Sinema Tarihinin Unutulmayan 100 Sahnesi

Sinema Tarihinin Unutulmayan 100 Sahnesi
  • 15
    0
    0
    0
  • DİKKAT: Yazı, bazı filmler hakkında spoiler içerebilmektedir.

     

    1.) Roket gemisi Ay'a iniyor -Le Voyage Dans La Lune (1902)

    Le Voyage Dans La Lune, Fransız yönetmen ve usta illüzyonist Georges Méliès tarafından Jules Verne'in Dünyadan Ay'a ve H. G. Wells'in Aydaki İlk Adamlar hikayesinden esinlenerek yaratılmış ekranlardaki ilk bilim kurgu yapımıydı ve 14 dakikalık bir başyapıttı. Bu sessiz film, zamanının muhafazakâr bilim camiasını eleştiriyor. Ayın gözüne inen ay kapsülünün görüntüsü unutulmaz bir manzaradır ve sinema tarihinde geniş çapta tanınır.

    2.) Kalpleri Isıtan Sarılma -The Kid (1921)

    Charlie Chaplin'in ilk uzun metrajlı komedi filmi olan The Kid aynı zamanda onun en duygu yüklü sahnelerinden birini içeriyor. Serseri'nin (Chaplin) evlatlık oğlunun yetkililer tarafından götürülürken Serseri, çatıdaki bir kovalamaca ile beraber çocuğun peşinden koşar ve  onu bulur. Çocuk (Coogan) ve Serseri'nin (Chaplin) yüzünün birbirine bastırılmış halinin yürekleri ısıtan bir yakın plan çekimi var. Toplumdan dışlanmış bu yufka yüreklilerin bir araya gelmesi, bir sinemaseverin zihninde her zaman taze kalacaktır.

    3.) Yırtıcı vampir Kont Graf Orlok -Nosferatu, eine Symphonie des Grauens (1922)

    Film, Alman dışavurumculuğu akımının başyapıtlarından biri sayılan ve korku sinemasının sayılı klasiklerinden olan bir korku filmidir. F. W. Murnau'nun yönettiği film, Bram Stoker'ın Drakula romanının bir uyarlaması olduğu ve telif ödenmeksizin yapıldığı için yayından kaldırılmıştır. Bu sahnede, Hutter şatonun içinde dolaşırken Kont Orlok'un odasına girer ve burada vampirlerle ilgili bir kitap bulduğundan dolayı Kont Orlok'un bir nosferatu yani bir vampir olduğunu anlar. Odadan dışarı çıkmak isterken dışarıda onu Kont Orlok beklemektedir ve sonra Orlok odanın içine girer. Hutter uyuyakalır ve uyandığında Orlok'u göremez.

    4.) Saatte asılı kalma -Safety Last! (1923) 

    Dev bir gökdelen saatinden sarkan gözlüklü Harold Lloyd görüntüsü, sinema tarihinin en ikonik görüntülerinden birsidir. Safety Last! heyecan verici bir komediydi ve bu "saate asılma" anında izleyicilerin histerisi doruk noktasına ulaşmıştı. Bu ünlü sekansla ilgili daha ilginç olan şey, Lloyd'un bakış açımızla zekice oynayarak bizi nasıl kandırdığıydı. Harika bir atlet olan Lloyd, bir binanın tepesinin kenarına yakın bir platform üzerine bir saat yaptı. Ayrıca, platformu gizlemek için yüksek açılı çekimler ve bazı kamera hileleri kullandı.

    5.) Odessa Merdivenleri -Battleship Potemkin (1925)

    Öncü Sovyet film yapımcısı Sergei Eisenstein "Odessa Merdivenleri" montaj sekansı ile sinemayı sonsuza dek değiştirdi. Bir montajın katıksız duygusal gücü, hükümet askerlerinin masum vatandaşlardan oluşan bir kalabalığa ateş açtığı bu sahnede mükemmel bir şekilde fark edildi. Eisenstein, ani kesmeler ve sarsıntılı yakın çekimlerle izleyicinin dehşetini artırıyor. Çekim kompozisyonlarının yanı sıra olaylar arasındaki zekice kesişmelerin, bir sahnenin duygusal bölümünü nasıl canlandırabileceğini gösterdi. Sekansın fevkalade gergin kısmı, bir bebek arabasının tekerleklerinin, basamakların kenarında sallandığı zamandı.

    6.) Maria'nın Dönüşümü -Metropolis (1927)

    Fritz Lang'ın sessiz şaheseri olan bu film, bilimkurgu türünü başlattı. Lang bu filmde, teknolojinin hakim olduğu ama aynı zamanda işçi sınıfının ayrıcalıklı sınıf için çalıştığı bir gelecek tasavvur etti. Metropolis'in en ikonik simgesi dişi robottur. Filmde kilit bir anda robot, Maria adında bir insana dönüşür. Robot Maria, yapay zeka korkularımızla oynuyor. Yine de kendini insan toplumuna asimile eder ve sonunda otoriter toplumu alaşağı eder.

    7.) Saç kesme sahnesi -La Passion de Jeanne d'Arc (1928)

    Film, 1431 yılında Jean d'Arc'ın dini hukukçular tarafından sapkın suçlamalarla yargılanmasını konu ediniyor. Unorthodox ve V for Vendetta filmlerindeki saç kesme sahnelerinin atası sayılabilecek bu sahne oldukça etkileyicidir. Maria Falconetti bu sahne için "Sanki idama mahkum olmuş gibiydim. O sahneyi oynamama gerek kalmamıştı, ben olmuştum." demiştir. Falconetti'nin bu filmdeki performansı, sinema tarihinin en etkileyici performanları arasındadır.

    8.) Buster Keaton'ın üzerine ev çökmesi -Steambot Bill, Jr (1928)

    Filmde bir kasırga sahnesi sırasında bir evin önü Buster Keaton'ın üzerine düşer. Ama evin üst kat penceresi açık olduğu için Keaton tam olarak doğru yerde durduğundan dolayı kurtulur. Sessiz filmlerin olduğu zamanlarda oyuncular gerçekten bu tarz sahnelerde oynuyorlardı. Keaton tam olarak doğru yerde durmak zorundaydı, yoksa ezilerek ölme riski vardı. Çünkü düşen şey hafif bir cephe değil, gerçek bir evdi. Bugün bile hâlâ imkansız ve tehlikeli görünüyor. Çekimden dakikalar önce Keaton ekipten birkaç kişinin dua ettiğini, ayrıca çekim yapılırken kameramanın arkasını döndüğünü fark etti. Bu filmin çekildiği sıralarda Buster Keaton'ın alkol bağımlılığı, evliliğinin dağılmasıyla beraber artıyordu. Üstelik, iş ortağı Joseph M. Schenk'in yapım şirketlerini MGM'ye sattığını ve aslında tüm yaratıcı özgürlüğünü elinden aldığını öğrendi. Bütün bunlar üst üste gelince Keaton hayattan daha yeni vazgeçmişti ve başına gelenleri umursamadı. Bu haliyle düşen ev, sinema tarihinin en büyük şakalarından biri haline geldi. Farklı filmlerde ve TV şovlarında sayısız kez kopyalandı ve hepsi sinemanın en orjinal komik adamlarından birinin elinden çıkmış oldu.

    9.) Küçük Maria -Frankenstein (1931)

    James Whale'in Pre-Code korku filmi, Mary Shelley'nin çığır açan öyküsünün ilk uyarlaması. Filmdeki en rahatsız edici sahnelerden biri, Frankenstein'ın canavarının yanlışlıkla Maria adında küçük bir kızı boğmasıydı. Sekans, canavarın duygusal olarak zayıf doğasını gösteriyor. Canavar, göle çiçek atarak Maria ile oynar ve çiçeklerin süzülmesini izler. Aynı eylemi Maria ile tekrarlar ve kız havada süzülmediğinde Frankenstein'ın canavarı gözle görülür bir şekilde üzgün kalır.

    10.) Empire State Binası'nın tepesindeki Kong -King Kong (1933)

    Cooper ve Schoedsack'in filmi, zamanı için teknik bir mucizeydi. Filmdeki en unutulmaz an, öfkeli dev maymunun Empire State binasına tırmanıp gökyüzündeki savaş uçaklarını parçalamasıydı. Şimdi izlerken, Kong hakkında hiçbir şey gerçek gelmiyor. Ancak sonunda Kong'a sempati duyduğumuz bu yenilikçi sekansı izlemek büyüleyici. Peter Jackson'ın filmi yeniden çevrimi, sekansı yeniden yarattı. Ancak binanın tepesinde oturan eski, mekanize Kong'da büyülü bir şey var.

    11.) Otostopçuluk dersi -It Happened One Night (1934)

    It Happened One Night, Frank Capra tarafından yönetilen filmdir. Sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak görülen film, sosyetik bir kadının babasının baskısından kurtulmaya çalışırken bir gazeteciye aşık olmasını konu edindi. Peter'ın (Clark Gable) Ellie'ye (Claudette Colbert) otostop çekmeyi öğrettiği It Happened One Night'taki bu sahne, büyük ihtimalle o dönemler için en iyi ve en komik sahnedir. Şov yapmak için kendinden emin bir şekilde yola çıkıp otostop çeken Peter'a hiçbir araba durmaz. Sonunda Ellie bacağının bir kısmını karşıdan gelen arabalara gösterir ve birini hemen durdurur.

    12.) Fabrika işçisi makine tarafından yutuluyor -Modern Times (1936)

    Modern Zamanlar (Modern Times), Charlie Chaplin'in yazıp yönettiği, ikonik Küçük Serseri karakterinin modern, sanayileşmiş dünyada hayatta kalma mücadelesi verdiği, yarı sesli, hicivli, romantik bir kara komedi filmidir. Film, Büyük Buhran sırasında birçok insanın karşı karşıya kaldığı vahim istihdam ve mali koşullar (Chaplin'in görüşüne göre modern sanayileşmenin verimliliklerinin yarattığı koşullar) üzerine bir yorumdur. Chaplin'in Serseri karakterini son kez canlandırması ve Chaplin'in sesinin filmde ilk kez duyulması dikkat çekicidir. Bu sahnede ise Serseri, tekrarlayan işin stresi ve hızı nedeniyle büyük zarar gördüğü bir montaj hattında çalışıyor. Sonunda sinir krizi geçirip çılgına döner ve bir makinenin içinde sıkışıp fabrikayı kaosa sürükler.

    13.) "Açıkçası tatlım umrumda değil." -Gone with the Wind (1939)

    Gone with the Wind, Margaret Mitchell'ın Pulitzer Ödüllü aynı adlı romanından sinemaya uyarlanmış ABD yapımı bir filmdir. Film 14 dalda Oscar'a aday olmuş ve 10 dalda bu ödülü kazanmıştır. "Açıkçası tatlım umrumda değil." repliği ise sinema tarihinin en etkileyici sahnelerinden birine ait olan repliktir. Bu, Rhett'in (Clark Gable) Scarlett'e son sözüdür. Scarlett sonunda Rhett'i sevdiğini anlamıştır fakat artık çok geçtir. Rhett, ne yapacağını şaşırmış halde yanına gelerek aşkını ilan eden Scarlett'a aldırmaz bir surat ifadesiyle bu sözleri söyler.

    14.) Son Konuşma -The Great Dictator (1940)

    Charles Chaplin'in Büyük Diktatör'ün sonundaki eşitlik ve demokrasi çağrısı tüm zamanlar için geçerli olacak bir konuşmadır. Film, Hitler ve Mussolini'nin eylemlerini kınayan ve alay eden harika bir siyasi hiciv örneğiydi. Chaplin'in insanlıktan ricası, faşizm bir kez daha yükselişte olduğu zaman hep beraber yüksek sesle karşı çıkmalarıdır. Ruhları harekete geçiren konuşmadan en sevilen satırlar ise şu şekildedir: "Bilgimiz bizi alaycı, zekâmız ise katı ve kaba yaptı. Çok fazla düşünüyor ve çok az hissediyoruz. Makineden çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekâdan daha çok kibarlığa ve centilmenliğe ihtiyacımız var."

    15.) Ölmekte olan bir adamın son sözleri "Rosebud" -Citizen Kane (1941)

    5 yaşında karda oynayan bir çocuk olduğunuzu düşünün. Anneniz sizi içeriye çağırıp garip bir adamla New York'a taşınmanız gerektiğini ve büyüyünce çok zengin olacağınızı söylüyor. Ve annenizle babanızı bir daha asla görmeyeceksiniz. Çocukken parayı umursamazsınız. Tek istediğiniz anne ve babanızdan sevgi almak olacaktır. Bu yüzden bu durum oldukça travmatik olacaktır. Karakterimiz, çocukluğunun geri kalanını ülkedeki en iyi yatılı okullardan atılarak geçirdi. Büyüyünce, bir medya imparatorluğu kurdu ve önemli bir servet biriktirdi. Aynı zamanda boşanmayla sonuçlanan iki korkunç evliliği oldu, politik olarak gözden düştü, arkadaşlarını uzaklaştırdı, bir münzevi oldu ve neredeyse hiç bakmadığı veya kullanmadığı on ömür boyu değerinde eşyayla çevrili sarayında tek başına öldü. Hayatı boyunca başkalarının sevgisini satın almaya çalıştı ve verecek sevgisi olmadığı için sefil bir şekilde başarısız oldu. Kaybettiği çocukluk mutluluğunun yerini hiçbir şey dolduramazdı. Kendi içindeki bu boşluğu gerçekten sahip olduğu tek şeyle doldurmaya çalıştı: para. Belki de tüm yapmak istediği kızağıyla karda oynamakken bu ona dayatılmasaydı olabilecek daha iyi bir hayat olabilirdi. Rosebud; eski bir ahşap, paslı metal ve yontulmuş boyadan çok daha fazlasıdır. Normal bir hayatı olsaydı, olabilecek her şeyi temsil ediyor. Küçük bir çocukken hayatının sonsuza dek değiştiği an. O an son kez gerçekten mutluydu. Bu sahnede ise bunu, ölüm döşeğindeyken düşünüyor ve bu mutlu anı ölmeden önceki son düşüncesi olarak seçiyor.

    16.)  "La Marseillaise" -Casablanca (1942)

    Fransa milli marşı etkili bir şekilde okunarak bir grup Naziyi bastırdığı için Casablanca'da özel bir anlam kazanıyor. Kasım 2015'te Paris'teki terör saldırılarının ardından hayranlar, ülkeyle dayanışma göstermek için ünlü film sahnesinden kesitler paylaştı.

    17.) Hayal kurma sekansı -Brief Encounter (1945)

    David Lean'in İngiliz klasiği,  ikisi de evli olan orta yaşlı bir kadın ile adamın birbirine delicesine aşık olduğu hikayeyi anlatıyor. İlişkilerini asla tamamına erdiremezler. Yine de her şeyi tüketen aşktan kaçamazlar. Kadın kahraman Laura, adamla biraz zaman geçirdikten sonra trenle eve döner. Yolcu vagonundayken fantastik bir sahnede kendini romantik olasılıkların hülyasına kaptırır. Ancak yavaş yavaş rüyanın yerini gerçek alır. İnsan yanılgıları ve özlemleri hakkında güzel bir sahne.

    18.) Film sonundaki buluşma -It’s A Wonderful Life (1946)

    Frank Capra'nın klasik aile dramasını kaç kez izlemiş olursanız olun, George Bailey'nin (James Stewart) hayatın armağanını anladığı son sahne her zaman gözlerinizi yaşartacak. James Stewart, bu filmde Amerikalılar için mükemmel sembol oldu. Ve bu filmin sonunda, hayatta neyin önemli olduğunu ve insanın hayatını sevgi ve şefkatle nasıl aşabileceğini hatırlatıyor. Bu buluşmada dizginlenemez bir umut ve neşe var. Bu da bizi hayatımızdaki tüm harika insanlar için şükranla dolduruyor.

    19.) Bruno babasının elini tutuyor -Ladri di biciclette (1948)

    Filmde, sefalet içinde yaşayan bir ailenin babası Ricci bisiklet çalıp onları satarak ailesini geçindirmeye çalışır. Yine bir kere Ricci, oğlu Bruno da yanındayken bisiklet çalmaya çalışır, ama bisikletin sahibi tarafından yakalanmıştır. Daha sonra Bruno, babasıyla alay edildiğine, onun hâkârete uğradığına ve yüzüne tokat atıldığına tanık olur. Dokunaklı bu sahnede, bir grup adam Ricci'yi uzaklaştırırken Bruno, babasının şapkasını bulur ve sanki babasının kaybettiği küçük itibarı koruyormuş gibi görev bilinciyle şapkayı temizler. Bruno sadece babasının itibarını korumaya çalışmakla kalmaz aynı zamanda Ricci'yi adli kovuşturmadan etkili bir şekilde kurtarır. Bisikleti çalınan adam, Bruno'nun ıstırabını görünce o kadar duygulanır ki "Adamın yeterince sorunu var" diye düşünerek Ricci'ye dava açmaktan vazgeçer. Sekansın sonunda ise Ricci ve Bruno harap edici günlerinin ardından eve doğru yola çıkarken Bruno, babasının elini tutarak onu hâlâ sevdiğini ve saygı duyduğunu gösterir ve bir kez daha babasının onurunu kurtarır.

    20.) Bina girişinde Harry'nin görünmesi -The Third Man (1949)

    Viyana'nın mehtaplı, Arnavut kaldırımlı bir sokağındaki bir binanın girişinde, gölgede duran bir adamın ayağının dibinde bir kedi kendini yalıyor. Holly Martins (Joseph Cotton) gölgedeki adamın ortaya çıkması için alay ediyor. Sahne, Anton Karas'ın unutulmaz kanun müziği eşliğinde devam ederken binada bir ışığın yanmasıyla Harry Lime'ın (Orson Welles) gözündeki o sonsuz parıltı ortaya çıkıyor. Tüm bu unsurlar, Harry Lime'ın suç ortaklarının bir araya gelmesi gibi ekran tarihinin en unutulmaz, tüyleri diken diken eden anlarından birini yaratmak için bir araya geliyor. Sahne çok büyüleyiciydi, çünkü herkesi şok ederek o karanlık ara sokakta ortaya çıkmadan önce Welles'in Harry'si seyirciler tarafından filmin ilk saatinde ölü sanılıyordu. Sonunda, bunca zaman Harry Lime hakkında sonu gelmeyen konuşmalar duyduktan sonra seyirciler onunla tanışabildi ve hayal kırıklığına uğramadı.

    21.) "Yakın çekim için hazırım." -Sunset Blvd. (1950)

    Billy Wilder'ın kara film klasiği olan bu film, sanrılar içindeki yıkılmış bir aktris olan Norma Desmond'ın giderek düşüşünü anlatıyor. Filmin finalindeki ikonik sahnede, onun deliliğe doğru düşüşü tamamen belirgindir. Sevgilisini öldürme suçundan polis tarafından gözaltına alınmak üzeredir. Ama Norma burayı bir film seti olarak hayal ediyor. Ve, “Mr. DeMille, yakın çekim için hazırım.” diyerek geçmişin ihtişamına olan özlemini dile getiriyor.

    22.) Yağmur altında dans -Singin’ in the Rain (1952)

    Gene Kelly ve Stanley Donen'in müzikal komedisi, Hollywood'un en büyük müzikali olarak kabul ediliyor. Müzikale ismini veren şarkının kendisi, Gene Kelly'nin zarif performansıyşa beraber unutulmazdı. Kelly'nin yağmurda bir elektrik direğinden sallanan görüntüsü, sinema tarihinin en ikonik görüntülerinden biri oldu. Yine de, yapması zorlu bir şarkı parçasıydı. Yağmur yaratma biçiminden mükemmel aydınlatma kurulumunu bulmaya kadar, çekimin sinematik gereksinimleri çok fazlaydı. Yine de sonuç, titizlikle çekilmiş bir dans numarasıydı. (Burada numara kelimesi, müzikte daha büyük bir müzikal tiyatro, opera veya oratoryo çalışmasının parçası olan bireysel bir şarkı, dans veya enstrümantal parçayı ifade eder.)

    23.) "Hayat hayal kırıklığı değil mi?" -Tôkyô Monogatari (1953)

    Yasujiro Ozu bir sessizlik ustasıdır. Kareleri genellikle durağan ve karakterleri nadiren duygularının kontrolünü kaybeder. Yine de anlatı yüzeyinin altında derin bir duygu zenginliği var. Ozu, yetişkin çocuklarını büyük bir itidalle ziyaret eden bitkin yaşlı ebeveynlerin hikayesini ele alıyor. Filmin sonunda, hayatın geçiciliği hakkında çok şey söyleyen basit bir sözle duygusal bir yumruk atıyor.

    24.) Samuray Bayrağı sahnesi -Shichinin No Samurai (1954)

    Kurosawa, momentum oluşturma konusunda bir ustadır ve bayrak sekansı bunun bir kanıtıdır. Bu sekans, Samuray Heihachi'nin yıkıcı ölümünün hemen ardından gelir. Sessiz ve asil samuray, haydutlara karşı yaklaşan mücadelelerinde samurayları ve köyü temsil etmek için bayrağı dikiyor. Heihachi'nin beklenmedik ölümünün ardından dövüş ruhunu sürdürmek için Mifune'den Kikuchiyo fırlar ve bayrağı bir çatıya diker. Güçlü orkestra müziği ile beraber samurayların ve köylülerin kararlı yüzleri bizim de moralimizi yükseltiyor.

    25.) Komşuyu gözetleme -Rear Window (1954)

    Arka Pencere (Rear Window), Alfred Hitchcock tarafından yönetilen ve Cornell Woolrich'in 1942 tarihli "It Had to Be Murder" adlı kısa öyküsüne dayanan bir Amerikan gizem-gerilim filmidir. Film; birçok sinemasever, eleştirmen ve akademisyen tarafından Hitchcock'un en iyi filmi ve şimdiye kadar yapılmış en iyi filmlerden biri olarak kabul edilir. Bu sahnede tam olarak spesifik bir sekans olmasa da penceresinden dışarıyı gözetleyen bir karakterin 'görmemesi gereken bir şeyi görmesi' konusu bu filmle doğarak öncü oldu. Minimal mekanlar ve herhangi birinin bir kişiyi izleyebileceği fikri, bu konunun tutulmasını sağlayan şeydir.

    26.) Hoş bir esinti -The Seven Year Itch (1955)

    Yaklaşık 70 yıl önce Marilyn Monroe, New York'ta bir metro ızgarasının üzerinde durmuş ve sinema tarihine geçmişti. Küçük beyaz bir elbise giymiş olan Monroe, metro ızgarasının üzerindeyken yukarı doğru esen rüzgarla mücadele ediyordu. Seven Year Itch'teki sahne, sinema tarihinin en ikonik anlarından biri haline geldi. Ancak sahneye, yönetmen Billy Wilder'ın filminde tasvir edilenden çok daha fazlası girdi. Ve neticede sinemaseverlerin gönlünde taht kurdu.

    27.) "Bu aynı bıçak!" -12 Angry Men (1957)

    12 Angry Men, Sidney Lumet'in yönettiği bir drama filmidir. Reginald Rose'un aynı adlı oyunundan uyarlanan film, bir duruşmada bir jüri üyesinin diğer on bir jüri üyesini, şüphelinin suçsuz olduğu konusunda makul şüphe temelinde ikna etme çabaları hakkındadır. Film neredeyse sadece bir set kullanılarak çekilmiş olma özelliği ile dikkate değerdir. Filmin başında ve sonundaki üç dakikalık gösterim süresi ve bitişikteki lavabo sahneleri dışında bütün filmde mekân olarak sadece jüri odası kullanılır. İki jüri üyesinin mahkeme binasından ayrılmaları esnasında birbirlerine isimlerini söylemeleri dışında filmde hiç isim kullanılmaz. Davalı "çocuk", tanıklar da "yaşlı adam" ve "karşı sokaktaki kadın" şeklinde anılır. Konu, jüri üyelerinin bazı durumlarda önyargılara dayanan, oybirliğine ulaşma yolunda karşılaştıkları zorluklar etrafında döner. 8. jüri ilk oylamada farklı bir görüş bildirerek delillerin ikinci dereceden olduğunu ve çocuğun adil bir tartışmayı hakettiğini belirtir. Bu sahnede de sorgulamaya, sadece iki cinayet tanığının olmasının güvenilirliği ve kesinliği, cinayette kullanılan bıçağın belirtildiği gibi eşsiz olmaması (cinayette kullanılan bıçağın aynısını cebinden çıkararak diğer üyelere gösterir) ve diğer şüpheli durumları göz önüne alarak başlar.

    28.) Ölümle satranç oynamak -Det Sjunde Inseglet (1957)

    Ölümle satranç oynayan bir şövalyenin bu unutulmaz sahnesi için 15. yüzyıla ait bir ortaçağ tablosundan esinlenilmiş. Yedinci Mühür (The Seventh Seal), yaşam ve ölüm arasındaki sonsuz mücadelenin bir alegorisidir. Hıyarcıklı veba sırasında, Ölüm (Death) manzaranın her yerindedir. Bir insan şeklini alır ve bir satranç oyunuyla şövalye Antonius Block'a meydan okur. Şövalye hayatta bir anlam bulmaya çabalarken Ölüm ondan varoluşun katıksız boşluğunu kabullenmesini ister.

    29.) Çan kulesi -Vertigo (1958)

    Sahneye doğrudan atıfta bulunulmasa da bu sekans sayesinde bir çan kulesinin içinde geçen kovalamaca yaygın bir metafor haline geldi. Film, ana karakterin korumaya çalıştığı bir kadının peşinden çan kulesine tırmanırken heyecanı doruk noktasına ulaştıran klasik bir Hitchcock yapısına sahip. James Stewart kulenin tepesine çıkarken inanılmaz kamera çalışması ile beraber muhteşem oyunculuğu seyircilerin nabzını hızlandırıyor. Bu sahne, birçok filmdeki çan kulesinde kovalamaca sahnesine referans oluşturdu. Bu sahnede Hitchcock, sahnenin gerilim gücünü arttırmak ve atmosferi desteklemek amacıyla filmden adını alan Vertigo Efekti ya da diğer adıyla Hitchcock Zoom’u tekniğini ilk kez kullandı. Vertigo efekti, konunun merkezini kadraj içinde tutarken konunun önü, arkası ve yanındaki nesneleri hızlı odak değişimi sebebiyle değişime uğratır. Bu değişim görsel algıyı bozan tedirgin edici, farklı bir etki oluşturur.

    30.) "Kimse mükemmel değil" -Some Like It Hot (1959)

    Billy Wilder'ın yönettiği film, mafya çetelerinin suç işlediğine tanık olan ve kadın gibi giyinerek saklanan iki erkek müzisyenin hikâyesini anlatıyor. Filmi bu kadar çığır açıcı yapan şey ise Sinema Filmi Yapım Yasası'ndan (Hays Code) onay alınmadan karşı cins gibi giyinme LGBTQ+ ile ilgili temalarla yapılmış olmasıdır. Bu noktada Hays Code, ilerleyen sosyal hoşgörü nedeniyle gücünü kaybetmeye başlamıştı. "Some Like It Hot"un büyük başarısı, birçok film tarihçisi tarafından Hays Code'un sonuna yol açan kışkırtıcı olaylardan biri olarak kabul edilir. Ancak film yapım kurallarını uygulayanları şoke eden sadece karşı cins gibi giyinme değil, aynı zamanda filmin yıkıcı sonuydu.

    31.) At arabası yarışı -Ben Hur (1959)

    50'li yıllarda, Roma İmparatorluğu'nun ilk yıllarında geçen tarihi ve destansı filmlerde bir patlama oldu. Bu türün en önemli filmlerinden biri ise başrolünü Charlton Heston'ın oynadığı Ben Hur filmiydi. Ayrıca filmin ilk yarısında, sinema tarihinin en unutulmaz sahnelerinden biri olan Kolezyum'daki at arabası yarışında atlar büyük rol oynadı. Kolezyum'da yarışma sezonuydu ve bir dizi muhteşem beyaz atın sahibi Şeyh İlderim, Ben Hur'u beyaz atlarıyla araba yarışlarında yarışmaya ve Mesala'nın yenilmeyen siyah atlarına karşı yarışmaya davet ediyor. Mesala, Ben Hur'un çocukluk arkadaşıydı ama sonradan düşman oldular. Mesala, Ben Hur ile bire bir kalana kadar birkaç rakibi parçalamayı başarır. Ama sonunda Mesala'nın arabası parçalanır ve atlarının arkasında sürüklenerek başka bir araba tarafından ezilerek dramatik bir şekilde ölür. Ben Hur ve muhteşem beyaz atları galip gelir.

    32.) İlaçlama uçağının saldırısı -North by Northwest (1959)

    North by Northwest'teki bu sahne, Alfred Hitchcock'un çalışmalarındaki en unutulmaz sahnelerden yalnızca biri değil, tartışmasız tüm Amerikan filmlerindeki en ikonik sahnelerden biridir. Filmi izlemeyenler bile Cary Grant'in tozlu bir arazide koşarken ve uçak arkadan yaklaşırkenki görüntüsünü tanır. Pek çok kısa ve hızlı kesme ile oldukça tipik bir şekilde düzenlenmesi, bu sahneyi akılda kalıcı kılmıştır. Bu filmden önce bir adamın, gece yağmurdan yıkanmış parke taşlarının ve sokağın köşesindeki parıldayan sokak lambasının altındaki buluşma noktasına konması klişeydi ve genellikle tehlikede olan bir adam atmosferi yaratırdı. Biri gelip ona zarar vermeye çalışacak ve adam kurtulmak için olabildiğince uzağa kaçacak ve izini kaybettirecekti. Bu nedenle Hitchcock, kaçacak ve saklanacak yer kalmasın diye en ıssız ve en boş noktayı seçmeye karar verdi. Ve ortaya bu ikonik sahne çıktı. 

    33.) Duş Sahnesi -Psycho (1960)

    İkonik duş sahnesi, sinemaseverler arasında en çok konuşulan konulardan biri olarak efsane olmuş durumda. Üç dakikalık sahnede 78 kamera kurulumu ve 52 montaj vardı. Ekranda rahatsız edici bir cinayeti, katilin yüzü görünmeden ve kurbanın derisine tek bir bıçak saplanmadan göstermeyi başardılar. Çılgınca bıçaklanma sesi, akan su sesi ve delici çığlık bizi hâlâ rahatsız etme gücüne sahip. Sahnenin arkasındaki olağanüstü çalışma ve fikir hakkında bir belgesel bile var.

    34.) Açılış sahnesi -Breakfast at Tiffany's (1961)

    Holly'nin (Audrey Hepburn), New York kuyumcu dükkanının dışına gelişinin unutulmaz olması için diyaloga ihtiyacı yok. Audrey Hepburn, Tiffany'nin pencerelere bakarak pastayı ve kahveyi yerken kelimelerin söyleyebileceğinden fazlasını söylüyor ve hayranlara, daha tek kelime bile etmeden karakterin kim olduğuna dair bir fikir veriyor.

    35.) Atticus'un kapanış konuşması -To Kill a Mockingbird (1962)

    Harper Lee'nin 1960'ta yazdığı Pulitzer ödüllü aynı adlı çok satan otobiyografik romanından, senaryosunu Horton Foote'un uyarlayıp yazdığı filmi Robert Mulligan yönetmiştir. Büyük Ekonomik Buhran yıllarında ırkçığın doruk noktada olduğu zamanlarda, Alabama'da ırza geçme suçundan tutuklu siyahi bir adamın savunmasını üstlenen, onu savunurken de önyargılı ve hoşgörüsüz kasaba halkına karşı duran ilkeli ve cesur bir avukatın öyküsünün anlatıldığı bu siyah beyaz film, uyarlandığı roman kadar ses getirmişti. Atticus Finch'in (Gregory Peck) To Kill a Mockingbird'deki mahkeme salonu konuşması gelmiş geçmiş en iyi sahnelerden biridir. Gregory Peck bu filmle en iyi aktör dalında Oscar ödülü kazandı.

    36.) Fantastik uçma sahnesi -8½ (1963)

    8½, yönetmenliğini Federico Fellini'nin, senaristliğini Fellini'yle beraber Tullio Pinelli, Ennio Flaiano ve Brunello Rondi'nin yaptığı İtalyan yapımı gerçeküstücü komedi-drama filmidir. Ünlü İtalyan yönetmen Guido Anselmi (Marcello Mastroianni), bir bilimkurgu filmi çekmekle görevlendirildiği sırada bir ilham kriziyle mücadele ediyor. Filmin başındaki bu sahnede ise trafikten bunalan Guido fantastik bir şekilde uçmaya başlıyor ve daha sonra, adeta uçurtma ipiyle uçurtmayı indirir gibi Guido'yu, ayağına bağlanmış bir iple aşağıya indiriyorlar. 

    37.) Nükleer bombayla rodeo -Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb (1964)

    Stanley Kubrick'in Soğuk Savaş kara komedisi Dr. Strangelove filminin sonunda, B-52 pilotu Binbaşı "King" Kong, uçağındaki kapıları sıkışmış hasarlı bomba bölmesini manuel olarak serbest bırakmak için bomba bölmesine gider. Böylece bir Sovyet hedefine yönelik nükleer saldırıyı tamamlamasını sağlar. Başarılı olur, ancak başarısını bağırarak kutlarken üzerine oturduğu bomba düşer. Termonükleer bir ölüm ve bir zafer getirecek olan bomba hedefe varana kadar, Kong bombaya biniyor ve şapkasını çılgınca savuruyor. Sahne, filmin kendisinden çok daha ünlü oldu. Fallik sembol bir yana, bağnazlığı, şovenizmi, nükleer savaşı ve kovboy diplomasisini sembolik olarak ilişkilendirir.

    38.) Müziğin sesi -The Sound of Music (1965)

    The Sound of Music, ABD yapımı bir müzikal filmdir. 1959 tarihli aynı adlı Broadway müzikalinden uyarlanmıştır. Müzikalde olduğu gibi bu film de Howard Lindsay ve Russel Crouse'un kitabına dayanmaktadır. Robert Wise, filmin hem yapımcılığını hem de yönetmenliğini üstlenmiş, senaryosunu ise Ernest Lehman yazmıştır. Film, 1966 yılında 10 dalda aday olduğu Oscar Ödülleri'nden "en iyi film", "yönetmen", "müzik", "ses" ve "kurgu" dallarında 5 tanesini kazanmıştı. 1930'lu yılların Avusturya'sında Salzburg yakınlarında bir manastırda yaşayan Maria'nın (Julie Andrews) ne kadar gayret gösterse de bir rahibe olmak için gerekli niteliklere sahip olmadığı anlaşılır. Her gün dağlara çıkıp şarkı söylemekten hoşlanan, hayat sevinci ile dolu cıvıl cıvıl bir kız olan Maria sürekli olarak sabah dualarını kaçırmakta, manastırdaki işlerini aksatmaktadır. Filmnin başındaki bu sahnede ise yine dağlara çıkmış olan Maria, mükemmel manzara eşliğinde "The Sound of Music" isimli müziği seslendiriyor.

    39.) Mezarlık sahnesi -The Good, The Bad, and The Ugly (1966)

    Sad Hill Mezarlığı, Sergio Leone'nin popüler Spagetti Western'indeki heyecan verici aksiyonun geçtiği yerdir. İyi (Clint Eastwood), Kötü (Lee Van Cleef) ve Çirkin (Eli Wallach) karşı karşıya geliyor. Ama ondan önce Çirkin Tuco, İç Savaş Dönemi mezarlığında gizli bir altın serveti arar. Tuco çılgınca daireler çizerek altını ararken Ennio Morricone'nin muhteşem müziği eşliğinde Leone'nin kamerası mezarlığın enini ve boyunu kapsıyor. Bu sekansta Tuco'nun açgözlü, kendinden geçmiş gözleri hâlâ vahşi bir sertliği koruyor.

    40.) Ali'nin saklandığı yerin yıkılması -Battle of Algiers (1966)

    Gillo Pontecorvo'nun özlü politik sineması, Cezayir vatandaşlarının Fransız sömürgecilerini devirmek için ayaklanmasını ele aldı. Sömüren ve sömürülenlerin şiddetini yakından inceleyen filmin kendisi, politik film yapımında bir dönüm noktasıydı. Anlatı boyunca kapalı gettodaki Cezayirliler, Fransızların devlet destekli terörüne tanık oluyor. Ancak filmin son sahnelerinde devrimci Ali La Pointe'nin saklandığı bir evin yıkımını tüm getto sessizce izlerkenki bu derin etki görkemli bir şekilde görselleştirilir.

    41.) Yıldız Geçidi sekansı -2001: A Space Odyssey (1968)

    Stanley Kubrick'in başyapıtı olan bu film, uzay yarışı döneminin sembolik bir ürünüdür. Filme göz atmak isteyenler için günümüzde bile hâlâ filmin teknik başarısı bir mucizedir. Filmdeki en rahatsız edici ve acı verecek kadar soyut sekanslardan biri olan Yıldız Geçidi sekansıydı. Bu sekans, hayatta kalan tek astronotun aniden bir kaleydoskopa dönüşen yıldızlı boşluğa girmesiyle başlıyor. Görsel efekt süpervizörü Douglas Trumbull'un başarılı psikedelik özel efektleri, deneyimi daha da şaşırtıcı kılıyor.

    42.) "Sonunda gerçekten başardık. Sizi manyaklar! Siz mahvettiniz!" -Planet of the Apes (1968)

    Filmde; yabancı bir gezegene gelen astronotlar, bu gezegende evrimleşmiş maymunlara esir düşer. Daha sonra insan mülteci George Taylor, yeni edindiği arkadaşı Nova ile maymun şehrinden kaçar. Birkaç gün boyunca Taylor garip, yabancı bir dünyada yaşadığına inandı. Kıyı şeridini takip ederek Özgürlük Heykeli'nin kalıntılarına geldi ve Dünya'da olduğunu anladı. Daha da kötüsü kendi çağının insanlarının, insanların evrimleşmiş maymunlara boyun eğdiği distopik bir geleceğin yolunu açan küresel bir savaş vermiş olmaları gerektiği sonucuna vardı.

    43.) Filmi, kareyi dondurarak bitirme (Bolivian Army Ending) -Butch Cassidy and the Sundance Kid (1969)

    Bu film bitirme türü (Bolivian Army Ending), ana karakterlerin aşılmaz gibi görünen ve bir kez olsun üstesinden gelemeyecek gibi görünen olasılıklarla karşı karşıya kaldığında kare dondurularak filmin bitirilmesidir. Bu tür, adını Butch Cassidy ve Sundance Kid'in bitiş sahnesinden almıştır. Filmin bu sahnesinde kahramanların ölümü dışarıda bırakılmış ve etraflarını kuşatan askerlerin ateşleriyle yüz yüze geldikleri anda film bitmiştir.

    44.) Açılış sahnesi -A Clockwork Orange (1971)

    Filmin açılış sekansı, bir müziğin eşlik ettiği parlak kırmızı ve mavi tanıtım ekranlarıyla başlar. Bu iki unsurun birleşimi, alışılmadık olması nedeniyle filmin girişini rahatsız edici ve sarsıcı hale getirir. Müzik de sanki dramatik bir şey inşa ediyormuş gibi geliyor ve izleyicinin yaşayacağı endişe hissini artırıyor. Filmin ilk sahnesi Alex'in yakın çekimidir ve bu çekim izleyici için üç işlevi yerine getirir. İlk olarak, yüzü kelimenin tam anlamıyla filmin ilk görüntüsü olduğu için Alex'i hikayenin kahramanı olarak tanıtır. İkinci olarak, çekim yüzünü ikiye bölüyor. Bir yarısında göz makyajlı, diğer yarısında makyajsız. Bu, izleyiciye Alex'in karakterinin ikiliğini gösterir. Ya manyak bir katil ya da çekici bir genç adam olabilir. Son olarak, Alex doğrudan seyirciye bakarken seyirci Alex ile aynı hizaya gelir ve seyirciyle arasında bir bağlantı kurar. Filmdeki tüm anlatım Alex tarafından sağlanıyor. Bu sahnede seyircinin duyduğu ilk ses Alex'in sesi oluyor ve anlatımına, seyirciye doğrudan hitap ederek içinde bulundukları garip ve alışılmadık dünyayı anlatarak başlıyor. Kamera gittikçe uzaklaşırken Alex ile arkadaşları karenin merkezinde kalıyor ve etraflarını saran çıplak kadın mankenleri görüyoruz. Bu bize, bu filmdeki kadınların baş karakterler tarafından işlevi olan nesneler olarak görüldüğünü anlatıyor.

    45.) At kafası sahnesi -The Godfather (1972)

    Francis Ford Coppola'nın gangster destanında birçok unutulmaz sahne var. Bununla birlikte, filmdeki en şok edici anlardan biri, bir film kralı olan Jack Woltz'un uyandığında ipek çarşafların sırılsıklam olmuş bir şekilde ödüllü atının kafasını bulmasıydı. Jack, Don Corleone'nin isteğini geri çevirdikten hemen sonra bu olay olur. Olay, şok edici olmasının yanı sıra Don'un sözlerinin gerçek anlamını bize anlatıyor: "Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım." Sahneyle ilgili bir başka ilginç bilgi de gerçek bir at kafası kullanılmış olması. Ekip, bir köpek maması fabrikasında kesilmek üzere olan bir at buldu ve kafasını istedi.

    46.) Kafanın etrafında tam dönüşü - The Exorcist (1973)

    The Exorcist'teki bu sahne, İngiltere'deki prestijli bir sitenin yaptığı ankette tüm zamanların en korkunç sahnesi seçildi. Filmde 13 yaşındaki Linda Blair, kötü niyetli bir iblis tarafından ele geçirilmiş bir çocuk olan Regan MacNeil'i oynadı. Annesi, çocuğunu kurtarmak için iki Katolik rahibe başvurur. William Peter Blatty'nin aynı adlı kitabından uyarlanan William Friedkin'in filmi vizyona girdikten sonra, o dönemde sinemaseverlerin sinemalarda bayılıp kusmasından dolayı büyük tartışma yarattı. Ayrıca Oscar'da En İyi Film dalında aday gösterilen ilk korku filmi oldu.

    47.) "Unut gitsin, Jake. Burası Chinatown." -Chinatown (1974)

    Roman Polanski'nin Chinatown filminin sonunda Jake Gittes'e (Jack Nicholson) söylenen "Boşver Jake, burası Çin Mahallesi" sözü, seyircinin şimdiye kadar tanık olduğu en tüyler ürpertici film anlarından biridir. Bir korku filmi kadar korkutucu değil, bunun yerine izleyiciye daha çok varoluşsal bir korku salıyor. Söz, sadece filmin çözümsüzlüğünü özetlemiyor, aynı zamanda birçok insanın korkunç bir şeyin ardındaki anlamı aradığında bulduğu boşluğu özetleyen bir cümle haline geliyor. Jack Nicholson, Faye Dunaway ve John Huston tarafından hayata geçirilen Chinatown, 1970'lerde Amerika'nın bürokrasiyi hor görmesini ve Nixon yönetimindeki Amerikan şehirlerinde artan paranoyayı özetliyor.

    48.) "Daha büyük bir tekneye ihtiyacın olacak." -Jaws (1975)

    Jaws, tüm zamanların en ünlü filmlerinden biridir ve bu replik bir anda ikonik hale geldi. Teknenin yanında yüzen devasa köpekbalığını izlemek hem karakterler hem de filmin izleyicileri için gerçekten korkutucu. Günümüzde bile hâlâ bir filmde, Spielberg'in kullandığı teknik kadar gerçekçi bir köpekbalığı sahnesi görmek güç.

    49.) Psikiyatri koğuşundan kaçış -One Flew Over the Cuckoo's Nest (1975)

    En iyi film sahnelerinin çoğu, hikayede daha önce kurulmuş olan konu unsurlarını bitirmek için yapılan sonuç sahnesi bir nevi hesaplaşmalardır. Genellikle konu kurulumu ve hesaplaşma, fiziksel bir nesneyi, sembolik anlamla ve dolayısıyla duygusal güçle dolu bir şeyi içerir. Bunun mükemmel bir örneği, Lawrence Hauben ve Bo Goldman tarafından yazılan, Ken Kesey'nin romanından uyarlanan ve Milos Forman tarafından yönetilen One Flew Over the Cuckoo's adlı muhteşem filmdir. Filmin ortalarında MacMurphy (Jack Nicholson) nasıl kaçmayı planladığını anlatır. Daha sonra kaçmayı deneyip başarısız olur ve diğer hastalarla birlikte odaya geri götürülür. Aslında, bir lobotomi kurbanı olduğu için bilinci yerinde değildir. Özellikle doğrudan MacMurphy'nin cesaretlendirmesi sayesinde sessiz kabuğundan çıkan Şef Bromden olmak üzere bir hasta için her şeyin kaybedilmiş olduğu bir andır. Bu sahnede Bromden iki şey yaparak hareket etmeye karar verir: Birincisi, MacMurphy'yi ömür boyu hapisten kurtarmak, ikincisi ise o ağır nesneye geri dönüp kendini özgürleştirerek eski dostunu onurlandırmak. Ve sonunda Şef Bromden nesneyle camı kırar ve kaçar. 

    50.) "Cehennem kadar kızgınım!" -Network (1976)

    Bu söz, sistem karşısında kendini güçsüz hisseden her modern erkek ve kadının haykırışıdır: "Cehennem kadar kızgınım! Ve artık buna katlanmayacağım!". Bunlar çılgın bir delinin sözleri olabilir, ancak bu onların daha az doğru olduğu anlamına gelmez. Sidney Lumet'in yönettiği, tv haber endüstrisine ilişkin garip bir şekilde ileri görüşlü bu hicivinde; "hava dalgalarının çılgın kâhini" Howard Beale'in (Peter Finch) ilk kez dile getirdiği bu sözler, belki de bugün 1976'dakinden daha gerçektirler. Çılgın bir dünyada bazen gerçeği söylemek için bir deli gerekir.

    51.) "Benimle mi konuşuyorsun?" -Taxi Driver (1976)

    Martin Scorsese'nin Taksi Şoförü (Taxi Driver) filmi, gece taksi şoförü olarak çalışan Travis Bickle adlı zihinsel olarak rahatsız bir savaş gazisinin hikayesini anlatıyor. Travis, şehrindeki çöküşü temizlemek için şiddetli bir eylem planlıyor. Filmdeki tartışmasız ikonik bir sahnede, Travis yalnızca bir aynanın önünde duruyor ve defalarca "Benimle mi konuşuyorsun?" diyor. Aslında bu sahne, Robert De Niro adına bir doğaçlamaydı. Senaryo basitçe şöyle diyor: "Travis aynaya bakar."

    52.) Antrenman sahnesi -Rocky (1976)

    Antrenman kurgusu (Training Montage), bu boks filminin görkemini artıyor. Doğal olarak "Gonna Fly Now" isimli müziği duyduğunuzda Rocky Balboa için tezahürat yapmak isteyebilirsiniz. Philadelphia Sanat Müzesi'nin merdivenlerini koşarak tırmanan ve kolunu zafer kazanmış gibi kaldıran Rocky'nin görüntüsü sonsuza dek ikonik kalacak. Bu antrenman kurgusu, Hollywood tipi bir hikaye anlatımına sahiptir. Ancak bundan önceki her şey Rocky'nin mücadelelerini mükemmel bir şekilde oluşturduğundan, sekansta bir özgünlük ve güçlü bir duygusal çekirdek bulunmaktadır.

    53.) Rus ruleti -Deer Hunter (1978)

    Sürükleyici savaş draması olan bu film, Vietnam Savaşı sonrası Amerika'nın travmalarını inceliyor. Film, yenilgi sonrası savaş karşıtlığı sebebiyle Amerikan gazilerine olan tepkilerden dolayı tartışma başlatmıştı. Çünkü akut travmalar yaşayan gazilerin sesi oluyordu. Filmde üç arkadaş, Vietkong tarafından yakalanarak esir edilirler. Sonunda kaçmayı başarırlar ve filmin geri kalanı savaş sonrası travmalarını ayrıntılarıyla anlatır. Bu arkadaşlar, savaş esiri oldukları süre boyunca acımasız bir Rus ruleti oyunu oynamaya zorlandılar. Cimino'nun ünlü Rus ruleti sahnesi; düşmanı, mahkumlarını rutin bir şekilde tokatlayan ve onları kafalarına silah dayayarak barbarca bir oyun oynamaya zorlayan, gevezelik eden ve kahkaha atan yaratıklar olarak gösterir. Vietnamlı karakterler, rahatsız edici yakın çekimlerin kullanılması ve altyazıların olmaması nedeniyle ötekileştirilir. Üzücü sekansın sonunda Michael (Robert De Niro) ve arkadaşları kaçmayı başarır ve onları kaçıranları vahşice öldürür.

    54.) Willard'ın orman suyunun içinden çıkışı -Apocalypse Now (1979)

    Apocalypse Now filminde Marlon Brando'nun canlandırdığı Albay Kurtz karakteri, Vietnam Savaşı sırasında bağlı bulunduğu Amerikan ordusuna isyan edip Kamboçya ormanlarında Montagnard yerlilerinden ve kendi eski askerlerinden oluşan bir ordu kurmuştur. Savaşın öldürmek ve dehşet demek olduğunu, savaş kazanmak için de sorgulamadan öldürmek gerektiğini savunur. Bunun için de inekleri, domuzları, orduları kısaca düşmana dair her şeyi yok etmeyi öğütler. Kendine bağlı yerliler tarafından bir tanrı gibi görülür.  Albay Kurtz karakteri, otobiyografik kitabında Marlon Brando'nun en fazla yaklaştığı hatta bütünleştiği ve de ayrılamadığım dediği karakterdir. Amerikan ordusu Willard'ı (Martin Sheen), Albay Kurtz'u öldürmek amacıyla özel olarak görevlendirir. Bu sahnede ise Willard saklandığı suyun altından çıkarak Kurtz'a yaklaşmaya başlamıştır.

    55.)  Chest-burster sahnesi -Alien (1979)

    Filmi izlememiş olsanız bile muhtemelen bu sahneyi duymuşsunuzdur. Yıllar boyunca sayısız kez parodisi yapıldı, çünkü unutulamayacak kadar şok edici ve ürkütücü. Bu sahnede; daha önce bir yaratığın, adamın ağzından bıraktığı larva hızlı bir şekilde büyüyor ve  adamın göğsünü parçalayarak vücuttan dışarı çıkıyor.

    56.) "Ben senin babanım." -Star Wars: Empire Strikes Back (1980)

    George Lucas'ın Empire Strikes Back filmi, belki de sinema tarihindeki en büyük ve şok edici bir senaryo dönüşümüne sahip. Sith Lordu ve seri katil Darth Vader'ın ana karakter Luke Skywalker'ın babası olduğu ortaya çıkar. Bu açıklama, Luke'un neredeyse yenildiği gergin bir ışın kılıcı savaşının sonunda gelir. Bu noktaya kadar Darth Vader, Star Wars Evreni'nin baş düşmanıydı. Ancak senaryodaki bu dönüşüm, seyircinin kötü karaktere farklı bir boyuttan bakmasına neden oldu.

    57.) "İşte Johnny!" -The Shining (1980)

    Jack Nicholson'ın The Shining filminde, bir kapıdan balta saplayıp "Işte johnny!" ikonik sözlerini söylediği sahne, film tarihinin en ünlü sahnelerinden biri haline geldi. İşin garibi, bu replik aslında Nicholson tarafından doğaçlama yapılmıştı ve Johnny Carson'un The Tonight Show'unun girişinden alınmıştı. Bu sahneden önce Nicholson'ın kendini sahne için yükselttiğini ve hatta baltayı fırlatma alıştırması yaptığı bilinmektedir.

    58.) Kılıç ustasını vurma sahnesi -Raiders of the Lost Ark (1981)

    Indy'nin kılıç ustasını vurduğu ikonik sahne, Raiders of the Lost Ark'taki en büyük kahkahalardan biridir, ancak orijinal plan çok farklıydı. Filmde, Indiana Jones Mısır'da ilgi çekici bir kılıç ustasıyla tam teşekküllü bir kılıç dövüşüne girmek yerine şaşırtıcı bir şekilde onu vuruyor. Spielberg başlangıçta Indy'nin bir kılıç dövüşüne girmesini amaçladı, ancak setteki perde arkasındaki sorunlar nedeniyle fikrini değiştirdi. Sahneyi çekerken Harrison Ford ve ekibin çoğu dizanteriden aşırı derecede hastaydı. Bu nedenle uzun bir dövüş sahnesi çekmek çok yorucu olurdu. Ford, dövüşmek yerine yönetmen Steven Spielberg'e Indy'nin "enayiyi vurmasını" önerdi.

    59.) E.T. ve Elliott'ın bisikletle Ay'a doğru giden silüeti -E.T.: The Extra-Terrestrial (1982)

    Hem klasik bir çocuk filmi hem de çocukluğun dikkat çekici bir portresi olan E.T. dünyanın (bazıları harika, bazıları korkunç) gizemli olasılıklarla dolu bir yer olduğu ve bir şekilde gençliğin, yetişkinlerin doğasından ayrı göründüğü o tuhaf anı yakalayan bir bilimkurgu macerasıdır. Elliott; bekâr annesi, ağabeyi ve küçük kız kardeşi ile yaşayan bir çocuktur. Elliott genellikle kendi dünyasında kaybolmuş, yalnız ve huysuz görünür. Bir gün arka bahçede bir şey ararken sinemada bir hit haline gelen gelmiş geçmiş en az tehdit edici uzaylı istilacıyla temasa geçer. Elliott, uzaylıyı gizli tutmaya ve eve gitmenin bir yolunu bulmaya çalışırken yaratığın onunla telepatik olarak iletişim kurabildiğini keşfeder. Daha sonra birbirlerinden bir şeyler öğrenmeye başlarlar ve Elliott daha cesur olur ve yaşamdan daha az etkilenmeye başlar. Bu sahnede ise Elliott ile E.T. bisiklete binerler ve E.T. bisikleti yükselterek Elliott'u gece gökyüzünde bir gezintiye çıkarır.

    60.) Yağmurdaki gözyaşları -Blade Runner (1982)

    Ridley Scott'ın ikonik bilim kurgu filmindeki Rutger Hauer'in 50 saniyelik monoloğu, sinemadaki en dokunaklı monologlardan biri haline geldi. Hauer, herhangi bir insan gibi duyguları hissedebilen kaçak bir kopyayı (biyomühendislik ürünü bir insansı) oynuyor. Hauer'in karakteri ölüm anında monolog sunarken, sahnenin şiirselliğine katkıda bulunuyor: "Bütün bu anlar zaman içinde yitip gidecek, tıpkı yağmurdaki gözyaşları gibi." İlginç bir şekilde, 'yağmurdaki gözyaşları' sözünü Hauer'in kendisi konuşmaya eklemişti.

    61.) "Küçük arkadaşıma merhaba deyin!" -Scarface (1983)

    Scarface'i izleseniz de izlemeseniz de bu cümleyi duymuş olmanız muhtemel. Al Pacino'nun Tony Montana'sı, malikanesine sızan düşmanlarıyla savaşmaya hazırlanırken ünlü repliği haykırıyor. Hatta replik AFI'nin En İyi 100 Film Alıntısı listesinde kendine bir yer buldu.

    62.) "Beni sümükledi" -Ghostbusters (1984)

    Peter, Slimer'ın kurbanlarından biri olmaktan pek memnun değil. Ancak Ray, karşılaşmanın sonuçlarından, yani Peter'ın sümük içinde kalmasından memnun.

    63.) Zamanda Yolculuk Yapan DeLorean - Back to the Future (1985)

    DeLorean zaman makinesi, Dr. Emmett Brown'ın en başarılı icadıydı. Plütonyumla çalışan zaman makinesi, bir DeLorean DMC-12 spor arabadan oluşuyordu ve zamanda yolculuk yapabilmek için aracın saatte 88 MPH'ye ulaşması gerekiyordu. Doktor, Twin Pines Mall'de Marty McFly'a icadını anlattı ve ilk test için köpeği Einstein'ı bir dakika geleceğe gönderdi. Ardından gelen olaylar dizisi şu şekildeydi; Doktor, uzaktan kumandayla kontrol ettiği aracın hızını 65 MPH'ye çıkardıktan sonra aracı kendisine ve Marty'e doğru döndürdü ve aracın hızını arttırmaya devam etti. Arabanın ön tarafında hafif bir parıltı oluştu ve ardından bu parıltı aracı yuttu. Bobinler yandı, iç devreler parladı ve akı kapasitörü hızla alevlendi. Doktor ve Marty'ye çarpmadan hemen önce araç birden patlayacak gibi göründü. Araç, zamansal yer değiştirme sekansını tamamladığında asfalt alev aldı.

    64.) Kütüphanede dans sahnesi -The Breakfast Club (1985)

    Öğrenciler kütüphanede cezalarını çekerken bu süreci dans ederek yalın bir eğlenceye dönüştürüyorlar ve bu sahne muhtemelen en ünlü film sahnelerinden biridir. Başka hiçbir dans kurgusu bu sahne ile kıyaslanamaz bile.

    65.) "O Captain! My Captain" -Dead Poets Society (1989)

    Bu film, son dönem Robin Williams'ın en unutulmaz filmlerinden biridir ve çok sayıda insanın, Walt Whitman'ın şiirinin en azından başlığını ezbere bilmesine yol açmıştır. Bu sahnede öğrencilerin öğretmenlerine olan minnettarlığı açıkça görülüyor ve sahne öğretmenin onları ne kadar etki altına aldığını gösteriyor. Williams vefat ettiğinde bir dizi hayran ve oyuncu arkadaşı, sahneden alıntı yaparak oyuncuya saygılarını sundular.

    66.) Sahte orgazm -When Harry Met Sally... (1989)

    Bu sahne milyonlarca izleyicinin kalbinde yaşıyor. Ve sürekli olarak bu sahnenin çekildiği New York City'deki Katz's Delicatessen isimli kafeye turist kalabalığı akın ediyor. Sally, Harry'nin romantik partnerlerinin onunla cinsel ilişki sırasında gerçekten orgazm olup olmadıklarını sorgulayarak bu süreçte sahte bir orgazmın nasıl görünebileceğini mükemmel bir performansla gösterir. Etrafdaki bir başka hanımefendi ise garson sipariş alırken Sally'i kastederek "Onun yediğinden alacağım." demiştir.

    67.) Kevin'ın lavabodaki çığlığı -Home Alone (1990)

    Home Alone, Noel döneminde izleyiciler tarafından hâlâ ziyaret edilen bayram eğlencesi olmaya devam ediyor. Filmin en ünlü sahnesi olan bu sahnede Kevin, yüzüne tıraş kolonyası sürdükten sonra yüzü yandığı için çığlık atıyor. Aslında bu sahne bir doğaçlamaydı ve ekip ilk çekimdeki bu çığlığa histerik olarak gülmeye başladılar. Bu sahne, eller yüzden çekilmeden birkaç kez daha çekildi ama ilk çekimdeki kaza kurguya eklendi ve sonsuza dek orada kaldı.

    68.) "Komik miyim! Ne demek komiğim!" -Goodfellas (1990)

    Mafya filmlerinde çok az sahne, ahbaplarla dışarıda bir gece geçirirken çılgın gangster Tommy DeVito'nun (Oscar ödüllü Joe Pesci), arkadaşı Henry Hill (Ray Liotta) tarafından alaya alındığını hissettikten sonra birdenbire çıldırması ve sıkı bir ahbaptan öfkeli, potansiyel bir saldırgana dönüşmesi kadar komik ve korkutucudur. Onu daha da korkutucu yapan şey ise hepsiyle dalga geçiyor olması. Eğer bu Tommy'nin şaka anlayışıysa gerçekten gücendiğinde onu görmek istemeyebilirsiniz. Söylenene göre bu sahne, DeVito'nun model aldığı gerçek hayattaki gangsterden değil, Pesci'nin arkadaşlarıyla birlikteyken şahsen tanık olduğu bir olaydan esinlenmişti.

    69.) Clarice, Hannibal Lecter ile buluşuyor -Silence of the Lambs (1991)

    Jonathan Demme'nin, Thomas Harris'in romanından uyarlama olan filmi birçok büyüleyici sekans içeriyor. Ancak hiçbiri Clarice Starling'in bir psikiyatri hastanesinin zindan benzeri bodrumunda Dr. Hannibal ile ilk kez karşılaştığı andan daha mükemmel olamaz. Muhteşem bir şekilde oluşturulmuş altı dakikalık sekansta Clarice, Hannibal'i odanın ortasında ürkütücü bir sakinlik içinde dururken bulur. Jodie Foster'ın nüanslı performansı ve Hopkins'in kara mizahla bezenmiş ustaca diyalog sunumu, bu sahneyi sinema tarihinde silinmez bir an haline getiriyor.

    70.) Bacak bacak üstüne atma sahnesi -Basic Instinct (1992)

    Filmde Michael Douglas, viski ve güzel kadınlara karşı zaafı olan gözden düşmüş bir San Francisco cinayet masası dedektifi Nick Curran rolünde ve Sharon Stone, eski bir rock yıldızı olan erkek arkadaşını öldürdüğünden Curran tarafından şüphelenilen zengin bir mirasçı ve romancı Catherine Tramell rolünde. Filmin en unutulmaz anlarından birinde Catherine, rock yıldızını öldürmekten sorgulanmak üzere bir polis karakolundadır. Şık bir beyaz bir elbise giyen Catherine, iç çamaşırı giymediğini göstermek için bacaklarını ilk önce açıp daha sonra bacak bacak üstüne atarak sigara içiyor.

    71.) Takma adları renklerden oluşan suçluların ağır çekimde yürüyüşü -Reservoir Dogs (1992)

    Filmin başında suçlular yemeklerinin hesabını ödedikten ve Bay Pink gönülsüzce bahşiş verdikten sonra, The George Baker Selection'ın "Little Green Bag" müziği eşliğinde ağır çekimde otoparkta yürürler. Siyah takım elbiseli gangsterlerin imajı, Tarantino'nun kendine özgü suç filmi tarzıyla eş anlamlı hale gelecekti. Yönetmen bu çekimi kendi yapım şirketi A Band Apart'ın logosu olarak bile kullandı.

    72.) Kırmızı Paltolu Kız -Schindler’s List (1993)

    Steven Spielberg'in Schindler'in Listesi (Schindler’s List) filmi, sinemada Holokost'a en belirleyici bakışlardan birini sunuyor. Alman sanayici Oskar Schindler, terör ve kaosun kasvetli manzarasında kırmızı paltolu bir kız görür. Küçük kızın görüntüsü, Schindler'i etrafındaki korkunç gerçekliğe uyandırır. Sahne, Schindler'in dönüşümünü işaret ediyor. Ancak Krakow gettosunun tasfiyesi sırasında görülen kırmızı paltolu kız aynı zamanda Holokost'un ortak hafızasını da temsil ediyor.

    73.) T-Rex sahnesi -Jurassic Park (1993)

    Jurassic Park, Steven Spielberg tarafından yönetilen bilim-kurgu, aksiyon filmidir ve Michael Crichton'ın 1990 tarihli aynı adlı romanına dayanmaktadır. Film, Kosta Rika yakınlarındaki Orta Amerika'nın Pasifik Kıyısı açıklarında bulunan kurgusal Isla Nublar adasında geçiyor. Orada zengin iş adamı John Hammond ve genetik bilim insanlarından oluşan bir ekip, soyu tükenmiş dinozorlardan oluşan bir vahşi yaşam parkı yarattı. Endüstriyel sabotaj, parkın güç tesislerinin ve güvenlik önlemlerinin feci bir şekilde kapanmasına yol açtığında küçük bir ziyaretçi grubu ve Hammond'ın torunları, T-Rex'in saldırısına uğrar.

    74.) Andy hapishaneden kaçtıktan sonra yağmurda kollarını havaya kaldırıyor -The Shawshank Redemption (1994)

    Bir vinç aracılığıyla yukarıdan karakterin üzerine şanlı ve neşeyle yağmur yağdığını gösteren bu sahne, açıkça bir vaftizin ve yeni bir yaşamın/yeniden doğuşun (veya sadece arındırıcı bir duşa sahip olmanın) simgesidir. Sahne, özünde Andy'nin günahlarını ve/veya acılarının akıp gitmesini simgelemektedir. The Shawshank Redemption filmindeki en dikkat çekici olan bu sahne, izleyiciler tarafından geniş bir şekilde benimsendi. İkon haline gelen bu sahneden dolayı daha sonra çıkan filmlerin sahnelerinde, hava kapalı olduğunda ve alçaktaki bulutların hareket ettiği görüldüğü zaman izleyiciler bazı karakterlerin hayatını değiştirecek bir olaydan geçeceğini düşünmeye başladılar.

    75.) "Koş, Forrest, Koş!" -Forrest Gump (1994)

    Tom Hanks, Forrest Gump rolünü üstlendiğinde zaten bir Oscar kazanmıştı, ancak kariyerini sonsuza dek değiştiren (ve elbette ona bir Oscar daha kazandıran) ağır zekalı, basit bir adam hakkındaki 1994 yapımı bu filmdi. Bu sahnede, çocuk Forrest bacak desteklerinden kurtulur ve rüzgar eser gibi koşabildiğini keşfeder.

    76.) Dans sahnesi -Pulp Fiction (1994)

    Tarantino'nun Ucuz Roman (Pulp Fiction) filmi, gangsterler ve dolandırıcıların dünyasında geçiyor. Ancak tetikçi Vincent Vega, mafya patronunun karısı Mia'yı yemeğe çıkardığında yapımcı, izleyenleri bir dizi neşeli ve zıt olaylarla şaşırtıyor. Bu, popüler kültür bilincine derinden kazınmış doğaçlama bir dans sekansına yol açar. Dans sahnesi eski filmlere (özellikle Godard'ın Band of Outsiders'ına) saygı gösterirken aynı zamanda sonunda Vincent'ın kaderiyle ilişkilendirilen duygusal bir gerilim de yaratıyor.

    77.) Simba'nın Doğuşu -The Lion King (1994)

    Aslan Kral (The Lion King), Walt Disney Feature Animation tarafından yapılan animasyon, müzikal, drama filmidir. Film, Disney'in 1942 yapımı filmi Bambi'den öğeler içermekle beraber William Shakespeare'in Hamlet'inden esinlenmiştir. Bu sahnede Şaman babun Rafiki, Mufasa'nın küçük oğlu Simba'yı kutsar ve Gurur Kayası'nın tepesinde, aşağıdaki filler, zürafalar, kuşlar ve diğer hayvanların Simba'yı görebilmesi için onu havaya kaldırır. Simba havadayken Güneş ışığı onun üzerine düşüyor ve aşağıdaki hayvanlar başlarını eğerek saygı duruşuna geçiyor. Arka planda ise The Circle of Life isimli şarkı çalıyor. Buradaki Güneş ışığının Simbanın üzerine düşmesi; Güneş'in, yeni kral olarak Simba'yla birlikte doğmasını simgeliyor.

    78.) "Kutuda ne var?" -Se7en (1995)

    Brad Pitt'in oynadığı dedektif karakteri "Kutuda ne var?" diye sorduğunda onun yüzünü bulandıran korku ve endişe, sinemaseverler üzerinde kalıcı bir etki bırakmıştır. David Fincher'ın seri katil gerilim filminin sonu, sinemadaki en rahatsız edici ters köşelerden birini içeriyor. Brad Pitt'in performansının yanı sıra Fincher'ın rahatsız edici yönü ve Howard Shore'un trajik gelişmeyi haber eden bestesi üzüntüyü artırıyor. Fincher ve onun senaryo yazarı, bu sonu korumak için adeta stüdyoyla mücadele etmek zorunda kaldı.

    79.) Yürüme sahnesi -The Usual Suspects (1995)

    The Usual Suspects, Bryan Singer tarafından yönetilen ve Christopher McQuarrie tarafından yazılan bir neo-noir gizem, gerilim filmidir. Konu, Los Angeles Limanı'na yanaşan bir gemide meydana gelen katliam ve yangından kurtulan sadece iki kişiden biri olan küçük çaplı dolandırıcı Roger "Verbal" Kint'in sorgulanmasını takip ediyor. Flashback ve anlatım yoluyla Kint, dedektife kendisini ve suç ortaklarını tekneye götüren olayların ve onları kontrol eden Keyser Söze olarak bilinen gizemli bir suç lordunun dolambaçlı bir hikayesini anlatır. En son Verbal'ın kefaleti ödenir ve serbest bırakılır. Birkaç dakika sonra dedektif, Verbal'in ofisdeki rastgele öğelerden ayrıntıları bir araya getirerek tüm hikayesini uydurduğunu fark eder. Bu sırada Verbal, yavaş yavaş topallayarak yürürken birden düzgün yürümeye başlar ve sözde engelli elini esneterek uzaklaşmaya devam eder. Dedektif, Verbal'in peşine düşerken karakola Söze'nin yüz kompozisyonunun bulunduğu bir faks gelir. Resim Verbal'e benziyor ve onun Söze olduğunu ortaya koyuyor. Verbal/Söze, bir arabaya biner ve dedektif yetişmeden önce oradan ayrılır.

    80.) Kafede yüzleşme -Heat (1995)

    Oyunculuk devleri Robert De Niro ve Al Pacino, The Godfather Part II'de çok önemli roller oynamalarına rağmen ekran alanını paylaşmadılar. İlginç bir şekilde, Heat'te Michael Mann bu efsaneleri mümkün olan en olağanüstü şekilde bir araya getiriyor. Polisler ve soyguncularla ilgili bu hikayenin ortalarında iki adam bir kafede yüz yüze sohbet etmek için sakince oturuyor. Sahnelenme biçiminden nasıl canlandırıldığına (herhangi bir prova olmadan) kadar her şey sahnenin muhteşemliğini gösteriyor.

    81.) "Asla özgürlüğümüzü alamayacaklar!" -Braveheart (1995) 

    Braveheart'de İskoçların etekli, kılıçlı ve sandaletli savaş sahneleri, çekilen en çılgın, kanlı ve cesur sahnelerden bazılarıydı. Ama Wallace'ın (Mel Gibson), sinemanın en unutulmaz sahnelerinden biri haline gelen o son savaştan önce askerlerine yaptığı heyecan verici konuşma, çarpışan metal ve parçalanmış uzuvların gürültüsünden bile daha yüksekti. Savaş alanında sayıca azken ve kılıçtan geçirilmişken, İskoçların çoğu ölüme doğru hücum etmeye isteksizdir. Birçoğu, İskoç kahraman William Wallace'ı daha önce hiç görmemişti bile. Bu sahnede Wallace kendini tanıttığında, Wallace'in daha uzun veya cüsseli olduğunu düşünenler şaşırmışlardı. Daha sonra Wallace o ünlü konuşmasını yaparak askerlere cesaret vermişti. 

    82.) Beyaz Saray'a uzaylı saldırısı -Independence Day (1996)

    Roland Emmerich, "Independence Day" filminde Beyaz Saray'ı (The White House) yeryüzünden sildi. Beyaz Saray'ın uzaylı bir lazer patlamasıyla tamamen yok edilmesi, muhtemelen sinema tarihindeki en ünlü yıkım sahnesidir ve bu sahne, Emmerich'in tüm kariyerinin bir özeti gibi geliyor. Onu bir yönetmen olarak tanımlayan ve filmografisine eşit ölçüde musallat olan bir görüntü. Daha da önemlisi, diğer her felaket/istila filminin "Beyaz Saray işgal ediliyor" sahnesiyle ulaşmak istediği ve genellikle başarısız olduğu sahne, bu sahnedir.

    83.) Kurallar -La vita è bella (1997)

    La vita è bella, İtalyan yönetmen Roberto Benigni'in yönettiği drama filmidir. II. Dünya Savaşı zamanında karısı ve oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen Yahudi bir babanın ve peşinden giden İtalyan bir annenin, çocuğunu korumak için yaptığı sayısız özveriyi anlatıyor. Film 1998 Cannes Film Festivali'nde Büyük Ödül'ü kazandı. 1999'da 7 dalda Oscar'a aday olan film, en iyi yabancı film, en iyi erkek oyuncu ve en iyi müzik dallarında bu ödülü kazandı. Guido ve oğlu Giosue toplama kampına götürülürken anne Dora da Yahudi olmamasına rağmen ailesinin peşinden gider. Kampta, Guido oğlunu Alman askerlerinden saklar ve ona gizlice yemekler verir. Oğluna kampta olup bitenlerin oyun olduğunu, eğer oyunu kazanırlarsa ödül olarak doğum gününde almasını istediği tankı vereceklerini söyler. Bu sahnede ise oyunun şartlarını, Almanca bilmemesine rağmen Alman Nazi subayının kamptaki talimatları söylemek için "Almanca bilen var mı?" sorusuna "Almanca biliyorum." diyerek Alman subayının söylediklerini oğluna İtalyanca olarak çevirir, ancak kamptaki talimatları değil kendi uydurduğu şeyleri oğluna anlatır. 

    84.) "Uçuyorum." -Titanic (1997)

    3 dakikalık "Uçuyorum" sahnesinde Jack ve Rose, arka planda gün batımı ile Titanic'in pruvasında duruyor. Bu sekans ana karakterlerimiz arasındaki bağı güçlendiren bir an. Sahne, Di Caprio'nun filmin başlarındaki "Ben Dünyanın Kralıyım" sekansından daha ikonik hale geldi. İlginç bir şekilde Cameron, gün batımının otantik doğal ışığını yakalamak amacıyla deniz kenarında bu sahne için set inşa etti. Cameron, sinemada heybetli bir anı gerçekleştirmek için harcanan büyük çabadan da bahsetmiştir.

    85.) D-Day sahnesi -Saving Private Ryan (1998)

    Spielberg'in Er Ryan'ı Kurtarmak (Saving Private Ryan) filmi, en büyük II. Dünya Savaşı filmlerinden biriydi. Bir önsözden sonra anlatı, D-Day'de Omaha Sahili'ne inen ABD askerlerini tasvir eden 20 dakikalık yürek burkan bir sekansla başlıyor. Askeri teknenin rampası alçalır alçalmaz askerler her taraftan Alman makineli tüfek ateşiyle karşı karşıya kalır. İzleyicileri doğrudan sahildeki canlı savaşın ortasına yerleştirir. Sekanstaki acımasız gerçekçilik, Dunkirk ve 1917 gibi savaş dramalarına ilham verdi.

    86.) Bullet Time (Mermi Zamanı) -The Matrix (1999)

    "Bullet Time", Wachowski'nin The Matrix'indeki özel efektti. Zamanın yavaşlamış gibi görünmesini sağlamak için bir dizi kamera kullanılarak yeşil bir sette yapıldı. Başka bir deyişle, zaman ve mekanın inanılmaz bir dönüşümü. Bu ikonik sahnede mermiler, ana karakter Neo'nun kafasının yanından yavaşça havada süzülür. Bu sahnede Neo'nun kehanet edilen becerileri iş başında görüldüğü için anlatıda çok önemli bir yer tutar.

    87.) Dövüş Kulübü'nün kuralları -Fight Club (1999)

    Bu sahnenin, filmin en ikonik sahnesi olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu sahnede Brad Pitt, insanları Dövüş Kulübü'ne davet ederken ve uymaları gereken kuralları tanıtırken görülüyor. Ve sahne, insanların bu sert kardeşliğe katılmasıyla sona eriyor.

    88.) "Lütfen patron! O şeyi yüzüme kapatmayın, karanlıktan korkuyorum." -Green Mile (1999)

    Frank Darabont'un Stephen King romanından uyarlama olan filmi. Bir hapishanenin baş gardiyanı Paul (Tom Hanks), iki kızı öldürmekle suçlanan bir Afro-Amerikalı olan John Coffey (Michael Clarke Duncan) ile tanışır. Paul, John'un özel bir yeteneği olduğunu keşfettiğinde hayatı büyük ölçüde değişir. Masumiyetine rağmen John kaderini kabul eder ve The Green Mile'ın bu yürek burkan sahnesinde ölmeye hazırdır. Paul, Tanrı'dan bir mucize olduğuna inandığı şeyi öldürmek istemese de John'un son dileğini kabul eder. Sinema tarihinin en güçlü ve ağlatan sahnelerinden biri.

    89.) "Üzgünüm Wilson!" -Cast Away (2000)

    Görev sırasında, bir uçak kazasında ücra bir adada mahsur kalan Chuck'ın (Tom Hanks) hızlı ve tempolu hayatı, herhangi bir insan temasından kilometrelerce uzakta olduğu için yavaşlar. Sadece, arkadaş olduğu bir voleybol topunda teselli bulan Chuck, daha önce tanıdığı medeniyete ne zaman döneceğinden emin olmadığından dolayı artık yeni hayatının duygusal ve fiziksel stresine katlanmayı öğrenmelidir. Bu sahnede ise Chuck, Wilson'ı denizde kaybedince çok üzülür.

    90.) Amélie Poulain'in çocukluğu -Amélie (2001)

    Amélie, tüm kurgusal yalnız karakterler arasında en hayalperest olanıdır. Film tasasız bir aşk hikayesi olarak görülse de aslında derin bir psikolojik baskı ve tek başınalık çalışmasıdır. Yönetmen Jean-Pierre Jeunet, ana karakterin hüzünlü ve sıkıntılı çocukluğunu keşfederken bu sahneyi mükemmel kurguluyor. Jeunet'in bu sahnedeki tuhaf dokunuşu, Amélie'ye olan sempatimizi güçlendiriyor ve sevimli kadın kahraman ile seyirci arasında kırılmaz bir bağ yaratıyor.

    91.) Samara televizyonun içinden çıkıyor -The Ring (2002)

    The Ring ya da Türkiye’de bilinen adıyla Halka filmi, en çok tanınan korku filmleri arasında yer alıyor. Yönetmenliğini Gore Verbinski’nin yaptığı baş rollerinde ise Naomi Watts ve Martin Henderson’un oynadığı The Ring, Japon korku filmi Ringu’nun Amerikan yeniden yapımı olarak geçiyor. The Ring denildiği zaman ise akla hemen filmdeki korkunç karakter Samara Morgan‘ın televizyondan çıktığı o unutulmaz sahne geliyor.

    92.) Gollum/Smeagol Monoloğu -The Lord of the Rings: The Two Towers (2002)

    Gollum, sinema tarihinde çeşitli teknolojiler kullanılarak yaratılmış en harika karakterlerden birisidir. Bu karakterin yaratılması, Performans Yakalama Teknolojisi (Andy Serkis'in olağanüstü performansıyla güçlendirilen) ve CGI sayesinde mümkün oldu. Gollum ikili kimliğiyle bilinir. Bu şaşırtıcı sahnede Gollum, alması gereken aksiyon tarzı hakkında bir iç tartışma yapıyor. Bu sahne Gollum'un iyi ve kötü niyetleri arasındaki çatışmayı mükemmel bir şekilde örnekliyor. Gollum'un monoloğu ise izleyicilere Yüzük'ün ıstırabını ve etkisini açıkça gösteriyor.

    93.) Joel ve Clementine donmuş nehrin üzerinde yatıyor -Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

    Michel Gondry'nin yönettiği ve Charlie Kaufman'ın yazdığı, şimdiye kadar yazılmış en iyi senaryolardan biri olan Eternal Sunshine of Spotless Mind,  insanların belirli bir kişiyi akıllarından silebildikleri bir dünyaya gerçeküstü bir yolculuktur. Tıpkı fevri, tuhaf, özgür fikirli bir kadın olan Clementine'in (Kate Winslet) yaptığı gibi. Film boyunca hafıza yolculuğunu takip ettiğimiz ana karakter Joel, utangaç, sessiz ve içe dönük birisidir. Clementine'in iki yıllık ilişkisinin ardından onu zihninden sildirmeye karar verdiğini yürek burkan bir şekilde öğrenen Joel aynı prosedürü izler ve Clementine ile ilgili anılarını sildirir. Joel daha sonra Montauk'a gider ve eve giden trende Clementine ile tanışır. Birbirlerine çekilirler ve Boston'daki donmuş Charles Nehri'ne randevuya giderler. 

    94.) Steiner'in Hücumu -Downfall (2006)

    Muhteşem canlandırılan bu sahne (daha sonra viral bir gif veya meme malzemesi haline geldi), SS Komutanı Steiner'ın Müttefik Kuvvetlere bir karşı saldırı düzenleyemediğini duyduktan sonra Hitler'in öfkesini sergiliyor. Downfall (Düşüş), Hitler'in son günleri boyunca büyük ölçüde sığınağın içinde geçiyor. Ve bu ünlü film sahnesi, Hitler'in sanrısal planlarına ve kendisi ile Üçüncü Reich'ın kaçınılmaz düşüşünün başlangıcına yakından bakıyor.

    95.) Arabaya pusu sahnesi -Children of Men (2006)

    Alfonso Cuarón'un distopik draması ne yazık ki çok gerçek görünüyor. Bir gişe fiyaskosu olmasına rağmen filmin teknik görkemi, hevesli takipçiler topladı. Anlatının özellikleri arasında ise çok uzun ve tek seferlik çekimler bulunmakta. Ama en iyisi, bir arabanın içindeki keşmekeşe denk gelen pusu sahnesiydi. Bu üç buçuk dakikalık sekans, tek seferde yapma fikri her gün başarısız olduğu için 12 gün boyunca çekildi. Sonunda, 12. günde doğrusunu elde ettiler. Ve bu sekans, seyirciyi aksiyonun ortasına yerleştirmenin mükemmel bir örneğidir.

    96.) Yazı tura sahnesi -No Country for Old Men (2007)

    Javier Bardem'in Anton Chigurh'u, sinema tarihinin en tüyler ürpertici psikopat karakterlerinden biridir. Yazı tura atarak rastgele insanlara ölüm cezası veriyor. No Country for Old Men,  insanların kendisini hayata ve ölüme yaklaştıran bir seçim yapması hakkında bir film. Ve bu 4 dakikalık sahnede acımasız katil, yaşlı bir benzin istasyonu görevlisini öldürüp öldürmemeyi kadere bırakıyor. Böylesine dayanılmaz derecede gergin bir sekans, filmin felsefesini çok iyi özetliyor.

    97.) "Milkshake'ini içiyorum" -There Will Be Blood (2007)

    There Will Be Blood filmi hem yönetmen Paul Thomas Anderson hem de aktör Daniel Day-Lewis'in kariyerlerini taçlandıran bir başarıdır. Lewis'in Daniel Plainview karakteri, karşı çıkılmaktan hoşlanmayan vicdansız bir sanayicidir. Anlatının son sahnesinde Plainview, bastırdığı öfkesini baş düşmanı Eli Sunday'e salıverir. Onu bir lobutla öldüresiye dövüyor ama ondan önce zenginliğinin ve gücünün kudretini "Milkshake'ini içiyorum" sözleriyle ifade ediyor.

    98.) "Neden bu kadar ciddisin?" -The Dark Knight (2008)

    Heath Ledger, The Dark Knight'da Joker olarak rol alacağı kesinleştiğinde pek çok hayranın, Joker rolüyle ilgili şüpheleri vardı. Ancak Ledger, Joker'in yüzündeki yara izlerini nasıl aldığına dair sürekli değişen anekdotla ("Neden bu kadar ciddisin?"), Joker'e başarılı bir şekilde hayat vermekle kalmayıp bunu yaparken karakterin kesin ekran versiyonunu yarattığına herkesi ikna etmişti. Sesinin düzensiz tonu (tiz bir kıkırdama ile psikotik bir hırıltı arasında sert bir şekilde inip çıkıyor) ve rujlu dudaklarına salya akıtması, Ledger'in Oscar ödüllü performansına dahil oluyor. Bu sahnede; dengesiz öykücü, Gotham'ın en acımasız gangsterlerinden birinin ağzına bıçak saplıyor ve onu infaz ediyor. Gotham'daki önde gelen suç gücü olarak üstünlüğünü ve Christian Bale'in Batman'i için zorlu bir rakipten daha fazlası olarak öne çıkıyor.

    99.) Uçan ev -Up (2009)

    Up, Pixar Animation Studios tarafından yapılmış komedi-drama macera türlerindeki animasyon filmidir. En İyi Animasyon Filmi ve En İyi Film Müziği dalında Oscar ödülünü kazandı. Filmde, çocuk sahibi olamayan Carl ve Ellie isimli çift defalarca Cennet Şelalesi'ne seyahat için para biriktirirler. Fakat her defasında daha acil ihtiyaçları için harcarlar. En sonunda Carl yaşlılığında yola çıkmaya karar verir, ama Ellie aniden hastalanıp ölür ve onu yalnız bırakır. Carl kentsel dönüşüm tarafından çevrelenen evinde yaşamaya devam eder ve evi satmaya direnir. Posta kutusuna zarar veren bir inşaat işçisini yaralar. Bu yüzden mahkeme, Carl'ın evi boşaltıp huzurevine taşınmasına karar verir. Fakat Carl'ın aklına, Ellie'ye verdiği sözü tutmasını sağlayacak bir fikir gelir. Binayı yerinden kaldırmak için binlerce helyum balonu kullanıp evini geçici bir zepline çevirmek.

    100.) "Bir canavar gibi yaşamak mı yoksa iyi bir adam olarak ölmek mi" -Shutter Island (2010)

    Shutter Island, Dennis Lehane'nin aynı adlı romanından beyaz perdeye uyarlanan Martin Scorsese filmidir. Film 1954 yılında bir akıl hastahanesinde geçmektedir. Ashecliffe adasındaki bu hastahane, ABD'nin en tehlikeli akıl hastalarının kapatıldığı akıl hastahanesi olarak bilinmektedir. Buradaki akıl hastalarından biri olan Andrew (Leonardo Di Caprio), kendisini dedektif Teddy ve Dr. Sheehan'ı (Mark Ruffalo) ise dedektif arkadaşı Chuck sanmaktadır. Andrew en sonunda yanlış hatırladığı trajik bir olayın gerçeğini hatırlar ve bayılır. Uyandığında ise sakince gerçeği anlatarak doktorları tatmin eder. Bunun Andrew'un son şansı olacağı ve tekrar aklını kaybederse lobotomize edileceği konusunda uyarılır. Bir süre sonra Andrew ile Sheehan hastahane bahçesinde otururlar. Sanrılı görünen Andrew, Sheehan'dan tekrar "Chuck" olarak söz eder ve adayı terk etmeleri gerektiğini söyler. Sheehan ise Andrew'ın tekrar aklını kaybettiğini düşünür ve Andrew'ın lobotomize edilmesi gerektiğini düşünen Cawley'e işareti verir. Andrew daha sonra Sheehan'a "bir canavar olarak yaşamanın mı yoksa iyi bir adam olarak ölmenin mi daha kötü olacağını" sorar. Şaşkına dönen Sheehan, Andrew'a "Teddy" diye seslenir, ancak yanıt alamaz. Andrew hademelerle sakin bir şekilde ayrılır.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.