Advertisement
Advertisement

Ufak Bir Köşe: Kurak Günler

Ufak Bir Köşe: Kurak Günler
  • 7
    0
    0
    1
  • Öncelikle sevgili okurlarıma dört dörtlük bir sinematografi eleştirisi sunamadığım için bu yazıya özür dileyerek başlamak istiyorum. Emin Alper sadece filmin yazarı değil, yazgısının da yönlendireni.

    Filmin temsilleri üzerinden envai çeşit gruptan insanlar ve temsilciler konuştu. Cannes'da gösterim aldığından beridir filmi kategorize etmeye çabaladığım bir kuyunun içinde debeleniyorum. Queer Palm adayı olarak gösterildiğinde de ciddi bir kafa karışıklığı içine girdiğim doğrudur. Fakat her incelemede değindiğim üzere bir filmi doğru tanımlamak, onu okumak için ilk adımdır. Kurak Günler'i eleştirmeden önce hangi sinematografiyi kullanmış, üslubu ve film yapma adabı nereye ait bunu belirlemek bana kalırsa birinci başvuru başlığı.

    Bu açıklamalarla filmi 3.kez izlediğimde başlarda düşündüğüm tavrı sonunda oturttum ve filmi İtalyan Yeni Gerçekçi anlatım şemasını üzerinden yorumlamaya karar kıldım. (Bu tamamen şahsi düşüncemdir ve eleştiriye açıktır.)
    Yanıklar adında bir yerleşim yerine Savcı olarak atanan Emre; bölgenin su ihtiyacına, obruk tehdidine, siyasi ve sosyal çürümüşlüğüne şahit oluyor. Bir hukukçu olarak filmde belirgin kavramsal hatalar olduğu aşikâr ama Doktorlar dizisine eleştiri çeken pratisyen hekimler gibi olmayı tercih etmiyorum :). 
    Yerleşim yerinin mekânsal ve senaryoya bağlı kullanımı, benim de uzun yıllar yaşadığım ve şahit olduğum İç Anadolu taşrasının sosyokültürel yapısına oldukça uygun ve bu hâliyle toplumsal gerçekçi ögeleri yansıtma biçimiyle kuramına oturan bir anlatım olarak karşımıza çıkıyor. Halk köhne ve cahilliği kurumsallaşmış, nesilden nesle aktarılan bir kültür kodu olarak bağnazlığı içinde barındırıyor.
    Ahlâkî kaygılarıyla yerinden hareket edemeyen obez bir yapı olarak Yanıklar halkı; homofobik, muhalefetfobik, sorgulamafobik hatta ve hatta kendine bile karşı bir tavra sahip. "Rakı masalarının gülü" edindiği oğlan çocuğuna oğlancılık taslayan halk, bunu kendi ahlâkî kabullerine de yedirebilmiş. 

    Filmin toplumsal karmaşası, bu karmaşayı bir adalet neferiyle aşmaya çalışması, adaletin kendi eliyle kendini engellemesini sembol edinmesi vb. göstergelerle halkta bir ışık yaratma kaygısı tam da Mussolini sonrası İtalyan sinemasının tabuları yıkmaya kararlı duruşunun bir tezahürü kanımca. Bunu herhalde eşcinsel olduğunu düşündüğümüz bir gazeteciyle (ki beyan sinemada da esastır) ve onunla iletişim kurduğu için yaftalanan(!) Savcıyla anlatması, onları birer sembol olarak kullanması filmi ne Queer yapar ne de eşcinsel sineması. Bu anlatımı yönelim merkezli ve hak mücadelesi penceresinden izleyen izleyicileri anlamakta zorluk çekiyorum.

    Obruklar, sınırı çizili yollar, çalışan vantilatörler, fare sesleri... Yapmacık olmak ve olmamak arasında ince bir süreğenlik ögesi niteliği taşıyan bu semboller istikrarlı şekilde kurguya hâkim. Film başlarken ve biterken o kocaman obruk ekranı hâkimiyeti altına almış. Sinematografi 101 dersi okutulsa sanırım ilk hafta bu anlatılırdı. Fakat izleyicide bir kalp çarpıntısı yarattığı da ortada. Türk izleyici sanatsallığa kulağını tıkadığı için şaşırmış olmalı. Yine de hakkını yemek istemem, bu sembollerin kullanımı bayağı bir duruş sergilememiş.

    Hâkime(?) Hanım Zeynep'in, mesleğine cinsiyet atanması fakat buna tepki vermemesi, eşcinsellikle suçlanan(!) Savcı Emre'nin dahi bu unvanı kullanmaktan kaçınmaması... Ciddiyim keşke hiç unvan kullanmasalardı da kafamız karışsaydı 'bu kim ya' diyerek. Gerçekten oldukça hak temelli bir kaygı taşımışlar bravo... Buna da takılma demek, ama film de bayağı kapsayıcı demekle aynı kefelerde tartılır.

    Şarkılar, melodiler, tıngırtılar falan alelade bir karmaşa içinde. Bana kalırsa filmin en eksik noktası ses ve müzikte. YouTube > Gerilim Müziği > CapCut > (sahneye uygula) bu adımlar izlenmiş olabilir.

    Emre ve Murat... Selahattin Paşalı ile Ekin Koç'un güzel bir ten uyumu yakaladıklarını söylemem lazım. Slip mayolu Yeşilçam oyuncularına taş çıkartan Selahattin Paşalı, arkadaş arasında konuştuğumuz kadarıyla yüksek bir seksibilite seviyesi yakalamış bizce. Fakat benim için hâlâ polo yaka giyen Ekin Koç birkaç adım daha önde. Bunu da not düşmeden ilerlemeyelim.

    Filmde diaspora altındaki çingeneler güzel bir günümüz şikayeti örneği gösteriyor. Neye tekabül ettiğini ifade etmek bana düşmez fakat hakları görmezden gelinen, devlet tarafından sindirilen hatta yok sayılan ırk temelli azınlıkların anlatısında film bir süre ana temayı bu odağa çekmekte cesur davranmış.

    Kamera ve yapmacık üslubuna gelelim. Kameranın kimi zaman aktör edası taşıdığını anlattığım önceki birçok yazımda belirttiğim üzere kamera bir güçtür arthouse anlatımlarda. Kurak Günler de bir arthouse gücü taşıdığı için kameranın özellikle incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Gelin görün ki bunu yapamıyorum çünkü kamera sadece görüntü alan bir alet gibi kullanmış. Bu konuda filmde eksik tespitte bulunuyor olabilirim çünkü konuyu ve mekânı takip ederken kamerayı atladığım çok oldu. Bu hâliyle de eleştirimi belirtmek istedim.

    Gelelim sonuç kısmına: Baştan filme 8/10 verdiğimi söylemek istiyorum. eleştirilerim belki sert olabilir fakat şimdiye kadar düşük bütçeli ve silik eşcinsel/travesti temsillerin yanında iki tanıdık oyuncuyu kullanan ve Türkiye'de pek çok sinemada gösterim almış bir homofobi anlatısını alaşağı etmek bana yakışmaz. Emin Alper'i, bu filmi her izleyişimde yürekten alkışladım. Evinde otururken böyle bir senaryo yazma düşüncesi, bu kadar alana uzakken bunu yine de yapması bence bir tebrik hak ediyor. Fakaat Cannes'da ve Türkiye'deki zibilyon ödül töreninde filminde kullandığı homofobi anlatısının güncel faillerine ya da hak öznelerine kulak tıkaması hiç hoş değil. Her yürüyüşü onur yürüyüşü olan bir grubun, avcılardan kaçan Emre ve Murat gibi sistemden kaçarak yaşamasına kürsülerde tek cümleyle bile olsa değinilmemesi, bu başlıktan destek gördüğü göz önüne alınırsa öz eleştiri gerektiren bir konu. Oyuncular hakkında da aynı noktadan aynı cümleleri kurduğumu düşünebilirsiniz. Sağda solda filmin sansasyon rüzgarını arkalarına alıp röportaj verirken çekingen ve aman tadımız kaçmasın kıvamlı "LGBT" yorumları karın ağrıtıyor.

    Filmi izleyeceklere şimdiden iyi seyirler, izleyip bu yorumları okuyan herkese ise sabırlar diliyorum. Ben bile kendime kızıyorum bu kadar eleştirdiğim için ama ne yaparsınız ağzı olan konuşuyor :))

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.