Bir zaman gelir de her şeyin arifesinde kaybeder giderim. Kimi düşlerimi, kimi kalemlerimi, kimi evimi, kimi kendimi, kimi de seni. Sığınaklar yapacağım yer altına. Kırklık ampul veya bir mum marifetiyle aydınlatacak ve kırdığım kalbin kırıkları yaralayacak beni her yerimden. Sen yoksan kim saracak kanayan zamanımın yaralarını?
Sığınak demiştim ama çok büyük değil. Bir oda kadar, içinde hiçbir şey olmayacak kadar; düşler, yokuşlar, düşüşler, uyanışlar, geçmişler, gelmişler, gelmekte olanlar, klişe filmler, kitaplar ve sözcükler. Bütün hepsini sığınağımın girişindeki paspasın altına koyacağım. Birazını da kibirli orkidenin altına. Yalnız ben ve delik deşik ettiğim tüm ruhlar olacağız küçücük odada. Aklımı kaçırana kadar göz göze geleceğim kendimle. Ruhsuzluğumla, sevimsizliğimle, öfkemle, yargılarımla, varlığımla, yokluğumla... Bazen ben de en az senin kadar yok etmek istiyorum beni. Bencil öfkemi de alıp ayrılmak istiyorum bu gezegenden. Yokluğundan, kayboluşundan gözlerimi kuruyana kadar ağlatıp mezarlara bakmak istiyorum. Konuşsa aslında güzel şeyler söyleyecek dilime laf anlatmak istiyorum.
Bir gün sana boş arsalarımda şehirler inşa edeceğim. Griden başka renkleri olan binalar dikeceğim umarsız. Bazen gökdelenler izin vermeyecek nefes almana. Mor, mavi çatılı evlerin çaresiz bekleyecek dünde kalan yazı. Karanlığın zincir sesleri tepene vuracak ancak palmiyelerde kalanın sen olduğunu fark edeceğim. Pimpirikli kelimeler dökülecek ağzından fezaya. Karanlık, karanlık olmaktan bıkacak, kaçmaya çalışacak kalabalık ve dargın şehrinden. Sırf güneş görmüyor diye gümüş aynalar kuracağım kurak ormanında saklı şehrine. Her karanlık hak etmeli, günışığında saçlarının kurumasını. Bazen keskin sözlerimse kalbini paramparça eden, ıslak saçlarımda gizlidir sebebi. Sanma yalnız gökdelenlerde, yalnız sen yaşıyorsun. Bilmiyorsun ama komşuyuz seninle başka bir ihtimalde. Zindanım artık beyaz değil; karanlıklar da arsama dâhil.
Senin sevmediğin kadar sıcak, benim sevmediğim kadar soğuktur bu şehir. Ancak şeffaf, boşluklu günler mevsimi olacak şehrinde. Tıpkı yaz gibi, ikiz baharlar ve kış gibi. Gelip geçecek diğerleri gibi. Sırası geldiğinde mevsiminin; sen güldüğünde güller açacak bu şehirde, kırıldığında gökdelenler yıkılacak, gözlerinin neminde boğulacak herkes. Unuttuğunda eski bir yüzü, yağmur örter üzerini şehrin. Beni perişan eder doluların. Üstüm başım yırtılır, ben de ağlarım. Doksandokuzuncu katta unuturken yüzümü, bağırınca boğulup kalan sesimle çağırırım adını. Duymazsın, dolular pencerene vurur, duymazsın beni. Bir his yayılır koyu yeşilden şakaklarına. Cama çıkıp şehrinin yağmurda sönen dumanlarını seyredersin. Sele kapılırken tekrar ederim efsunlu ismini. Duyarsın, yağmurun karşı koyamaz güneşli gümüş aynalarına, duyarsın sesimi. Unuttuğun yalnızca yüzüm olur. Bak, işte aşağıda seni bekliyor aşina ses. Başından beri hep oradaymış yakılmamış deli. Mevsimlerden şeffaftı madem o gün, şöyle bir baksan yeterdi yeryüzüne. Delidir o bir şeyi görmez diyenler olsa da bakma onlara. Belki seni görür diye hiç uyumadım. Kör bıçaktır aslı gözlerim. Yalnız sana bakar açmak ister yüzün'. Yüzbin yüz görse unutmaz yüzün. Taşların arasında örümcek gölgesidir göreceğin, neredeyse gökyüzünden.
Çocukluk gelir içimden. O an yanına gelmek isterim usulca. Girer bakışırım demiştim sığınağımda sonsuz, istemsiz vakitlerce; yitirdiğim her şey ile. Ama bırakıp gitme beni siyah, simsiyah karanlığımda. Karanlıkça bilmem ben, konuşamam, üstüme çöker toprağı, mezarım olur sığınağım. Gömülür kalırım derinlerde bir yerde. Arasan da bulamazsın beni. Olur da toprak ağlarsa bir gün kahrından, her gün gel yanıma. Ölüysem de karanlıktan korkarım, toprakta üşürüm. Filizlenmez toprağım benim. Kuru kuytu sararmış sarmaşıklar kaplar üstümü. İhmal etme çölden kalanımı, orada, derinlerde bir yerdeyim ben de.
Yorum Bırakın