Âdet yerini bulsun diye şarkılar dinlenir,
Biraz hüzün
Biraz da yürek küpürtüsü karışık,
Geçmişin bir kısmı hatırlanır.
Sayfalar kapanır.
Gün biter,
Gülüşler kaçar benden.
Hani demiştim ya eski bir kıssada
Bu da bir benzeri onun:
Ama bu kez geriye kalan yoz bitkiler
Ve sıcak değil,
Öteye veya beriye yollardır.
Dahası var;
Zül gelir yazılar okumak,
Yazılar yazmak.
Öylesine anlamlı duraklar,
Çocuk parkları,
Oyuncaklar,
Yazılar,
Resimler
Ve bir de düşler vardı ki
Artık kaçmıyorum onlardan.
Gecenin ağırlığı da
Gündüzlerin yorgunluğu da
Bitik krallıkların en ihtişamlı dönemlerinden kalma,
Unutulmuş bir sandık içinde kilitli artık.
Adını hatırlayamadığım kayıp şarkılar, zihnimi göktaşları gibi sarmalarken;
Gezegenler döner etrafımda,
Yıldızlar döker yüzünü,
Sonsuzluk da boğar yalnızlıkları,
Ama kalmaz kimseye ne bir nota
Ne ışıksız bir oda.
Aylar,
Uzun zaman sonra kendi isimlerine kavuşmuş;
Ardından yılgın anıları ayların,
Sepya albümlere ait olduğu kayıp zamanda yer tutmuş
Öylece bekler köşemde.
***
Hani anlamsız akşamüstleri vardır
Günlerden herhangi
Mevsimlerden de kasvetin olduğu.
Her şey bitkin ve çaresizdir o an.
Rüzgâr esmez, saatler işlemez
Sokakta bir telaş yoktur
Alnı çatıya bakan pencerelerin arkasında
Yansımalar kımıldar.
Çiçekler hep güneş okur,
Suya hasrettir.
Kapağı şöyle bir açılıverse de işlemeli sandığın,
Ben de içine tıksam öyle günleri,
Öylesine akşamüstüleri.
***
"Kış" diyorlar, geldi yine.
Başımda bir ateş sızlar,
Ruhumda yedi gökyüzü.
İlacım kimde saklıdır?
Gökyüzününki hâkîde,
Benimse kırgın orkide.
Kötü bir düş gibi,
Her yer mahşerden hallice!
Yangınlar ve siren bulutları,
Ara sokaklarda;
Herkes bir nefes daha alabilmek için
Koşarken
Unutuyor yaşamayı, farz et;
Bir bilmece.
Koşanların arasında kolayca seçiliyor ölüler,
Bakma;
O vakit koşuşturanlar sadece ölü bedenler değil,
Yekpare yalnızlıklardı da.
Herkes kendisi için koşuyor,
Ölüler meydanında.
Ve nasıl tutulmalar vardı zamanın izinde,
Şimdi ise dolular vurmuş ağaçları,
Dökülmeler, bekliyor yerinde.
Büyük çınarlar vardır;
Böyle filmlerde,
Parklarda.
Kocaman yaprakları
Geçmişten gövdesi olan.
Her bir dalı tanık olmuş
Delirmiş yığınlara
Falan tarihten, filan zamana.
Kökleri her ne kadar esir almışsa da toprağı
Dünyanın son gününde tüm yapraklarını dökecek,
Sonra birden
Fark etmeden
Yok olacak.
Ardında, ne cilalayınca bir solup bir parıldayan deniz kabukları
Ne pişmanlık ve bekleyişler
Ne de kadim toprak kalacak.
Tam da nisandan kalma bir söz gibi kalbini kıracak;
Bu anlamsız kargaşanın sonunda
Kendine en fazla bir kişilik yer edinebilecek.
***
Sonlar her zaman vardır.
En güzel filmlerin,
Şarkıların,
Kitapların ve yaşamın.
Ama beni en çok üzen,
Bitişlerin anlamsız olanlarıdır.
Bir surete şöyle uzun uzun bakamadan,
Adını bağıramadan,
Rüyalarda göremeden,
Sanki öyle olması gerekiyormuş gibi
Ani ve şaşkın bitişler.
Aklım karışık biraz.
Sırça kalplerimiz vardı, ince işçilikli.
Fark etmiş miydin?
Ne güzeldik öyle.
Saatler durmuş gibi,
Yeniye yer yokmuş
Daha önce hiç ölmemişiz gibi.
Ve akıp giden zaman değil, anılardı.
Çiçekli bahçeler,
Mahsur kalınmış yağmurlu ağustos ikindileri.
Karlı mart akşamları.
Sıcaklar, soğuklar.
Biliyor musun, şu an ateşler içinde kıvranıyorum
Otuz dokuz buçuk derece.
Hani sıcakları seviyorum dediysem de o kadar değil.
Çok eskisinden rüyalar var şimdi zihnimde,
Onlar, o kadar canımı yakmıyor.
Bu yüzdendir, uyumak istiyorum.
Yüz yıl, bin yıl, yüz bin yıl.
Kimse çağırmadan, hiçbir şey işitmeden, hiçbir şey anlamadan.
Uyumak istiyorum; boş bir kafa ile cahil ruh, delik deşik hislerle.
Hayatımın ilk günü gibi;
Sorumsuzca,
Umarsızca.
Rüya görmek istiyorum, yine; yüz yıl, bin yıl.
Beyazlar görmek istiyorum, bulutlar ve gökyüzü.
Bir haziran öğlesinde açık camın yanına uyumak istiyorum.
Yağmurun yağışına bakar gibi,
Eskiyip solan çiçek gibi.
Yüz yıl, bin yıl, yüz bin yıl...
Yorum Bırakın