Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Milk

Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Milk
  • 4
    0
    0
    0
  • Uzun süredir klavyenin başına geçecek motivasyonu kendimde bulamazken acaba hangi kült yapımla profilime geri dönmeliyim sorusunu sordum kendime. Aklıma kültlerden Brokeback Mountain ve My Own Private Idaho geldi ama sanırım Queer Sanat denilince benim de yıllardır içinde olduğum hak aktivizminin bir tarihsel demecini paylaşmak daha etkili olacaktı. Bu açıklamayla gey hareketinin önemli isimlerinden birini, ilk açık kimlikli gey politikacı Harvey Milk’in biyografik filmi olan “Milk”i incelemeye karar verdim.

    Milk, toplumun büyük kesiminin nasıl yok sayıldığıyla alakalı en gerçekçi teması bizlere izletiyor. Bu eşsiz sunumun müsebbibi de filmin yönetmeni olan Gus Van Sant ve üstün başarısından kaynaklanıyor. O yelpazenin her noktasında bulunan bir yönetmen, toplumun kıyılarında yaşayan marjinalleri, dışarı itilmişleri, göz ardı edilenleri ve yabancılaşma yaşayanları anlatmakta üzerine olmayan yalnız bir sanatçı... Anaakıma karşı durabilen ama her zaman reddetmeyen bağımsız bir yönetmen ve yapımcı olan Gus Van Sant şu sözleriyle çabasını ifade ediyor: "Sanırım filmlerimde ve yaşamımda uyumsuz insanlara hep ilgi duydum". 

    Sadece bir aktivizm öznesi olmasıyla değil, savaşmak için elini taşın altına koyan ve kendi değimiyle dolabından çıkan bir eşcinsel Harvey Milk. Onun için olmadığı bir kişi gibi yaşamak sadece kendisine değil, tüm eşcinsel bireylere karşı yapılan bir haksızlık. Bu idealden güç toplayan ve bu sayede çevresine kendi gibi itilip kakılmış bireyleri toplayan bir figür. Kendisi erkek arkadaşı genç ve yakışıklı Scott Smith ile hayatını sürdürebilecekken her şeyi arkasında bırakabilen bir yüreğe ve inanca sahip. Defalarca seçimleri denemiş, geylerle kampanyalar hazırlamış ve döneminin Section 6 yasa tasarısına karşı cansiperane savaşmış bir ikon.

    Filmimiz bir belgesel asla değil. Tamamen somut kurgu merkezli ve gerçeklere dayalı tanık beyanlarıyla şekillenen efsane bir şemaya sahip. Sinematografik kaygılar pek göz önüne alınmamış aslında. Daha çok döneminin atmosferini yansıtmaya yönelik bir mekân kurgusuna odaklanılmış ve gerçekten başarılı şekilde yansıtılmış. Harvey Milk rolünü, rolle Oscar kazanan Sean Penn canlandırıyor. Sean Penn sanki rolü canlandırmamış, gidip Harvey Milk’in kendisine bürünmüş. Bu kadar benzerlik, filmi izlerken döneme aşina kimselerin nezdinde bir nebze hüzne neden olacaktır. Yakışıklı erkek arkadaş rolünde James Franco bulunuyor ve kostüm detaylarıyla beraber Harvey ile aralarında yaşanan uzun süreci çok güzel temsil ediyor. 

    James Franco (Scott Smith)

    Filmimizin ana omurgası Castro Street teması üzerine inşa ediliyor. Bugün Kaliforniya için eşcinsellerin ülkesi olarak anılan bu tematik alan Harvey için de bir manifesto kalesi. Tüm eylemleri, yaşamı, direnci ve aktivizmi bu cadde yükseliyor ve ikonik bir hal alıyor. Dönemin ünlü şarkıcısı homofobik Anita Bryant ve Briggs Girişimi Section 6 taraftarı John Briggs’le savaşan Harvey, şu sözlerle politik kimliğini açıklıyor: "Ben aday değilim, bir hareketin parçasıyım. Hareket, adaydır." Harvey bu sözleri sarf ederken uğruna savaştığı ve dolaplarınızdan çıkın diyerek haykırdığı eşcinsel bireylere bir ışık olmaya başlıyor. Amerika’nın çeşitli yerlerinden gelen telefonlar, hareketin nasıl bir güç kazandığını bizlere izletiyor. Tüm bunlar yaşanırken aslında Harvey’in kendi dolabına hapsolduğu sahneleri de yer yer izliyoruz ve bu anlatım senaryonun kalitesini daha da ivmelendiriyor.

    Film hakkında paragraf paragraf anlatılacak çok fazla nokta var ama ben tarihsel boyutuyla kurgu boyutunu beraber ifade etmek istiyorum. 

    Harvey’in hareketi toplumun farklı hak arayıcıları tarafından da duyuluyor ve kendilerine bu mücadele bir ses olması için Harvey’i destekliyorlar. Bunların arasında meyve suyu üreticileri, kamyoncular kooperatifi ve yaşlılar için sosyal alan talepleri olan mahalle dernekleri… Queer silüetin halktan olduğunun, her yerde ve her şekilde var olduğunun bir kanıtı aslında. Filmde de bunun gibi bazı dokunuşlara yer verilmeye çalışılmış. 

    O zamanlar Stonewall Ayaklanmaları’nın ayak sesleri Amerikan toplumu içerisinde eşcinsel bireylerin fark edilmesi adına önemli bir çağa kapı aralıyordu. Fakat Milk Demokratlara karşı Cumhuriyetçiler anlatısı değil. Toplumun siyasetten bağımsız olarak nasıl bir sosyopolitik nefreti büyütebildiğini yansıtıyor. Halihazırda Carter’da, Reagan’da çeşitli açıklamalarında bu çatı altında insan hakları vurgusunu yineliyordu.

    Harvey, Muhafazakâr İrlandalı Belediye Temsilcisi Dan White tarafından öldürüldüğünde aynı gün cinayete kurban giden diğer kişi Kaliforniya Belediye Başkanı Moscone, Milk’in kendinden sonraki belediye başkanı olacağını biliyordu. Bu güçlü politik duruşun karşında durmaksızın eşcinsel yanlısı samimi bir tavır sergiliyordu.

    Dan White o gün bir homofobik nefret cinayeti işlemedi. White o gün, kendi politik kimliğinin yok oluşuna karşı kaybettiği içsel çekişmeyle bu cinayeti işledi. Bu nedenle Harvey Milk taraftarları hiçbir zaman hüzünlerini dışa vurabilecek bir güdüye sahip olamadı.

    Film Oscar’da en iyi orijinal senaryo alanında da ödülle döndü. Aynı zamanda BAFTA, Berlin Uluslararası Film Festivali, Cesar Ödülleri ve SIYAD adaylıkları da aldı.

    Ne yazık ki eşcinsellere yönelik yaygın ayrımcılığa ve nefrete karşı mücadele hala sürüyor. Milk’in başlattığı hareket yaşamaya devam ediyor ve her geçen gün daha da güçleniyor. Harvey bununla kesinlikle gurur duyardı ve fakat toplumumuzun gerçek anlamda ilerlememiş olması da onu aynı kesinlikte mahvederdi.

    "Sanırım her zaman hareketin bir parçası oldum. Keşke yaptığım her şeyi açıklamak için zamanım olsaydı. Neredeyse her şey eşcinsel hareketi göz önünde bulundurularak yapıldı."


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.