden bağımsız iki kadın onu oldukça etkiliyor. Bunlardan ilki Palentine adından bir siyasetçinin seçim kampanyasında çalışan Betsy'dir. Başlangıçta Travis Betsy'den hoslanıyor ve kısa bir flört dönemi yaşıyorlar lakin Travis'in dengesiz hareketleri Betsy'i ondan soğutuyor. Diğer önemli figürü ise İris adında küçük bir kız çocuğu olarak görüyoruz. Bu kız çocuğu kötü yola düşmüş bir vaziyete buluyor ve Travis bunu fark ettiği andan itibaren onu bu yoldan kurtarmaya çalışıyor.
Film boyunca Travis'in bu iki figürle olan başarısız ilişkilerine şahit oluyoruz. Ama bu iki kişi dışında filmin inatla gözümüze soktuğu başka bir durum bulunuyor: Travis'in Yalnızlığı...("Ben tanrının yalnız adamıyım.")
Travis oldukça yalnız bir adam ve kendisi de bunun farkında. İnsanlarla sosyalleşmeye çalışsada kendisinin sosyal anlamda bir beceriksizliği bulunuyor ve sonuç olarak hayatının büyük bir bölümünü kendi düşünceleriyle baş başa geçiriyor. Böyle bir durumda bulunan ve özellikle de travmatik bir savaş atlatmış Travis'in akıl sağlığı yalnızlığıyla da bütünleşince tehlikeli sonuçlara adeta davetiye çıkarıyor.
Bir kişinin yalnız olması kendisiyle hesaplaşmasını sağlar, lakin bu hesaplaşma pek tatlı geçmez. Genelde bu hesaplaşmalar, Neden yalnızım? Neden varoldum? ve Ne işe yarıyorum? Gibi sorgulamalarla geçer. Bu sorgulamaları yapan bir insan ister istemez kendisini bir varoluş sancısı içinde bulup haliyle de acı çekecektir.
İnsan ise bu yalnızlıktan kaçış yolları arar, günümüz insanın kaçış yollarına filmleri-dizileri-bilgisayar oyunları örnek olarak verilebilir. Travis'in yalnızlığıyla başa çıkma yönetimi ise alkol, ilaçlar ve taksicilik. Mesela taksiciliği bir gelir elde etmek için yapmıyor, geceleri uyuyamadığı için kendi düşünceleriyle baş başa kalmaktan kaçıyor. Gel gör ki bu işi yaparken bile yalnız hissetmekten kaçmıyor.
Yalnızlık problemine en temiz çözüm sosyalleşmek olsa da yalnız insanların genel problemi sosyalleşmeyi becerememeleridir. Travis'te insanlara, özellikle karşı cinse yakınlaşmayı dener fakat tavırları çok tuhaftır. Aslında başlangıçta Betsy ile ilişkileri iyidir fakat dengesiz hareketleri onu da kendisinden soğutur ve bu çelişkili kişiliğine rağmen kendisi bahsettiğimiz iki kadın karakterin hayatına oldukça takıntılıdır. Peki Travis neden bu iki insanın özel hayatlarını bu kadar önemsiyor? Neden onlara karşı bir nevi kurtarıcı rolünü üstleniyor? Hemde daha kendi hayatını düzeltemiyorken.
Carl Jung'un ortaya attığı Kahraman Arketipi Travis'in durumunu daha iyi anlamamızı sağlıyor. Jung iddia eder ki; "Her insanın ve özellikle erkeklerin içinde kahraman olmaya karşı duyulan bir arzu vardır." İnsanların birilerinin hayatında kurtarıcı rolünü oynamaya ve bozuk olan şeyleri düzeltmeye iten bir dürtü vardır ki bundan dolayıdır ki asırlar geçmesine rağmen mitoloji hikayeleri halâ dinmemiştir. Çünkü içimizde bir yerlerde bulunun bu kahramanlık statüsünü çok iyi yansıtabilmektedir. Travis'te bu iki figürün hayatında kurtarıcı rolünü oynamak istiyor ve hatta gördüğümüz üzere filmin ikinci yarısında kendi kahraman kostümünü bile tasarlıyor. Amerikan kültüründe önemli bir yere sahip olan kovboy figürünü benimseyip, değer verdiği bu iki figürü onları kontrol eden otoritelerden kurtarmak istiyor. Karakterimizin derinliği bu noktada kalmıyor, Travis'in felsefesini daha iyi anlayabilmemiz için değinmemiz gereken bir nokta daha var.. Kendisinin Geçmişi
Belirttiğim gibi Travis Vietnam savaşına katılmış biri fakat bu savaşın üzerinde biraz durmamız gerekiyor çünkü bu savaş oldukça travmatik... Bu savaşa katılan gaziler yaptıkları açıklamada üzerinden 50 sene geçmesine rağmen hala bu savaşın travmasını atlatamadıklarını belirtiyor ve bu travmalar arasında şiddete yatkınlık, uykusuzluk, tembellik ve varoluş sancısını yaşadıklarını belirtiyorlar. Travis'e dönüp bakarsak bunların hepsini o da yaşıyor ve bunların üzerine bir de yalnızlık eklendiğinde tehlikeli olaylar kaçınılmazdır. Filmin sonlarına doğru Travis siyasetçi Palentine'a bir suikast düzenlemek istiyor. Suikast planından hemen önce saçını mohawk denilen tarzda kesmesi bile kendisinin bu savaşı aşamadığını göstermektedir çünkü bu saç tarzı Vietnam savaşındaki askerlerin intihar misyonuna gitmeden önce saçlarına verdikleri şekildir. Travis görüldüğü üzere bu suikasti gerçekleştirmek için oldukça kararlıdır fakat son anda bir korumanın onu fark etmesiyle olay yerinden kaçar. Betsy'i kurtarmak için artık fırsatı kaçırdığını fark eden Travis, bunun yerine İris'i kurtarmayı seçiyor ve onu çalıştıran çeteye karşı bir katliam yapıyor. Basında filmin sonunda Travis hedefine bir açıdan ulaşmış sayılabilir, İris'i çalıştıran çeteyi öldürmesiyle medya ve halk tarafından kahraman ilan ediliyor ve gazetelerde kurtarıcı olarak geçiyor. Fakat tuhaftır ki Travis ilk eylemini yani siyasetçi Palentine'a suikast girişimini gerçekleştirmiş olsaydı muhtemelen gazetelerde terörist olarak yer alacaktı.
Taxi Driver filmi günümüzde etki alanını daha da arttırmış durumda, bazı yapımlara ilham vermesinin yanında bu filmin sinemada Anti-kahraman dediğimiz konseptin oluşmasına öncülük ettiğini söyleyebiliriz. Anti-kahraman konsepti, bir filmin başrolünde karizmatik ve maskülen kahraman görmektense sorunları olan problemli bir karakter görmektir. Travis'te bir kahraman olmaya çalışsa da aslında kendisi tam bir Anti-kahramandır. Filmin sonunda gazetelerde kahraman diye geçmesi de tamamen şans eseridir. Eğer suikast sırasında koruma onu görmeseydi kendisi muhtemelen siyasetçiyi öldürecekti ve işin tuhaf tarafı Travis'in siyasetçiyi öldürmek için herhangi bir motivasyonu da yoktur. Bu siyasetçi ona hiçbir şey yapmamıştır. Travis'in yalnız ve travmatik biri olmasının yanında akıl sağlığında da sorunlar olduğu aşikar fakat Travis gibi Anti-kahraman karakterler klasik kahramanların yapamadığı bir şeyi yapar.. Empati kurmanızı sağlar...
Seyirci ekrana baktığı vakit kendi dertlerinin bir nevi yansımasını görür hatta bu filmin işlediği yalnızlık, amaçsızlık ve varoluş sancısı gibi konular insanlarda özellikle son zamanlarda daha sık görülmekte.
Her ne kadar bu film bize dönüşmekten korktuğumuz bir karakteri gösterse de, bir açıdan kendimizin de karaktere ne kadar çok benzediğini görmek mümkün...
Okuduğun için teşekkür ederiim, sağlıcakla kal, sevgiyle kal okur'um 🙌🏽🤎
Çok güzel anlatmışsın.Ellerine sağlık