Ayrılık

Ayrılık
  • 1
    0
    0
    0
  • Caddenin ıssızlığında yürüyorlardı. Hava soğuktu, daha gündüz vakti olmasına karşın etrafta pek kimse yoktu. Gerçi bunda yeryüzünü kocaman bir yorgan gibi saran kara kara bulutların payı olabilirdi. 

    Erkek soğuk havaların aşığıydı. O kadar çok seviyordu ki, böyle havalarda bir çocuğun ilk başarısındaki sahip olduğu o saf coşku ile dolup taşıyordu içi. Hatta gök gürültülü, yağmurlu ve fırtınalı havalarda o saf coşkudan çıldıracak gibi oluyordu. Nedendi bilmiyordu belki de içindeki duyguların dışavurumu olarak gördüğündendi... Ondandır ki az da olsa mutlu hissediyordu kendisini burukta olsa. Onun aksine kız üşüyordu. Hiç anlamazdı bu havaları neden bu kadar sevdiğini. Tamam kendisi de severdi ama onun gibi değil. Güneşi severdi, o kadar yakıcı olmasa da yüzünde ılık sıcaklığını hissetmek ona umutlu hissettirirdi. İlkbaharda ölü toprağını üzerinden atan doğa gibi... Bu sebeple, kendisinin aksine sevgilisinin mutlu olduğunu biliyordu ve o mutlu olduğu için kendisine burukta olsa mutlu hissettiğini hatırlattı... 

    Ne kadar süredir yürüdüklerini hatırlamıyordu ikisi de. Sanki hatırlayabildikleri tek şey sadece yürüdükleri bu yoldu ya da sadece hatırlamak istedikleri... Biliyorlardı ki yolun sonu hiç de istemedikleri bir yere varıyordu... Yolun sonu diye düşündüler, cidden son muydu? Tabi ki son değildi ama keşke son olsaydı diye dilediler, gerçekleşmeyeceğini bile bile. İkisi de aslında tahmin ettiklerinden daha çok biliyorlardı birbirlerini. Farkındaydılar ama biraz korkutucu geldiğinden dile getiremiyorlardı belki de... 

    Birbirleriyle konuşamadıkları gibi iç sesleri de karışıktı işte. Konuşsalar kelimelerin yetersiz kalacağından, konuşmasalar da keşke hissettiklerimizi söyleseydik diye düşüneceklerinden emindiler. Sustular sadece işaret parmaklarını birbirine doladılar. Bu hareket neler hissettiklerini, hissedemediklerini, düşündüklerini, düşünemediklerini, söylemek istediklerini ve söyleyemediklerini anlatıyordu. Gitmek zorunda olup da aslında kalmak için çok küçücük bir şeye bağlanabileceklerinin resmiydi aslında. İşte başka bir şeyin resmi de az sonra karşılarında olacaktı, ayrılık vaktinin geldiğini anlatan... 

    Görmekten önce sesini duydular bu resmin; tren garının kalabalığını... Son sarılışların ürkekliğini, son sözlerin mırıltılarını, son bakışların ağırlığını... Varmışlardı, tüm burukluğuyla karşılarında duruyordu gar. 

    Önceden konuşmuşlardı, kapıda vedalaşacaklardı. Başka bir ayrılığın ağırlığını eklemeyeceklerdi, dışarıda bırakacaklardı. Birbirlerinin gözlerinin ta en derinliklerine baktılar, ikisinin de birbirini tamamlarcasına gözlerinden birer damla düşüp acı tebessümlerine karıştı. İşaret parmaklarını bıraktılar, sanki saniyenin milyonda biri kadar yavaşlıkta hareket ediyorlardı. Öyle yaparlarsa bu an hiç bitmez diye düşünüyorlardı belki de... Anlaşmışlardı sırtlarını aynı anda döneceklerdi birbirlerine, sanki öyle yaparlarsa daha güçlü hissederlermiş gibi...

    Yavaşça dönerken, bir adım attı atmadılar derken sanki ne yaptıklarından emin, hiç ayrılmak istemezcesine sımsıkı sarılırken buldular kendilerini, olması gerektiği gibi...

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.