Kişilik bozuklukları hakkında hazırlayacağımız bu seri, bozuklukların ve kişilik örüntülerinin bireyin duygu-davranış-biliş üçgenindeki etkinliğini kavramayı ve eleştirel bir bakış geliştirmeyi amaçlamaktadır. Psikolojinin toplumsal yansımasına baktığımızda birçok kavramın içinin doldurulmadan, popülist kaygının da körüklemesiyle bilimsellikten uzaklaşan çarpıtılmış öğretilerin yaratıldığına ve bu yaratımın birey üzerinde kurduğu tahakkümün kontrolsüzce gelişmesine tanıklık ediyoruz. Öyle ki normal ve anormal davranış iç içe geçmiş, bilimsellikten uzak saptamalar doğru bilginin önünde engel olarak yer almaktadır. Psikoloji bilimine biçilen “kültür-sanat” misyonuyla birlikte diziler, filmler, kitaplar, sanal medya fenomenliği gibi alanlarda metalaştırılırken somut tartışmalar yerini soyut kavramlara bırakmaktadır. Bu anlamda terminolojik anlatıya psikolojiyi somut çizgiye çekmek için gereksinim duyulmakla birlikte salt terminoloji toplumsal yansımaları veya örneklemleri barındıramayacağından kişilik bozukluklarını somutlaştırırken “popülist” gevezelikten kaçınacağız. Önümüzde duran başlıktan hareketle kişilik bozukluklarının toplumsal koşullardaki düşümüne, maruz kaldığı tahakkümle belirlenen sınırlarına, bozukluk kümelerinin ayrımlarına ve bireydeki davranış örüntülerine değinmeye çalışacağız.
Bozukluk kavramının açıklanmasından önce kişilik tanımlaması üzerine biraz kafa yormamız gerekiyor. Kişilik, günlük dilde sıkça duyduğumuz, övme ve yerme gibi durumlarda başvurulan tamamlayıcı bir görev görmektedir. Her birimiz insanların birbirlerinin kişiliklerini analiz ettiğine muhakkak şahit olmuşuzdur. Kişilik kelimesinin günlük dildeki bu kullanım biçimi için, diğer bireylerin bizim üzerimizde bıraktığı izlenimin aktarılmasında değerlendirici niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Çevremizdeki iletişime karşı daha dikkatli olursak kişilik sözcüğünün betimleyici anlatımın güçlü bir faktörü olduğunu, bir sıfattan sonra geldiğini ve bu sıfatın da bahsedilen kişinin öne çıkan özelliği olduğunu anlayabiliriz. “Cimri bir kişiliği var”, “zor bir kişilik” veya “uyumlu kişilikte biri” gibi betimlemeleri örnek verebiliriz. Kişiliğin psikolojideki kullanımı ise günlük kullanımdan ayrılmaktadır. Bu kullanım için farklı önermeler olduğundan ve üstünde anlaşılabilmiş ortak bir tanım olmadığından kişilik için öne çıkan ve çoğunluğun kabul ettiği tanımlamalardan bahsedelim. Allport (1937) kişilik üzerine gerçekleştirdiği literatür taramasında yaklaşık 50 farklı tanımın olduğunu ifade etmiştir. Var olan kişilik tanımlamalarının ortak noktası ise bireye özgü özelliklerin kişilik tanımında önemli bir yerde durmasıdır. Dolayısıyla bireysel farklılıkların kişilikteki önemi üzerinden yorum yapacak olursak, kişiliğin bireyi diğerlerinden ayıran özgün niteliklerin temsili olduğunu söyleyebiliriz. Daha genel bir anlatımla kişilik, genetik ve biyolojik yatkınlıkları, bireyin sosyal deneyimlerini, çevresel koşulları içine alan koşullara göre gelişen evrimsel bir süreçtir. O halde kişilik için bireysel farklılıkların toplumsal düşümüdür dediğimizde, toplumsal belirlemeler dışına çıkan duygu, düşünce ve davranışların “anormal” varsayıldığını da söyleyebiliriz. Bu noktada dikkat edilmesi gerekilen püf nokta, toplumun normalliğidir. Kültür, toplumsal yargı ve yaşam biçimi üzerindeki etkin farklılıkları oluşturan kavram olarak karşımıza çıkar. Kültürel normlar dışına çıkan her davranış veya düşünce anormal midir? Bahsi geçen kültür bireyin yaşamı için olmazsa olmaz unsurları mı barındırır? Azınlık, bütüne uymak zorunda mıdır veya uyma davranışını sergilemeyenler toplum tarafından dışlanır mı? Tüm bu sorular içinde barındırdığı çelişkiler dolayısıyla bireyi “anormal” kılmak için yeterli değerlendirmeden uzaktır.
Var olan çelişkileri de göz önünde bulundurarak kişilik bozukluklarına giriş yapabiliriz. Kişilik çevreyle kurduğumuz ilişkiler üzerindeki belirleyici özelliğe sahipse, bozuklukların çevresel etkinliklerdeki gelişimini öne çıkarmamız gerekir. Öyle ki alışagelmiş olan, yalnızca sonuca odaklanma refleksi çözümden uzak kalacağı gibi tanı almış bireyin etiketlenmesine de neden olacak ve beraberinde yargıyı getirecektir. Bizler yargılardan ve yaftalardan uzak duracağız.
DSM-V’te genel kişilik bozukluğu için şu tanım yapılmıştır: “Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan, süregiden bir içsel yaşantı ve davranış örüntüsü.” Bu örüntünün kendisini gösterdiği alanlar için ise biliş, duygulanım, kişilerarası işlevsellik ve dürtü denetimi belirlenmiştir.
Kişilik bozuklukları A, B ve C olmak üzere 3 farklı kümede değerlendirilir. A kümesi literatürde; soğuk, farklı ve garip kategorisinde ele alınır. Bu kümenin içinde:
1. Paranoid kişilik bozukluğu
2. Şizoid kişilik bozukluğu
3. Şizotipal kişilik bozukluğu yer alır.
Bu serimize paranoid kişilik bozukluğu ile başlayacağız. Paranoid kişilik bozukluğu literatürde yer aldığı şeklinde şöyle tanımlanmıştır: “Paranoid kişilik bozukluğu olan kişiler, sürekli olarak başkalarının kötü niyetli olduğunu düşünürler. Kuşkucudurlar ve başkalarına güvenmezler. Genellikle düşmanca duygular taşırlar, huzursuzdurlar ve kızgınlık içindedirler. Bir inanca, bir düşünceye aşın ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünemeyen bağnaz kişilerdir, "hakka ve hukuka aykırı" davranışların peşindedirler, patolojik derecede kıskanç birer eştirler, sürekli dava açan sabit düşünceli insanlardır.” (Köroğlu ve Bayraktar, 2010).
Paranoid (Kuşkucu) kişilik bozukluğu için literatürde yer alan tanımlar da göze çarpan şey, bu kişilerin insanlarla güvenli bir bağ kurmaktan yoksun olduklarıdır. Güvensizlik, beraberinde getirdiği aidiyetsizlik, bireyi öfkelendirdiği gibi yalnızlaştırmaktadır. “Düşmanca” duyguların yarattığı savaş hali ve savaş halinin mecbur bıraktığı tetikte olma durumu kişi için üstün bir efor ve yorgunluk anlamını taşır. İnsanın yaşamını idame ettirebilmesi için diğer insanlarla ilişki kurmasının zorunluluğunu düşündüğümüzde, paranoid kişiliğin zamanının büyük bir bölümünü kafa karışıklığı, savaşım ve korkuyla geçirdiğini de söyleyebiliriz. Bu anlamda paranoid kişi, bireyin temel gereksiniminden kendisini yoksun bırakmakta ve güvenli alan arayışını sürdürmektedir. Kolektif yaşamın içinde maruz kalınan deneyimlerin güvenli alanı talan ettiğine, kişinin çevreye ve kendisine duyduğu güveni yıktığına, travmatik ayrılıklara ve beklentilerin karşılanmaması gibi durumların yaşandığını tahmin edebiliriz. Öyleyse paranoid kişiliğin oluşumunda birincil etkenin çevresel koşullar olduğunu belirtmekte bir sakınca göremiyoruz. Bireyin, maruz kaldığı deneyimler karşısında oluşturduğu duygu, biliş ve davranış farklılaşmakla birlikte bazı durumlarda sağlıksız şemaları oluşturabilmektedir. Paranoid kişiliğin düşünce yapısında neler olabileceğine bakalım:
“Başka insanlara güven duyamam.”
“Başka insanların gizledikleri birtakım amaçları var.”
“Dikkat etmezsem başkaları beni kullanacak ya da istedikleri gibi yönlendirecek.”
“Her an tetikte olmalıyım.”
“Başkalarına güvenmek çok tehlikelidir.”
“İnsanlar arkadaşça davranıyorlarsa beni kendi çıkarlarına kullanmak, beni sömürmek ya da benden yararlanmak istiyorlardır.”
“Şans versem insanlar her türlü fırsattan yararlanırlar.”
“Çoğu zaman insanlar içten davranmıyorlar, arkadaşlığa yakışmayan bir tutum içindeler.” “İnsanlar beni aşağılamaya çalışıyorlar.”
“İnsanlar beni isteyerek kızdırmaya çalışıyorlar.”
“Başkaları bana kötü davranabileceklerini düşünmeye başlarsa bu beni çok zora sokar.” “İnsanlar benim hakkımda bir şey öğrenseler, bunu hemen bana karşı kullanırlar.”
“İnsanlar bir şey söylüyor, başka bir şey demek istiyor.”
“Yakın olduğum kişi içten bağlılığı olmayan, sadakatsiz ve güvenilmez biri olabilir.”
Yukarıda da görüldüğü gibi bu kişilik örüntüsünde aşırıya kaçan ve sağlıksız şemalar vardır. Yaşantımız içerisinde güven zedeleyici durumları deneyimleyebiliriz: aldatılmak, terk edilmek, ihmal edilmek, beklentilerimizin karşılıksız çıkması vb. can yakıcı öykülere sahip olabiliriz. Bu durumlar karşısında insanlara ve dünyaya karşı güvenimizde düşüş olması tahmin edilebilir ve doğal bir tepkidir. Birine veya bir şeye karşı beslenilen güvensizliğin genellemeyle topluma veya yeni ilişkilere aktarılması ise anormal davranışın oluşumuna neden olabilmektedir. Tüm bunların yanında bireyin yaşadığı çevresel koşulların, bireyin kendisi yaşamasa da bir aile üyesinin veya figür olarak gördüğü birinin yaşadığı deneyim içselleştirilerek sağlıksız şemaları oluşturabilir. Düşüncelerin, duyguların ve davranışların kişiler arası farklılaştığını ve bunun da kişiliği oluşturduğundan bahsetmiştik. Bu farklılığı paranoid kişilik bozukluğu üstünden örnekleyerek şöyle somutlayabiliriz: Annesi ile babası, babasının annesini aldatması nedeniyle boşanmış bireyin o süreçteki olası gelişimine bakalım. Sağlıksız bir ilişkide ebeveynler arası sorunlar, somut düşünce yeteneği gelişmemiş çocuğa aktarılır ve çocuk bu sorunlarda karar mekanizması halini alabilir. Ebeveynler tarafından dolduruşa getirilme, üyelerin birbirini kötülemesi, çocuk üzerinden gelişen tartışmalar bireyin güven kavramında yanlış şemalar yaratmasında etkin olabilir. Belirttiğimiz kişi farklı düşünce ve duygular, olguyu yorumlamada da farklılık oluşturur. Dolayısıyla bizim için önemli olmayan bir deneyim bir başkasının yaşantısında karar vermekte temel unsur halini alabilir.
Son olarak Paranoid kişilik ve bozukluk arasındaki farklılıklara da değinmek önemlidir. Bunu bir tablo üzerinde daha anlaşılır açıklayabiliriz.
Kaynak
Köroğlu, E. (2010). Kişilik Bozuklukları. HYB Yayın Birliği. Ankara.
Birliği, A. P. (2013). Ruhsal bozuklukların tanısal ve sayımsal elkitabı, beşinci baskı (DSM-5), tanı ölçütleri başvuru elkitabı’ndan, çev. E Köroğlu (Çev. Ed.), Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
ISO 690
İnanç, B.Y ve Yerlikaya, E.E (2016). Kişilik Kuramları. Pegam Akademi
Yorum Bırakın