Belçikalı yazar ve yönetmen Bavo Defurne, uzun metrajlı ilk filmi olan North Sea Texas'ta kendi üslubu olan doğa, insan bedeni ve kurguladığı hikayeleri harekete geçiren oyuncu kadrosu seçimiyle başarılı bir arthouse deneyimini izleyicisiyle buluşturuyor.
Başrolleri Jelle Florizoone (Pim) ve Mathias Vergels (Gino) paylaşıyor. Aslında filmin başında Pim ve Gino rolleri çocukluk dönemlerini yansıtan farklı oyuncularla işleniyor fakat filmin genel teması bu iki oyuncu arasında geçtiği için onları ifade etmek yerinde olacaktır.
Queer sanat anlatısının ne olduğuyla alakalı bir tartışmaya girmeksizin filmin belirgin bir eşcinsel teması çerçevesinde gelişmiş olmasını ve bir arthouse biçimi taşımasını değerli buluyorum. Bu haliyle ergenlik çağı keşfi klişesinden sınırdan sıyrılmış dersek hata etmiş olmayız.
15.yaş gününü kutlamaya hazırlanan Pim, annesinin umursamaz ve fevri kişiliğine karşın sessiz ve örselenmeyen bir genç. Kendini sorgulamayı, küçüklüğünde giydiği kadın elbiseleri ve prenses tacıyla simgeliyor. Komşu çocuğu Gino'ya karşı olan cinsel çekimle birlikte kimlik sorgusu had safhaya ulaşıyor ve filmimiz uzun doğa kareleriyle beraber Pim'in seyrettiği içsel yolculuğu hafif ve hassas bir şekilde bizlere tattırıyor.
Filmin kurgusu ve mekan/hikaye gelişimi etkileşimi, sanat temsili açısından göz doldurur cinsten. Sinematografi 101'den nasibini alan bir kamera derinliği kullanıldığını da eklemek istiyorum. Yalnız bunun izleyicide doğuracağı sonuç kişisel olmakla birlikte kullanım metodu itibarıyla sanatsal denilebilir. Özellikle birkaç ögenin yakalanmasında izleyiciye ışık tutmakta fayda görüyorum;
- Gino'nun ailesi ve Pim'in bu aileyle olan iç ilişkisi aslında bir noktada Pim'in arayışında olduğu şefkatle ilişkili. Bu şefkat ögesi, hem tutkulu bir cinsel birlikteliği hem de çaresiz bir beklentiyi aynı atmosferde tattırıyor.
- Pim'in annesi Yvette, akordiyon çalarak erkekleri eğlendiren bir sahne soytarısı. Bu anlatı filmin izleyiciye ifade etmekte ısrarcı olduğu birçok karede kendini gösteriyor. Aynı zamanda her sahneye aynı sarı elbise ve beyaz kutu çantasıyla gidiyor oluşu ekonomik/kültürel bir sınırı belirginleştirmek için izleyiciye net sınırlar çiziyor.
- Gino'nun hasta annesi Marcella, topladığı şeker paketlerini kavanoza boşaltırken anlamsız bir diyologla Pim'e bir şey anlatmak için çaba harcıyor. Bu anlatının bir önceki maddeyle beraber aynı minavlden ve daha kapsamlısı olduğu görüntüsü iyice kurguya sinmiş.
- Son olarak Pim'in, Gino'nun yokluğunda hiç anlatılmayan ama geçmişten tanışıklığın olduğu anlaşılan Zoltan karakterinin erkeksiliğiyle büyülendiği ve kimlik sorgusu adına hala kararlı olduğu belirgin bir şekilde sabit.
Filmin tüm bu anlatılarının yanı sıra bohem hayat tarzının hikayeye yerleştirilmiş ve alttan alttan izleyiciye göz kırpan bir yönünün olduğunu görüyoruz ve bu bakışla beraber Pim'in melankolisini daha açık şekilde anlayabiliyoruz. Bu sayede filmin kurgusunda (özellikle bar sahneleri ve akordiyon ezgileri arasında) Pim'in başrol olduğu ve ivmeyi elinde tuttuğu net bir anlatı işleniyor. Ayrıksılar içinde yalnızların temsili bu metotla belirginleştirilmiş.
Teknik bakışın ardından birkaç kişisel fikrimi ifade etmem gerekirse bir hatıra kutusunun içine hapsolmuş hayalleri, kıvılcımken sönen heyecanı, yağan yağmurun ıslattığı yaşanmışlıkları bir dantel şeması gibi Pim'in net ve duygusuz suratında görebiliyoruz. Yanlışlanmayan, baskı görmeyen fakat kendini tanımlama sürecini de net şekilde izleten film de Marcella son dokunuşu yapıyor: Pim ve Gino'nun hikayesi için gerekli adımı başarılı bir sonuç sahnesiyle izleyici ile buluşturuyor.
Film Montreal Dünya Filmleri Festivali'nden yönetmen Defurne'ye iki ödül kazandırıyor. O halde yönetmenin şu sözleriyle incelememize son noktayı koyalım:
"İnsanlara pencereden baktıklarında ne gördüklerini göstermek istemiyorum, gözlerini kapattıklarında ne görebildiklerini göstermek istiyorum."
Yorum Bırakın