Dökülmeler

Dökülmeler
  • 1
    0
    0
    0
  • Âdet yerini bulsun diye şarkılar dinlenir,

    Biraz hüzün 

    Biraz da yürek küpürtüsü karışık, 

    Geçmişin bir kısmı hatırlanır. 

    Sayfalar kapanır. 

    Gün biter, 

    Gülüşler kaçar benden. 

    Hani demiştim ya eski bir kıssada 

    Bu da bir benzeri onun: 

    Ama bu kez geriye kalan yoz bitkiler 

    Ve sıcak değil, 

    Öteye veya beriye yollardır. 

    Dahası var; 

    Zül gelir yazılar okumak, 

    Yazılar yazmak. 

    Öylesine anlamlı duraklar, 

    Çocuk parkları, 

    Oyuncaklar, 

    Yazılar, 

    Resimler 

    Ve bir de düşler vardı ki 

    Artık kaçmıyorum onlardan. 

    Gecenin ağırlığı da 

    Gündüzlerin yorgunluğu da 

    Bitik krallıkların en ihtişamlı dönemlerinden kalma, 

    Unutulmuş bir sandık içinde kilitli artık. 

    Adını hatırlayamadığım kayıp şarkılar, zihnimi göktaşları gibi sarmalarken; 

    Gezegenler döner etrafımda, 

    Yıldızlar döker yüzünü, 

    Sonsuzluk da boğar yalnızlıkları, 

    Ama kalmaz kimseye ne bir nota 

    Ne ışıksız bir oda. 

    Aylar, 

    Uzun zaman sonra kendi isimlerine kavuşmuş; 

    Ardından yılgın anıları ayların, 

    Sepya albümlere ait olduğu kayıp zamanda yer tutmuş 

    Öylece bekler köşemde. 

    *** 

    Hani anlamsız akşamüstleri vardır 

    Günlerden herhangi 

    Mevsimlerden de kasvetin olduğu. 

    Her şey bitkin ve çaresizdir o an. 

    Rüzgâr esmez, saatler işlemez 

    Sokakta bir telaş yoktur 

    Alnı çatıya bakan pencerelerin arkasında 

    Yansımalar kımıldar. 

    Çiçekler hep güneş okur, 

    Suya hasrettir. 

    Kapağı şöyle bir açılıverse de işlemeli sandığın, 

    Ben de içine tıksam öyle günleri, 

    Öylesine akşamüstüleri. 

    *** 

    "Kış" diyorlar, geldi yine. 

    Başımda bir ateş sızlar, 

    Ruhumda yedi gökyüzü. 

    İlacım kimde saklıdır? 

    Gökyüzününki hâkîde, 

    Benimse kırgın orkide. 

    Kötü bir düş gibi,

    Her yer mahşerden hallice! 

    Yangınlar ve siren bulutları, 

    Ara sokaklarda; 

    Herkes bir nefes daha alabilmek için 

    Koşarken 

    Unutuyor yaşamayı, farz et; 

    Bir bilmece. 

    Koşanların arasında kolayca seçiliyor ölüler, 

    Bakma; 

    O vakit koşuşturanlar sadece ölü bedenler değil, 

    Yekpare yalnızlıklardı da. 

    Herkes kendisi için koşuyor, 

    Ölüler meydanında. 

    Ve nasıl tutulmalar vardı zamanın izinde, 

    Şimdi ise dolular vurmuş ağaçları, 

    Dökülmeler, bekliyor yerinde. 

    Büyük çınarlar vardır; 

    Böyle filmlerde, 

    Parklarda. 

    Kocaman yaprakları 

    Geçmişten gövdesi olan. 

    Her bir dalı tanık olmuş 

    Delirmiş yığınlara 

    Falan tarihten, filan zamana. 

    Kökleri her ne kadar esir almışsa da toprağı 

    Dünyanın son gününde tüm yapraklarını dökecek, 

    Sonra birden 

    Fark etmeden 

    Yok olacak. 

    Ardında, ne cilalayınca bir solup bir parıldayan deniz kabukları 

    Ne pişmanlık ve bekleyişler 

    Ne de kadim toprak kalacak.

    Tam da nisandan kalma bir söz gibi kalbini kıracak; 

    Bu anlamsız kargaşanın sonunda 

    Kendine en fazla bir kişilik yer edinebilecek. 

    ***

    Sonlar her zaman vardır.

    En güzel filmlerin,

    Şarkıların,

    Kitapların ve yaşamın.

    Ama beni en çok üzen,

    Bitişlerin anlamsız olanlarıdır.

    Bir surete şöyle uzun uzun bakamadan,

    Adını bağıramadan,

    Rüyalarda göremeden,

    Sanki öyle olması gerekiyormuş gibi

    Ani ve şaşkın bitişler.

    Aklım karışık biraz.

    Sırça kalplerimiz vardı, ince işçilikli.

    Fark etmiş miydin?

    Ne güzeldik öyle.

    Saatler durmuş gibi,

    Yeniye yer yokmuş

    Daha önce hiç ölmemişiz gibi.

    Ve akıp giden zaman değil, anılardı.

    Çiçekli bahçeler, 

    Mahsur kalınmış yağmurlu ağustos ikindileri.

    Karlı mart akşamları.

    Sıcaklar, soğuklar.

    Biliyor musun, şu an ateşler içinde kıvranıyorum

    Otuz dokuz buçuk derece.

    Hani sıcakları seviyorum dediysem de o kadar değil.

    Çok eskisinden rüyalar var şimdi zihnimde,

    Onlar, o kadar canımı yakmıyor.

    Bu yüzdendir, uyumak istiyorum.

    Yüz yıl, bin yıl, yüz bin yıl.

    Kimse çağırmadan, hiçbir şey işitmeden, hiçbir şey anlamadan. 

    Uyumak istiyorum; boş bir kafa ile cahil ruh, delik deşik hislerle.

    Hayatımın ilk günü gibi;

    Sorumsuzca, 

    Umarsızca. 

    Rüya görmek istiyorum, yine; yüz yıl, bin yıl. 

    Beyazlar görmek istiyorum, bulutlar ve gökyüzü. 

    Bir haziran öğlesinde açık camın yanına uyumak istiyorum. 

    Yağmurun yağışına bakar gibi,

    Eskiyip solan çiçek gibi. 

    Yüz yıl, bin yıl, yüz bin yıl...

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.