Tarih boyunca bellek kavramının farklı tanımlamaları yapılmıştır. İlkçağ
filozoflarından Platon, bellek kavramını o dönemde yazı yazmak için bir araç olarak
kullanılan balmumu üzerinden açıklamaktadır. Balmumu üzerindeki yazının kalıcı izleri
hatırlamayı, silik izleri ise unutmayı temsil etmektedir. ‘Bir şeyi hiç bilmiyorsam nasıl
öğrenebilirim?’ diye düşünerek bilme eylemini yeniden hatırlamak ile açıklamaktadır.
Aristoteles, Platon’a ek olarak ‘kalp hafızası’ terimi ile belleğin yalnızca bilgi ile değil
duygularla da bağlantılı olduğunu ifade etmektedir. Halbwachs, belleği biyolojik açıdan, yani
nöroloji ve beyin fizyolojisi açısından ele almaz, bunun yerine bireysel bir belleğin oluşması
ve korunması için şart olan sosyal çerçeveyi koyar (Assmann, 2018;44).
Bu yazı ile Maurice Halbwachs’ın Kolektif Hafıza kitabını incelerken, toplumsal
hafıza kavramını ele almaya çalışacağım. Halbwachs, Kolektif Hafıza adlı kitabında hafızanın
yalnızca fiziksel ve bireysel olmadığını, bizzat toplum sayesinde oluştuğunu söylemektedir.
Yazarın amacı, yalnızca bireye ait bir hafıza olamayacağını göstermek ve geliştirdiği kolektif
hafıza kavramını açıklamaktır. Bu konuya toplum, tarih ve bellek üçgeninden bakmaktadır.
Genel hatlarıyla 4 bölümden oluşan kitapta kolektif hafıza kavramını bireysel, tarihsel,
zamansal ve mekânsal açılardan incelemektedir.
İlk bölümde, kolektif hafıza ile bireysel hafıza arasındaki ilişkiyi incelemektedir.
Bireyin toplumdan ayrı salt bir belleği olmadığından bahsetmektedir. Güncel algımız,
hatıralarımızla uyum sağlamakta ve bireysel hafıza, kolektif hafızadaki bilgileri kendi
gerçekliği ile yeniden güncellemektedir. Sokakta, tek başımıza yürürken bile gördüğümüz
şeyler ile bir mimarı, tarihçiyi ya da eski bir hatıramızı hatırlarız. Oysaki, görünüşte tek
başımıza gezindik (Halbwachs, 2018;11). Hatırladıklarımız; bir görüntü, ses, koku veya tat
olabilmektedir. Çünkü, yalnız olduğumuzu düşünsek bile aslında belleğimiz toplum
tarafından şekillenmiştir ve toplum içinde edindiğimiz bilgiler her an bizimledir. Birey,
toplumun ürettiği dil, kurumlar, nesneler, gelenekler, bilim ve sanat gibi ürünlerin
şekillendirmeleri ile düşünmektedir.
Bireyler toplumda pek çok grubun üyesidir. Birey, grup ile aidiyet kurdukça
tanımlanabilir, iletişim kurabilir, kendi geçmişiyle kıyaslayabilir ve grubun kavramlarını
kullanarak hatırlayabilir. Bu da çok sayıda kolektif hafıza olduğunu göstermektedir. Bu çok
sayıdaki grup birbirleri ile iletişimdedir. Grubun üyeliğinden ayrılma durumunda ise grupla
alâkalı hatırlar unutulmaktadır. Çocukluğumuzun ilk yıllarını hatırlamıyor olmamızın sebebi,
henüz tam olarak sosyal bir varlık olmamamızdır. Bu nedenle, zor hatırlanan hatıralar
kendimize ait olan ve kolay hatırlananlar ise grubu temel alan hatıralardır. Sosyal gruplardaki
üyelerin çoğunlukla kendisine ait özgün bir fikir paylaşmadığını, seçme yeteneğinde farklı
etkenlerin belirlemesi olduğunu ve sıklıkla özgür olduğunu düşündüğü alanın belirlemesini
fark etmediğini düşünmektedir.
İkinci bölümde, kolektif hafıza ile tarihsel hafıza arasındaki zıtlıkları açıklamaktadır.
Bu iki alanın farklı şeyler olduğunu ve tarihsel hafıza kavramındaki iki kelimenin birbiri ile
uyuşmadığını düşünmektedir. Bunun sebebi tarih ile belleğin aynı özelliklere sahip
olmamasıdır. Kolektif hafıza; bireylerin zihninde yaşayan, güncel bir alandır. Tarih ise, artık tanığının kalmadığı, bu yüzden tanıkların hafızasında yaşamayan bir alana dönüşmüştür.
Kolektif hafıza, şimdiyi ve şimdikileri ilgilendiren konulardan bahsetmektedir. Tarih ise
grupları aşkın, kendine özgü sınırlarını belirlemiş ve güncelle ilgilenmemektedir. Yazı ile
aktarılan, kronolojik ve bilimsel bir dil kullanmaktadır. Kolektif hafızanın ise, düzensiz ve net
olmayan sınırları vardır. Birey, kolektif hafıza ile arasında bağ kurabilirken tarih, sürekliliğe
dayanan genel bir resim ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu nedenle tarih, tek bir alandan
oluşmaktadır. Ancak, farklı hikayelerden oluşan birçok kolektif hafıza bulunmaktadır. Diğer
farklardan biri de tarih dışarıdan gözleyen, kolektif hafıza ise içeriden deneyimlenen bir
alandır. Bu yüzden tarih değişimlere odaklanırken kolektif hafıza ise gruba, grubun bilincine
ve hatırlamaya odaklanmaktadır. Halbwachs’a göre, tüm bu farklar tarih ile hafızanın zıt
oluşunu göstermektedir.
Üçüncü bölümde, kolektif belleğin zamansal boyutunu izafiyet teorisi ile
açıklamaktadır. Halbwachs, zamanın senkronik işlemesi için kolektif bir olgu olması
gerektiğini savunmaktadır. Bireyler akışı takip edebilmek için topluma ayak uydurmalıdır. Bu
yüzden sübjektif zaman olgusu olabileceğine karşı çıkmaktadır. Kronolojik zamanın geçmişi
hatırlamaya uygun olmadığından bahsetmektedir. Bu nedenle genel anlamda bir tarih
kavramını desteklemez. Tarih, insan türünün evrensel hafızası gibi görülebilir. Oysa evrensel
hafıza diye bir şey yoktur. Kolektif hafızayı, uzamda ve zamanda sınırlanmış bir grup
destekler (Halbwachs, 2018;82). Kolektif hafıza için tortulanma şeklinde, birikimsel ve
döngüsel ilerleyen bir zaman olgusu daha uygun olabilir. Grupların sayısı kadar, farklı
kolektif zamanlar olması ama bu zamanların aynı şekilde bölünmesi (yıl, ay gibi) gerektiğini
söylemektedir. Farklı kolektif zamanlar varsa zamanın birine göre daha hızlı diğerine göre
yavaş aktığı söylenememektedir. Zamanın bölünmesi için takvim ve ölçü gibi araçlar ortaktır.
Bu kolektif zamanlar, grupları birbirine sabitleyerek ölçülememektedir. Gruplar içlerinde
halledilecek iş sayısı, bu işlere harcanan zaman gibi açılardan farklıdır. Kır ve kentte zamanın
farklı akması örnek olarak gösterilebilir. Bu yüzden bir grubun gelişimi diğeriyle
kıyaslanmamalıdır.
Dördüncü ve son bölümde, mekânsal boyutunu açıklamaktadır. Mekân ve nesnelerin
seçimi grubun yapısına dair anlamlar taşımaktadır. Toplumsal tercihlere ve grupların
birbirlerine etkilerine dair somut örneklerdir. Gruplar bu maddi yapılara hükmetmekte ya da
hükmü altına girmektedir. Böylece mekânlar grubun kolektif belleğine etki etmektedir.
Mekân, gruba dair anı ve ayrıntıları barındırmaktadır. Mekân değişikliği ya da mekânla olan
ilişkinin değişmesi durumunda grup yapısı ve kolektif belleği de değişmektedir. Mekâna sahip
olması gerekmeyen toplumsal gruplar için durum farklıdır. Bu gruplar daha soyut şekilde;
kurallar, iç dünyaya seslenme gibi farklı ilişkilerle hareket etmektedir.
Halbwachs’ın düşüncelerinin yapısalcı olduğu söylenebilir. Yazılarında yapı
tarafından belirlenen bir birey görülmektedir. Bunun sebebi eserlerini 1.Dünya Savaşı
döneminde yazmış olması ve o dönemde yaşanan soykırımlar, devletlerin baskıları kolektif
hafıza kavramını geliştirirken yapısalcı olmasını etkilemiştir. Halbwachs, daha da ileri giderek
toplumu bellek ve hatırlamanın öznesi olarak ifade eder ve bellek kavramının mecazi olarak
kullanıldığı ‘grup belleği’ ve ‘ulus belleği’ kavramlarını geliştirir (Assmann, 2018;45).
Bu karşıtlığı canlı bellek ve resmi bellek olarak da adlandırabiliriz. Resmi bellek
herhangi bir iktidar türü tarafından, hatırlanmasını istediği şekilde yazılan bellektir. Canlı
bellek ise maruz kalınan bellektir. Olaylar, yaşayanlar tarafından oluşturulmaktadır. Kolektif belleğin bu iki biçiminden birinde geçmişin seçilmesi, ikincisinde ise geçmişe maruz
kalınması söz konusudur. Birinci hâlde geçmişin travma yaratıcı belirli bir olayına karşı
kayıtsız kalınır ve olay bir bakıma ‘evvel zamanın hikayelerinden biri’ olur (Bilgin, 2013; 14-
15).
Toplumsal belleğin oluşturulmasında, korunmasında ve aktarılmasında sözlü, yazılı ve
görsel kültür unsurları vardır. Yazılı ve görsel kültür daha çok resmi/egemen bellek tarafından
kullanılırken sözlü kültürün ise canlı bellek tarafından sıkça kullanıldığı görülmektedir.
Ancak, bellek aktarıldığı gibi kalmadığı ve alıcı belleğin geçmişi ile yeniden güncellendiği
için yaşlının belleği de (canlı bellek) resmi belleğin belirlemesi altındadır.
Toplumsal belleği tartışırken toplumun ne olduğunu düşünmek gerekmektedir.
Toplumları gruplar ve sınıflar gibi çeşitli topluluklar olarak ele alabiliriz. Bu gruplar kendi
belleklerini, kendi ‘biz’lerini ve kimliklerini üreten topluluklardır. Ulus devlet ise, bunu
üretmenin siyasi mekanizması olabilmektedir. Ulus devletler bunu yaparken kültür
politikaları, müzeler, eğitim müfredatı gibi üst-yapı yardımıyla yapmaktadır. Kendi
oluşturmak istedikleri belleği meşrulaştırmak için hatıra kurgulayan, kitleleri manipüle eden
bir ulus devlet modeli görülmektedir. Bireyin topluma aidiyet hissedebilmesi için toplumun
sembollerini bilmesi ve etkilenmesi gerekmektedir. Bu semboller anıt, marş, bayrak,
üniforma, kent meydanı, sokak isimlendirmeleri gibi her türlü sembol olabilir. Günümüzde
yardımcı bellek olarak kullanılan cep telefonları, tabletler, televizyon gibi birçok ekran ile
insanların her an bu sembolleri görmeleri sağlanmaktadır. Bu aygıtlar ile neyin gösterildiği
kadar neyin görmezden gelindiği de kimliğimizin kurucu öğesi olabilmektedir. Bunun işe
yaramayacağı topluluklarda ise şiddet tekelini kullanmaktan geri kalmamıştır. Üst-yapının
yeniden üretiminden uzak kalabilen bireyler, toplumun değişiminde rol oynayan kişilerdir.
Psikolojik perspektiften bakarak, Freud’un ‘bastırılanın geri dönüşü’ kuramı, bireyler
için olduğu kadar toplumlar için düşünülebilir mi? Freud’a göre, insan farkında olmadan
bastırdığı hatırayı/fikri eylemlerinde tekrar etmektedir. Bunu aşmak için hatırayı gün yüzüne
çıkarıp yüzleşmesi gerekmektedir. Toplumsal hafıza noktasından bakarken bu kuramın
toplumlar için geçerli olduğu görülmektedir.
Halbwachs, bireylerin anılarını toplum içinde edindiklerini söylemektedir. Sadece
toplumsal olayların değil kendi hayatları içindeki bazı anıları; ailelerinin, arkadaşlarının
kendisine aktırdığı şekilde tanımladıklarını ve hatırladıklarını söylemektedir. Eğer bir hatırayı
anımsıyorsak, bunun sebebi, etrafımızda onunla ilgilenildiğini hissetmiş olmamızdır
(Halbwachs, 2018;57). Psikanalizin çabalarından biri bireyin kendi belleğini yeniden inşa
etmesine yardımcı olabilmektir. Toplumsal belleklerin de yeniden inşa edilmesi üzerine
düşünülmelidir.
Aynı şekilde toplumlar da bastırdığı eylemi/anıyı tekrar etmektedir. Bu eylemlere
örnek olarak savaşlar, darbeler, soykırımlar verilebilir. Toplumlar tekrar ettiği travmatik anıyı
tekrarlama hafızasına dönüştürmektedir. Bu şekilde bireydeki travma gibi toplumsal travma
görülmektedir. Toplumsal travma, eylem ile toplumun bastırılmış eylemi/anıyı tekrar etmesi,
aşamaması durumu olarak tanımlanabilmektedir. Travmatik anı tekrar edilerek toplumun
genel karakterine dönüşebilir. Patolojik bir karakter oluşmaması için belleğin yanlış
kullanılmasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Toplumsal olanın, iyileştirilmesi için alternatif
hafızalar üretilmelidir.
KAYNAKÇA
ASSMANN, Jan (2018), Kültürel Bellek, çev. Ayşe Tekin, 3. Baskı, Ayrıntı Yayınları:
İstanbul.
BİLGİN, Nuri (2013), Tarih ve Kolektif Bellek, Bağlam Yayınları: İstanbul.
CONNERTON, Paul (1999), Toplumlar Nasıl Anımsar, çev. Alâeddin Şenel, Ayrıntı
Yayınları: İstanbul.
HALBWACHS, Maurice (2018), Kolektif Hafıza, çev. Banu Barış, 2.Baskı, Heretik
Yayınları: Ankara.
Yorum Bırakın