But Here İ'm. I'm Just Flesh And Blood And Weakness: PHONE BOOTH-İncelemesi

But Here İ'm. I'm Just Flesh And Blood And Weakness: PHONE BOOTH-İncelemesi
  • 1
    0
    0
    1
  • merhabalar, umarım iyisindir.
    uzun zamanda olsa dönmek güzel.

    bugün yaklaşık 27 yıl önce (1996'da) Newyork Univesty öğrencilerinin çektiği the end of the line adlı kısa filmin hollywood yapımcılarının çok hoşuna gitmesi sonucu ortaya çıkan yönetmenliğini Jose Schumacher'in üstlendiği uzun metraj film (sadece 81dk ve süresi bu senaryo için gayet ideal). 

    tam anlamıyla filme geçmeden önce bitmesiyle aklıma gelen soruyu-sorunu sizinle de paylaşmak istiyorum;
    böyle bir senaryo fikriyle daha iyisi yapilabilir miydi acaba? 


    bugün diğer yazılarımdan farklı olarak filmin net içeriğini şu şöyle oldu vs vs diye konuşmak yerine, tümevarım yönetimiyle parça parça vererek bütünleştirmeyi okuduktan sonra sizlerin yapmasının daha doğru olucağını düşünüyorum. sizi gerekli-gereksiz detaylarla boğmak istemiyorum çünkü. 

    başrolümüz stu adında işlerini söylediği yalanlarla yolunda götürmeye çalışan bir reklamcı ve filmin adından da anlaşılacağı üzere bir telefon kulübemiz bulunuyor. stu bu telefon kulübesinde "gizli" işlerini yürütmeye çalışıyor (eşini aldatmak gibi). gerçekler iyi veya kötüde olsa bir gün ortaya çıkar ama değil mi? peki buna ne mi sebep oluyor dersiniz? bir pizzacı mı? bir fahişe mi? bir polis mi? yoksa bir "sapık katil" mı?
    bana göre hepsi...

    ikinci acaba ne olurdu sorumda: çalan telefona bakmasaydı ne olurdu? (ek olarak telefon kulübesine gelen ve sahibinin bizim olmama ihtimalinin yüksek olduğu aramayı açmak zorunda hissettiğimiz o duygulanim-duygu durumuda merak ediyorum.) cevaplıyorum, açmayıp arkasını dönüp gitse yalanlarının hakim olduğu dünyasına bir gününü daha teslim ederdi, bu yüzden telefonu açması bir bakıma iyi oldu diye düşünüyorum. bu yüzleşme bugün olmasa yarın olacaktı-olmalıydı. neyse filme dönecek olursak, sapığımız başlangıçta stu'yu gücüne ikna edip sonrasında istekleriyle ve eylemleriyle yönlendirmeye başlıyor. işlediği cinayetle işi stu için içinden çıkılmaz hâle getiriyor. stu bir taraftan iç hesaplaşmayla, bir taraftan telefonun ucundakiyle ve bir taraftanda ona doğrultulan polis namluları arasında bir eylemsel çatışma yaşıyor. üç tarafıda memnun edip aradan sıyrılma düşüncesinde ama bunun pek de imkanı görünmüyor. sonuç olarak bana göre telefonun ucundakini ve polis namlularını memnun-tatmin etmiş olmasına karşın vicdanı konusunda başarısız oluyor ve onu günah çıkarma yoluna iten diğer etmenleri dinleyerek öne çıkıyor ve hem iç hem dış hesaplaşma yaşıyor bana göre filminde vurucu kısmı bu hezeyanlar. sonrasıda zaten beklentiye yakın olarak sönük ilerliyor, sapığın yeri tespit edilip yakalanıyor falan "güya", sonra bir bakıyoruz o hengamenin ardından hafif yaralanan stu ambulansta o gün o ortamdan başka hiç kimsenin duymadığı bir sesi ilacında etkisiyle yarım yamalak duyup görüyor ve bizde bunun asıl sapığımız olduğunu anlıyoruz ve sapığımız amacına ulaşmış bir vaziyette olay yerini terk ediyor. iki taraf içinde win-win bir durum olsada ortada bir cinayet ve değersiz bir ceset kalıyor. ya da film tarafından değersizleştirilen diyelim.

    iyi bir tarafi da barindiran kötülerin kurdugu entrikalardan örülü bu film, biraz da saw'ı andırıyor sanki. saw'ın bilge katili gibi, burada da yine dünyayi kendi acılı yöntemleriyle düzeltmeye çalışan bir seri katilimiz vardir. yani bir anlamda mutlak iyi ya da kötü yoktur ilkesinden hareketle kurbanların zaman zaman suçlulaştığı, katillerin azizlestiği anları içeriyor film. ancak filmde, saw'ın aksine korku ögeleri daha az kullanılmış. sanki gerilim yaratmak icin öyle trüklere ihtiyaç duyulmamış gibi. bunun sonucunda da, film kendine özgü bir tür oluşturmuş gibi duruyor.


    bitimiyle üçüncü olarak acaba nasıl olurdu diye düşündüğüm unsur, keşke seven veya interstellar'daki taktik uygulansaymış ve kiefer sutherland'in adı hiçbir şekilde hiçbir yerde geçmeseymiş oldu. ek olarak colin farrell'in belki de kariyerinin en salak-bir o kadarda akıllı karakterini oynadığı bu filmde farrell'in artık kanıtladığı oyun gücü ile beraber bir tür one man show a dönüşmemesi bir ses olarak dahi bütün varlığını hissettiren sutherland sayesindedir ve ayrıca 3. başrol oyuncusu olarak da schumacher'in bir türlü yerinde duramayan kamerası gösterilebilir.


    özetle; kişinin kendine kurduğu yalan dünyayı bir doğruya ya da düzene sokma şansı veriliyor. tek bir telefon kulübesinin etrafında geçen bir filmin bu kadar heyecanlı olması da başarılı bir sonuç bence. sırf silah, katil, kurban olduğu için de aksiyon filmi diyip o performansı beklerseniz ayıp edersiniz. zaten filmi aksiyon statüsünde yapmadıklarını da söylemişler belirtmişler peşinen.

    peki sizce, böyle bir senaryo fikriyle daha iyisi yapilabilir miydi? 


    okuduğun için teşekkür ederim, bir türlü geri dönemediğim uzun süren bir ara olmuştu. sağlık sorunlarımdan dolayı.. dönebilme fırsatım olduğu için mutluyum. sağlıcakla, sevgiyle kal okur'um 🙌🏼


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.