Öncelikle çok çarpıcı olduğunu düşündüğüm için “yitirmek” kavramının sözlük anlamlarıyla kendimi ifade etmeye başlamak istiyorum.
Yitirmek:
1-)Kendisinin olan bir şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilememek.
2-)Yanlış yola girmek, yolunu bulamamak.
3-)Kendisinde bulunan kimi özelliklerin, niteliklerin yok olması durumuna uğramak, kimi özellikleri yok olmak.
Açıkçası yitirmek kelimesini bu kadar sıradan kullanırken, apayrı anlamlarıyla karşıma çıkması beni afallatmadı desem yalan söylemiş olurum. Her bir ifadesini tek tek açıklayarak yolumuza devam edeceğiz. Bunun öncesinde neden “yitirmek” üzerinde durduğumu ifade etmek istiyorum.
Belki de birbiri ardına sıralanan yıllardan kaynaklı olarak insanın yaşam sürecinin söz konusu olduğunu göz önüne alabiliriz. Birçok duygu, düşünce, yaşantı sonucu olarak yitirilenler ortaya çıkar. Yitirilenin sadece bir insan varlığından öte soyut durumlar olduğu açıkça ortadadır. Bir şeyler edinilir ve yitirilir. Yitirilenler yerine yenileri de edinilebilir ama her boşluğun dolmayacağı da aşikardır. Albert Camus bu durumu Düşüş eserinde irdelemiştir, oldukça çarpıcı bulduğum o kısım: “Ah, bayım, diyordu adam, mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan. Evet, ışığı, sabahları, kendini bağışlayan kişinin o kutsal masumluğunu yitirdik biz.” Aslında bu kısım minvalinde yitirilenlerin birebir yerinin dolmadığını ifade edersek çok yanlış bir tespit yapmış olmayız. Yitirilen duyguların yeniden hissedilmesi, yitirilen düşüncelerin aynı yükseklikte düşünülmesinin zayıflığı hatta noksanlığıyla karşılaşmamız olasıdır. Ben de bu konuda Camus’a katılıyorum ve durumu şu şekilde somutlaştırmak istiyorum:
Duygularımızı ve düşüncelerimizi %100 enerji ile başlatmak istiyorum. Zaman, mekan, kişi vb. durumlardan kaynaklı olarak derecesinin artabileceğini ve azalabileceğini kabul edelim. İster istemez duygu ve düşüncelerimizi bir noktaya kanalize ettiğimiz apaçık bir gerçektir. Bunun sonunda o enerjinin yitirildiğini göz önüne alırsak, enerjinin gücünde düşüş gözlemlememiz çok doğaldır. Bir kere yitirdikten sonra geriye %60 enerjiyle devam ettiğimizi kabul edelim. Benzer duygu ve düşünceye karşı yaklaştığımız enerjimizin aynı olamayacağı gözler önündedir. Bu enerji hep mi düşecek? Konumuz “yitirmek” olduğu için evet. Camus’un ifadesinin de tam olarak bu şekilde olduğuna inanıyorum.
“Yitirmek” kavramının dinamik bir süreç olduğunu ifade ettiğimizde de doğru bir yere yaklaşacağımızı düşünüyorum. Sürekli yaşanan (derecesi ne olursa olsun) ve yaşanmaya devam etmesi normaldir. Yerine gelenler olmayacak mı? Elbette ki olacaktır. Daimi bir düşüşün insanı yok edeceği aşikardır. Kolay kolay yok olamayacağımıza göre, takviyelerle bu durumun dengeli bir halde seyredeceğini söyleyebiliriz. Edinilenler, yitirilenler ve edinilenler arasındaki sonsuz bir döngü.
Yitirmek üzerine biraz çözümleme yaptıktan sonra sözlük anlamlarıyla beraber iç yüzlerine odaklanmak istiyorum. İlkinden başlayalım:
“Kendisinin olan bir şeyin ne olduğunu, nerede olduğunu bilememek.“
Aslında içsel durumlarımızı bu anlam altında almamız isabet olacaktır. İlk çıkış noktası edinilmiş olması, yani bizim olması durumu. Sonrasında yitirme sonucu bu bizim olanın artık bizim olmayışı. Bu olay zincirinde kaybolma başrol oynar. Bize ait olan duygu ve düşüncenin artık bizde yeri olmayıp, bulamayacağımız uzak yerlere gittiğini düşünebiliriz. Elbette ki burada birçok faktör geçerlidir. Genel olarak kişi ve olay ekseninde ifade edilebilir. Yaşanan olaylar sonucunda bir kayıp süreci söz konusudur. En yakınımızda, bizim olanın artık nerede olduğunu bilmeyecek kadar uzaklaşması tam olarak yitirme konusunda bizlere fikir veriyor. Çok acı olduğu apaçık ama bir o kadar da gerçek olduğunu hem kişisel yaşamımızdan hem de çevremizden gözlemleyebileceğimizi düşünüyorum.
Yitirmenin ikinci anlamından devam etmek istiyorum, ilkinden apayrı bir çerçeveye odaklanacağız:
“Yanlış yola girmek, yolunu bulamamak.”
Aslında burada hakim olan anlam duygu ve düşüncelerimizin yitirme sonucu bizi yanlışa ve çıkmaza sürüklemesidir. Yitirdiklerimizle beraber kendimizi de yitirmeye başladığımızı yüzümüze vurur. Doğru olduğunu hissettiğimiz ve düşündüğümüz durumlar bizleri yanlış yola atmıştır, o kadar yanlıştır ki hem de bu yolun sonunu görmemiz mümkün dahi değildir. Yolunu bulamama durumu yani kaybolma durumu söz konusudur. Aslında yitirmenin en tehlikeli olabileceği durumlardan biri de budur. Duygu ve düşüncelerle beraber kendi varlığımız da etkilenmiştir, o eski benliğimizi geçtim kendimizi dahi bu durumdan kurtarabileceğimiz meçhuldür. Bunun çok karanlık ve zorlu bir yitirme çeşidi olduğunu yine hayatımızın belli dönemlerinden ve çevremizden az çok biliyoruzdur diye tahmin ediyorum. Yitirildikten sonra büyük bir mücadele bizleri bekliyordur.
Yitirmenin üçüncü ve incelediğimiz son anlamıyla devam etmek istiyorum. Diğerlerinden daha kapsayıcı ve komplike olduğunu ifade ederek incelemeye başlayalım:
“Kendisinde bulunan kimi özelliklerin, niteliklerin yok olması durumuna uğramak, kimi özellikleri yok olmak.”
Aslında az önceki iki anlamda incelediğimiz durumların kesişim kümesini neredeyse işaret ediyor. Ama burada benlik ve mevcudiyet açısından vurgulanan daha ciddi bir durum olduğunu görüyoruz. Duygu ve düşüncelerimizi yitirmek dışında bizi biz yapan niteliklerimizi, apaçık olarak kendimizin de yitirildiğini gözler önüne seriyor. Aynı anda duygu ve düşüncelerimizi yitirmemiz yetmiyormuş gibi varlığımızın da büyük bir tehditle karşı karşıya kalmasıyla yüzleşiyoruz. Aslında kesişim kümesi benzetmesi yapmamın en temel nedeni de buydu. Aynı anda yüzleşmek ve yitirmek için bu kadarı da fazla değil midir? Aynı anda birçok cephede savaşmak olarak da dillendirebiliriz bu durumu. Bizi biz yapanların yitirilmesinin şokunu ve ağırlığını yaşarken kendi benliğimize yönelen bu durumu kontrol altına almamız oldukça zorlayıcı olacaktır.
“Yitirmek” hakkında birçok çözümleme yaptıktan sonra biraz da ne yapmalıyız boyutunda ifadelerde bulunmak istiyorum. Aslında en başında bir kabul süreci bizleri bekliyor. Eğer en az hasarı almak istiyorsak, kabullenerek yola çıkmamız gerekmektedir. Bu hayatta ne ediniyorsak, bir o kadarını da yitirebileceğimiz gerçeğini kabullenmek. Elbette ki hiç kimse edindiğini yitirmek istemez. Ama hayatın bize yaptığı en büyük numaralardan birisi de budur. Önce edindirir sonra da yitirmemizi izler, sonrasında da ne yapacağımızı izler. Tam olarak burada bizim rolümüz ön plana çıkmaya başlamaktadır. Ne kadar mücadele ediyoruz? İçimizdeki ışığı günden güne yitirmemize rağmen, çabalayarak o ışığı nasıl daha parlak hale geleceğimizi düşündüğümüz an mücadelenin en yüksek boyutunu vermiş oluyoruz. Aslında bu içsel gücü kavradığımız anda edindiklerimiz ve yitirdiklerimiz belli bir değere indirgeniyor ve böylelikle içsel bir denge durumu yaşanmaya başlıyor. Aslında tam olarak hayat nasıl yaşanır sorusuna da cevap oluyor böylelikle. Hayatın bir denge uğraşı olduğunu kabul edersek, edinilenler ve yitirilenler arasındaki terazinin biz olduğu apaçık ortaya çıkar. Dengeyi sağlayacak mıyız, yoksa dengesizlik hükmünde yitirecek ve yitirilecek miyiz?
Yorum Bırakın