Pencere kenarında oturduğu masadan dışarıyı izliyordu. Soğuk sayılabilecek bir hava onun için serindi sadece. Ama buna rağmen içeride oturmayı seçmişti. Dışarıda oturmak her zaman hoşuna giderdi ancak bu sefer içinden gelmemişti. Belki de normal olmak istiyordu bugün. Caddede pek insan yoktu. Kafede de tek tük insan vardı. Bir tek o yalnız oturuyordu, yanındaki sandalyede yatan kediyi saymazsa tabi...
Önünde kitabı, kulağında müzik ikisine de odaklanamıyordu. Düşünceler, kafasında rüzgarda savrulan yapraklar gibi uçuşuyordu. Bir anı belirdi zihninde. Uzun zamandır derinlerde gömülü bir anı... Çok uzak bir geçmişte, başkasının anısına dışarıdan bakıyormuş gibi hissetti.
Önünde kitabı, kulağında müzik ikisine de odaklanamıyordu. Düşünceler, kafasında rüzgarda savrulan yapraklar gibi uçuşuyordu. Bir anı belirdi zihninde. Uzun zamandır derinlerde gömülü bir anı... Çok uzak bir geçmişte, başkasının anısına dışarıdan bakıyormuş gibi hissetti.
🍁 🍁 🍁 🍁 🍁 🍁 🍁
İki kişi ormanlık bir alanda yürüyorlardı. Attıkları her bir adımda yerdeki yapraklar havalanıyordu. Özgürlüğüne kavuşan yapraklar usul usul süzülerek yerdeki yaprak havuzuna katılırken; kadın bir anda dönüp "acaba yapraklar dalından ayrıldığında canları yanıyor mudur?" diye sordu adama. Adam bir an sessiz kaldı. Böyle bir soru beklemiyordu. Sadece "neden yansın ki!" diyebildi. Kadın şairin sözünü hatırlattı: "yaprak ağaçtan sıkılmıştı, rüzgar bahaneydi." "Nereden biliyorlar ki! Yaprak elinde olsa gitmek istemez ki" diye yakındı. Adam hafifçe tebessüm etti, çok belli belirsizdi; dışarıdan bakan biri fark edemezdi bile. Kadına döndü ve "Toprakla gökyüzünün aşkını bilir misin?" diye sordu. Kadın usulca kafasını kaldırıp adamın sonbaharın en güzel renklerini taşıyan gözlerine baktı. Adam bir an kadının gözlerinde, engin maviliğinde, kaybolmak istedi. "Toprak çorak bir boşluktan ibaretken, gökyüzünün eşsiz renklerine tutulmuş. O kadar güzelmiş ki onu anlatacak hiçbir kelime yetmezmiş. Gökyüzü hep bir parçasını verirmiş ona, usul usul yağmurlarını akıttığında toprak, ondan bir parçasını içinde taşıdığı için çok mutlu olurmuş. O da ona kendinen bir şeyler vermek istiyormuş. Kendisinden bir parça da gökyüzünde yaşasın istiyormuş." Adam durdu, etrafına baktı sanki nerede olduklarını hatırlamaya çalışır gibiydi. Derince bir soluk alıp konuşmasına devam etti: "Sonbahar geldiğinde toprak çok üzülürmüş. Sevdiği ağaçları, yapraklarını döktükçe çok üzülürmüş. Ama bir gün bu duruma sevineceği hiç aklına gelmezmiş. Yağmur yavaş yavaş yağarken, sevdiğinden bir parça kendi içine karışırken buruk da olsa mutlu hissetmiş. Sonra görünmez bir güçten geliyor gibi, öyle bir sert rüzgar esmiş ki ağaçların dalları öyle bir savrulmuş ki, neredeyse tüm yapraklar bir anda köklerinden kopup gökyüzünü bir örtü gibi kaplamışlar. Toprak bir anda öyle bir heyecanlanmış ki, sanki o gökyüzü olmuş, sevdiği ise kendisi. Çünkü yaprakları bir yağmur gibi havada süzülerek yol alıyorlarmış. Aralarında ki mesafe bir anlığına kısa gelmiş, sevdiğine dokunabilirmişcesine... 'Yaprak yağmuru' diye düşünmüş, nasıl sevdiğinin yağmur damlaları varsa onun da yapraklarından damlaları varmış... Toprak rüzgara teşekkür etmiş. O günden sonra ağaçlar da yapraklarını uğurladığına üzülmemişler." Kadın gözleri dolu dolu "çok güzel" diyebildi sadece. "Ne zaman kuvvetli bir rüzgar esse bilirmiş gökyüzü, hayran olduğu toprak da onu seviyor." diye eklerken adam, görüntüler bir sis perdesi gibi dağılmaya başlarken "Hayır!" dedi burada bitemezdi anının devamını görmek istiyordu. Ama istediği olmadı tabi...
İki kişi ormanlık bir alanda yürüyorlardı. Attıkları her bir adımda yerdeki yapraklar havalanıyordu. Özgürlüğüne kavuşan yapraklar usul usul süzülerek yerdeki yaprak havuzuna katılırken; kadın bir anda dönüp "acaba yapraklar dalından ayrıldığında canları yanıyor mudur?" diye sordu adama. Adam bir an sessiz kaldı. Böyle bir soru beklemiyordu. Sadece "neden yansın ki!" diyebildi. Kadın şairin sözünü hatırlattı: "yaprak ağaçtan sıkılmıştı, rüzgar bahaneydi." "Nereden biliyorlar ki! Yaprak elinde olsa gitmek istemez ki" diye yakındı. Adam hafifçe tebessüm etti, çok belli belirsizdi; dışarıdan bakan biri fark edemezdi bile. Kadına döndü ve "Toprakla gökyüzünün aşkını bilir misin?" diye sordu. Kadın usulca kafasını kaldırıp adamın sonbaharın en güzel renklerini taşıyan gözlerine baktı. Adam bir an kadının gözlerinde, engin maviliğinde, kaybolmak istedi. "Toprak çorak bir boşluktan ibaretken, gökyüzünün eşsiz renklerine tutulmuş. O kadar güzelmiş ki onu anlatacak hiçbir kelime yetmezmiş. Gökyüzü hep bir parçasını verirmiş ona, usul usul yağmurlarını akıttığında toprak, ondan bir parçasını içinde taşıdığı için çok mutlu olurmuş. O da ona kendinen bir şeyler vermek istiyormuş. Kendisinden bir parça da gökyüzünde yaşasın istiyormuş." Adam durdu, etrafına baktı sanki nerede olduklarını hatırlamaya çalışır gibiydi. Derince bir soluk alıp konuşmasına devam etti: "Sonbahar geldiğinde toprak çok üzülürmüş. Sevdiği ağaçları, yapraklarını döktükçe çok üzülürmüş. Ama bir gün bu duruma sevineceği hiç aklına gelmezmiş. Yağmur yavaş yavaş yağarken, sevdiğinden bir parça kendi içine karışırken buruk da olsa mutlu hissetmiş. Sonra görünmez bir güçten geliyor gibi, öyle bir sert rüzgar esmiş ki ağaçların dalları öyle bir savrulmuş ki, neredeyse tüm yapraklar bir anda köklerinden kopup gökyüzünü bir örtü gibi kaplamışlar. Toprak bir anda öyle bir heyecanlanmış ki, sanki o gökyüzü olmuş, sevdiği ise kendisi. Çünkü yaprakları bir yağmur gibi havada süzülerek yol alıyorlarmış. Aralarında ki mesafe bir anlığına kısa gelmiş, sevdiğine dokunabilirmişcesine... 'Yaprak yağmuru' diye düşünmüş, nasıl sevdiğinin yağmur damlaları varsa onun da yapraklarından damlaları varmış... Toprak rüzgara teşekkür etmiş. O günden sonra ağaçlar da yapraklarını uğurladığına üzülmemişler." Kadın gözleri dolu dolu "çok güzel" diyebildi sadece. "Ne zaman kuvvetli bir rüzgar esse bilirmiş gökyüzü, hayran olduğu toprak da onu seviyor." diye eklerken adam, görüntüler bir sis perdesi gibi dağılmaya başlarken "Hayır!" dedi burada bitemezdi anının devamını görmek istiyordu. Ama istediği olmadı tabi...
🍁 🍁 🍁 🍁 🍁 🍁 🍁
Ne kadar süre öyle kaldı bilmiyordu ama bir çarpma sesiyle yerinden sıçradı. Gerçek dünyaya geri dönmüştü. Sesin kaynağını bulmak için gözleriyle içeriyi taradı. Az önce kapalı olan kapıya takıldı gözleri. Ya içeri giren biri sertçe açmıştı kapıyı ya da sert bir rüzgar sebep olmuştu. Sert bir rüzgar diye mırıldandı. Acaba diye düşündü, mümkün müydü... Kafasını hızla cama doğru çevirdi ilkin gördüğüne inanmak istemedi, bu nasıl mümkün olabilirdi ki... Gökyüzü, sonbaharın en güzel tonundaydı. Yapraklar her yerdeydi. Sandalyesini hızlıca itti kapıya koştu. Kendisini dışarı attı saçları sertçe yüzünü okşuyordu. Caddeye doğru yöneldi, kimsecikler yoktu ama hissedebiliyordu. Bir tek "o" ve kendisi vardı. Birbirlerine sarılıyorlardı. Tıpkı anısındaki gibi diye düşündü. Gözyaşları, yağmur damlaları gibi düşerken maviliklerinden, "Evet, biliyorum." diye mırıldandı yaprak yağmurlarına...
Yorum Bırakın