Cumhuriyet Dönemi'nin İkinci İrtica Hareketi: Menemen (Kubilay) Olayı

Cumhuriyet Dönemi'nin İkinci İrtica Hareketi: Menemen (Kubilay) Olayı
  • 2
    0
    1
    0
  • Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlatılan toplumsal dönüşüm hareketi, Türk toplumunu çağ dışı bırakan uygulamaları sona erdirmiş ve çağdaş topluma giden yolun önünü açmıştır. Bununla birlikte laik düzen ve dünya görüşü doğrultusunda birbiri ardınca gerçekleşen devrimler, dinsel kurallara bağlı çevrelerin tepkisine neden olmuştur. İşte bu ortamda Mustafa Kemal Paşa’nın isteği doğrultusunda çok partili demokratik hayata geçiş için başlatılan girişimler de (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Şeyh Sait İsyanı), olumsuz sonuçlanmıştır.

    Özellikle 1929'da başlayan ve 1930’lu yıllarda etkisini daha çok hissettiren Dünya Ekonomik Bunalımı, özellikle sanayileşmiş şehirleri vurmuş ve Türkiye bu bunalımdan fazlasıyla etkilenmiştir. Bu arada ekonomik sıkıntılar sonucunda baş gösteren huzursuzluğun çözümünün yeniden çok partili siyasal hayata geçmekle bulunabileceği düşünülmüş ve çok partili demokratik hayata geçiş için atılan ikinci adım olarak Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Fakat bu girişimde uzun süreli olmamış, Fırka’nın yaşanan sıkıntı ve siyasi gelişmelerle kısa bir süre sonra kapandığı görülmüştür. Nitekim Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasının ardından laik hukuk düzenine ve Cumhuriyete karşı çıkarılan gerici bir ayaklanma “Menemen Olayı”, henüz çok partili demokratik hayata geçişin erken olduğunu ispatlayacaktır.

    Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasından sonra çok partili demokratik hayata geçiş için atılan ikinci adım "Serbest Cumhuriyet Fırkası"nın kuruluşu ile gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın teşviki ve telkini ile kurulan bu fırka, Türk siyasal hayatında birtakım tartışmaların yeniden alevlenmesine neden olacaktır. Bilindiği üzere 1930 yılı, Türkiye’de birtakım zorlukların ve sıkıntıların yaşandığı bir dönem olmuştur. Özellikle birbiri ardınca çok hızlı gerçekleşen devrimler ve bu konularda alınan çeşitli önlemler, muhalif gurubun tepkisini çekmiş ve hükümete karşı direnişi artırmıştır. Bunun yanı sıra Ekim 1929’da patlak veren ve kısa süre içinde tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik bunalım da Türkiye’yi fazlasıyla etkilemiştir. O günlerde Mustafa Kemal Paşa’nın yurt içindeki gezilerinden birine katılan Ahmet Hamdi (Başar) Bey şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:

    “Vergi işi... Nereye gitsek vergilerin ağırlığından, alınma tarzının kötülüğünden, bu yolda yapılan zulümlerden şikayet edildiği görülüyor. Ekseriye vergisini ödeyemediğinden tarlası, evi-barkı satılmış olanların faciaları, onları dinleyenlerin vicdanlarında acı etkiler yaptığı halde, konmuş kanunlar ve usullere göre de bir şey yapılamıyor. Geçtiğimiz her yerde bir şikayet konusu da Ziraat Bankası’na aitti. Ziraat Bankaları köylüye borç para vermiyor, çiftçi eli böğründe banka kapılarında dolaşıyor. Halbuki aynı banka şehirde tüccara kredi açmaktadır. Tüccar bankadan para alıyor ve köylüye ikraz ediyor...”

    Bu gezi sırasında Mustafa Kemal Paşa, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalımı Genel Sekreteri Hasan Rıza (Soyak) Bey’e şu sözlerle ifade etmiştir: “... Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi-manevi perişanlık içerisinde...”. Kısaca, memleket her alanda büyük bir huzursuzluk içinde kalmış; eleştiriyi kaldırmanın, basını susturmanın, Meclis muhalefetine imkân vermemenin, tek başına iktidarda olmanın bunalımı yok etmeye, huzuru getirmeye yararı olmamıştır. Tersine denetimsiz parlamentonun yarattığı hoşnutsuzluk günden güne büyümüş ve ekonomik sıkıntılar her geçen gün artmıştır.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, toplumda, basında ve TBMM’de giderek artan hoşnutsuzlukların bir yerde patlak vermesinden, merkez denetiminin yitirilmesinden endişe etmektedir. Özellikle yaşanan ekonomik ve siyasi bunalımların toplumsal bir patlamaya dönüşmesini istemeyen Mustafa Kemal Paşa, tüm bu sorunların çözümü için bir muhalefet partisinin kurulmasını uygun görmüştür. Nitekim Cumhuriyetin ve onun ayrılmaz bir parçası haline gelen devrimlerin de ayrıca korunması gerekmektedir. 

    Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması aşamasında Mustafa Kemal’in arzu ettiği tek şey, “laik Cumhuriyet esaslarına sadık” kalınmasıydı. Ne var ki 1929-1930 Dünya Ekonomik Buhranı'nın Ege Bölgesi'nde yarattığı ekonomik sıkıntıdan yararlanan gerici çevreler, bu yeni partiyi fırsat bilmişler ve Cumhuriyetin laik esaslarının tehlikede olduğunu gören Mustafa Kemal, bu çok partili denemeden vazgeçmiştir. Fırsatı kaçırdığını gören irtica ise Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın dağılma kararı almasından otuz beş gün sonra tekbir sesleri ve “şeriat isteriz” sloganlarıyla 23 Aralık 1930’da İzmir’in Menemen kazasında bir kere daha ayaklanmıştır.

    İslam dini fikri yargıya ve mantığa dayandığı halde, din adamları bilgi edinmek hususundaki tembellikleri yüzünden gittikçe kapkara bir cehalete düşmüş, dini kural ve görevleri anlamsız bir şekiller yığını haline getirmişlerdir. Bu hale geldikten sonra yeniliklere yönelme hususunda açılacak gediklerin, verilecek tavizlerin, kurdukları bu gerici çıkar düzenini yıkabileceği korkusu onları birbirine kenetlemiş ve kenetlenmiş cahil sözde din adamı zümresi, yıllar boyu yeniliklere akıl erdirmenin ve onları benimsemenin değil, yeniliklerden doğrudan doğruya kaçmanın, halkı bu fikirlere düşman etmenin tekniğini geliştirmişlerdir. İşte daima bu telkinlerle beslenen kara ruhlu çıkarcı cahil zümre, sayıları az da olsa zehirlerini saçmak için daima fırsat gözetlemişlerdir. Yine cehaletleri yüzünden bir iki yerde kendileri gibi düşünen birkaç kişi buldular mı, bekledikleri günün geldiğini zannedip ayaklanmışlardır. 

    Cumhuriyetin ilanıyla birlikte laik düzen ve dünya görüşü doğrultusunda gerçekleştirilen devrim hareketleri, dinsel kurallara bağlı çevrenin tepkilerine yol açmıştı. Halifeliğin kaldırılması, medreselerin, tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, öğretimin birleştirilmesi ve Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi gibi değişiklikler, eski düzeni savunan ve ilk fırsatta ona dönülmesini arzulayan çevreleri yeniden harekete geçirmişti. Ancak düşüncelerini açıkça söyleyerek ortaya çıkmak istemediklerinden gizliden gizliye hazırlanmaya koyulmuşlardır.

    Menemen Olayı, Nakşibendi tarikatına mensup kişilerce hazırlanmıştır. Tarikatın lideri olan Şeyh Esat, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra İstanbul Erenköy’deki köşküne çekilmiş, ancak etkinliğini halife ve müritleri aracılığı ile sürdürmüştü. Kendisi, “Kutbilaktab” sanıyla anılmakta ve kutupların kutbu anlamına gelen bu unvan, tarikat tarafından her dönemde dini topluluğun maddi ve manevi başkanı olarak tanınan bir kişiye verilmektedir. Şeyh Esat’ın en önemli ve çok güvendiği adamlarından birisi olan Laz İbrahim’i Manisa yöresine baş halife olarak ataması ile yörede tarikatın faaliyetlerinde büyük bir hareketlenme başlamıştır. Nakşibendiler gizli toplantılarla etkinliklerini sürdürürken, Muradiye Camii’nde hocalık yapmaya başlayan Laz İbrahim’in de delikanlılık çağındaki gençleri, esnaf ve çırakları etkilemeye çalıştığı görülmektedir. Özellikle ekonomik sıkıntılar nedeniyle iş bulamayan, geçimlerini sağlayamayan gençlerin tarikata girmeleri halinde büyük desteklere sahip olacakları fikri aşılanmakta ve Şeyh Esat’tan gelen ve çevreden yardım amacıyla toplanan paralar da tarikata girenlere dağıtılmaktaydı. İslamiyetin en tutucu tarikatlarından birisi olan Nakşibendilik, Şeyh Sait Ayaklanması’nda da etkili olmuş ve Şeyh Esat’ın Şeyh Sait ile ilişkisi bulunduğu anlaşılmıştır.

    1930 yılı başlarında ülkede toplumsal, siyasal ve ekonomik nedenlerle başlayan sıkıntılar, Serbest Cumhuriyet Partisi’nin kuruluşu ile devrimlere karşı olan bazı kişi ve grupların, bu partiye girmelerine ya da ona yandaş görünüp kendi düşünceleri doğrultusunda çalışmalarına olanak hazırlamıştı. Yeni parti toplantılarında hükümetin açıkça suçlanması, hatta zaman zaman dinin elden gittiğinden, kadınların yüzlerinin açıldığından, zorla şapka giyildiğinden söz edilmesi, şeriat düzenine dönmek isteyenleri cesaretlendirmişti. İşte hükümetin güçsüz göründüğü bu ortam içinde Nakşibendi tarikatı, kendine taraftar bularak Mehdi olduğunu öne süren Giritli Derviş Mehmet ile harekete geçmeye karar vermiştir. Halifeliğin geri geldiğini ve Cumhuriyet düzeninin sona erdiğini açıklamak için İzmir ve Manisa gibi güvenlik güçlerinin hemen işe el koyabilecekleri büyük kentler değil, o yıllarda 4000 veya 5000 nüfuslu küçük bir kasaba olan Menemen seçilmişti.

    Manisa’da, kendisini ölülerin dirileceği kıyamet günü ortaya çıkacak olan “Mehdi” ilan eden Giritli Mehmet, altı arkadaşı ile “din elden gidiyor” söylemi ile harekete geçmeye karar vermiştir. 7 Aralık’ta Paşaköy’e gelerek bacanağının evinde misafir olan Giritli Mehmet ve adamları, burada silahlanmışlar ve yanlarına bir de köpek alarak Bozalan Köyü’ne hareket etmişlerdir. Müritlerin birisinin köyü olan Bozalan, 1924’te Rumeli’den gelen göçmenlerin yerleştirildiği bir bölgedir. Köy halkı Müslüman olmasına rağmen çoğunun din bilgisi yok denecek kadar azdır. Bu durumdan yararlanmak isteyen Derviş Mehmet ve arkadaşları köyde konaklamaya karar vermişlerdir. Fakat köy içinde rahat hareket edemediklerinden, köy yakınlarında bulunan Sünbüller Dağı’nda bir kulübe yaptırarak 15 gün kadar zikirlerine burada devam etmişlerdir.

    23 Aralık 1930 sabahı erkenden Menemen’e gelen Derviş Mehmet ve müritleri, tekbirler getirerek çarşı içindeki Müftü Camii’ne yönelmişlerdir. Silahlı olarak camiye giren Derviş Mehmet, sabah namazına gelmiş 8-10 yaşlı kişiye kendisini Mehdi olarak tanıtmış ve dini korumaya geldiğini, 70 bin kişilik halife ordusunun da yakında gelip kendisiyle birleşeceğini öne sürmüştür. Arkasından camideki “sancak-ı şerif” denilen üzerinde “La ilahe İllallah İnna Fetahneke” yazılı yeşil bayrağı alan Derviş, öğleye kadar bu sancağın altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceği tehdidini savurmuştur. Buradan Belediye Meydanı’na yönelen Derviş ve müritleri, şeriatın simgesi sayılan bu bayrağı bir çukura diktirerek etrafında zikredip tekbir getirmeye başlamışlardır. Bu arada sabah namazından çıkan ve dükkânlarını açmaya gelen halk da meydanda toplanmaya başlamıştır. Derviş Mehmet toplanan halka, “Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz? Halife Abdülmecit sınıra geldi, sancak-ı şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim” şeklinde çağrılar yapıyor ve propagandasını devrimler üzerinde yoğunlaştırıyordu. Şapka giyenlerin kâfir olduğunu, yakında yine fes giyileceğini ileri sürüyordu. Meydana gelenlerin bir kısmı bu çağrı üzerine onlara katılıp zikre başlamış ve kısa süre içinde Derviş’in yanındakiler 100 kişiye kadar ulaşmıştır.

    Bu arada bazı duyarlı vatandaşların olayı emniyet kuvvetlerine haber vermesi üzerine, olay yerine ilk olarak jandarma yazıcısı Ali Efendi gelmiştir. Giritli Mehmet’ten ne yapmak istediğini soran Ali Efendi, “Sen git de komutanını yolla” cevabını alınca durumu hemen Bölük Komutanı Fahri Bey’e bildirmiştir. Fahri Bey’in doğruca evinden olay mahalline gelerek Derviş Mehmet ile görüştüğü ve amacını öğrenmek istediği görülmektedir. Derviş Mehmet ise Bölük Komutanı Fahri Bey’e, kendisinin mehdi olduğunu, dini yaydığını ve kendisine karşı koyamayacağı tehditlerini savurarak hakaretler etmiştir. Bu gelişmeler üzerine Bölük Komutanı tedbir almak üzere olay yerinden geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu olaydan cesaret alan Derviş Mehmet'in halk üzerinde etkisi de her geçen saat hızla artmıştır.

    Jandarma Bölük Komutanı, telefonla 43. Alay’dan askeri yardım istemiş ve Alay Komutanlığı da I. Tabur, 3. Bölük Komutanı İzmirli Hüseyin oğlu yedek subay Asteğmen Kubilay’ı bir müfreze ile olay yerine göndermiştir. Girit’ten göç eden bir ailenin çocuğu olan 1906 doğumlu Kubilay’ın asıl adı Mustafa Fehmi’dir. Terzi çıraklığı yaparken öğretmen olmayı istemiş, sınavları kazanarak 1926’da Bursa Öğretmen Okulu’ndan mezun olmuştu. Heyecanlı, atak bir genç olarak tanınmakta ve Atatürk’ün öncülük ettiği devrimlerin ateşli savunucularından birisiydi. Türk tarihinden de esinlenerek adına Kubilay’ı da eklemiş ve öylece anılmıştı. Alay Komutanlığı’ndan kendisine verilen görev üzerine, kışladan çıkarken silahını bile almayan ve emrindeki takımın erlerinde ise sadece manevra mermileri bulunan Kubilay, süratle olay yerine hareket etmiştir.

    Olay yerine gelen Asteğmen Kubilay, erleri kalabalığın yanında bırakıp yalnız başına isyancıların yanına gitmiş ve Derviş Mehmet’in yakasından tutarak sert bir sesle hemen silahlarını bırakıp teslim olmalarını istemiştir. Bu kez işin sıkıya geldiğini gören Derviş Mehmet ise tabancasını ateşleyip genç Asteğmeni yaralamıştır. Komutanlarının yaralandığını gören askerler manevra mermileri ile ateş açmışlar fakat mermilerin kendilerine bir şey yapmadığını gören Mehmet ve müritleri daha da cesaretlenmişlerdir. Bu kargaşa anında yaralanan Kubilay, yerden kalkıp yakındaki Gazez Camii avlusuna doğru koşmaya başlamış, ancak oraya ulaşınca tekrar yığılıp kalmıştır. Ne askerden ne de halktan bir yardım gelmediğini gören Derviş Mehmet müritleri, bunun üzerine yeşil bayrağın dibindeki torbasından testere ağızlı bir bağ bıçağı çıkararak Kubilay’ın üzerine saldırmışlar ve kısa bir mücadeleden sonra başını gövdesinden ayırmışlardır. Bununla da yetinmeyen Derviş Mehmet, Kubilay’ın kanını avuçlarıyla içmiş ve kesik başını bir iple sancağın direğine bağlayarak Menemen’i dolaşmaya başlamıştır. Olayın tanıkları mahkeme kayıtlarına da geçen ifadelerinde yaşananları şöyle anlatmaktadır: “… Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdinin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi. Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi’nin yanına gelerek zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk. Yaralı gencin sesi yalvarıyordu. ‘Kesmeyin beni!’ Mehdi ise; ‘Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin…’. Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay’ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak ‘Gördünüz mü? Kâfirlerin akıbeti işte budur’ diye bağırmaya başladı. Sonra, ‘Getirin bir ip!’ diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkânına koşarak ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar...” Daha sonra kalabalığın tekbir sesleri arasında Derviş Mehmet, “Kalkın ahali, Müslümanlığı kurtaralım” diye bağırmaya başlamıştır.

    Silah sesini duyarak olaya müdahale etmek isteyenler yalnızca genç mahalle bekçileri Hasan ve Şevki Bey olmuştur. İsyancılarla Bekçilerin çatışmasında isyancılardan birisi öldürülmüş, fakat iki bekçi de isyancılar tarafından şehit edilmişlerdir. Bu sırada Alay Komutanlığı, olayın bu boyuta erişmesinden endişelenerek daha güçlü bir birliği asilerin üzerine göndermiş ve komutanın “teslim ol” çağrısına, asiler “bize kurşun işlemez” diye ateşle karşılık vermişlerdir. Çıkan silahlı çatışmada Mehdi Giritli Derviş Mehmet, Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet ölmüşler, yaralanan Emrullah oğlu Mehmet ile Hasan adında diğer iki kişi ise, sokak aralarına kaçarken yakalanmışlardır. 

    Menemen’de yaşanan bu olay, tam anlamıyla laik hukuk düzenine ve Cumhuriyete karşı gerici bir ayaklanma niteliğinde gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bu irticai olayı Edirne’de öğrenmiş ve çok kızmıştır. 27 Aralık’ta ise TBMM Başkanı Kazım (Özalp), İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya) Beyler ile Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak), İkinci Ordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşalar, İstanbul’a giderek Dolmabahçe Sarayı’nda Gazi Mustafa Kemal’e olay hakkında ayrıntılı bilgi vermişlerdir.

    Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, 28 Aralık 1930’da orduya yayımladığı başsağlığı bildirisinde ayaklanmacılara ve onları alkışlayan kişilere duyduğu kızgınlığı şu sözlerle ifade etmektedir:

    “Menemen’deki gericilik olayında Yedeksubay Asteğmen Kubilay Bey’in görev yaparken uğradığı akıbetten ötürü, Cumhuriyet Ordusu’na başsağlığı dilerim. Kubilay şehit olurken gericilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkış tutarak olayı uygun bulduklarını belli etmeleri, bütün Cumhuriyetçiler ve vatanseverler için utanılacak bir durumdur. Vatanı savunmak için yetiştirilen, her türlü iç politikanın ve anlaşmazlığın dışında ve üstünde saygıdeğer bir durumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin vatandaşlarca yalnızca saygı ile karşılandığına şüphe yoktur...

    Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkûreci öğretmen topluluğunun kıymetli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, canlılığını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.”

    Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başsağlığı bildirisini Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi (Çakmak) Paşa, şu tamimle orduya tebliğ etmiştir:

    "Zabit Vekili Kubilay Beyin feci bir surette vuku bulan şehadeti münasebetiyle Reisicumhur Hazretlerinin ordumuza taziyetnameleri sureti aynen yukarıya dercedilmiştir. Bütün kıtaat ve müessesatta umum zabit ve neferler muvacehesinde merasimi mahsusa ile okunmasını tamimen tebliğ ederim. Yüksek ordumuz hakkında her vakit ızhar buyurulan ve bu defa da pek âli bir surette tecelli eden bu muhabbet ve hissiyatı âliyeye karşı ordumuzun lâyezal rabıta ve şükranları Reisicumhur Hazretlerine bizzat arzolunmuştur. Bu kahraman arkadaşımızın şehadetinden dolayı teessürlerimi ifade ederken, bu aziz şehidin ruhunu tebcilen zati taziyetlerimin de bütün ordu arkadaşlarıma iblâğını ayrıca rica ederim."

    Bu gerici olay, Atatürk’ten başlayarak hükümette, TBMM’de olduğu kadar basında ve kamuoyunda sert tepkiler doğurmuştur. 31 Aralık 1930’da Başbakan İsmet (İnönü) Paşa’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Menemen Olayı’nı sosyal düzene karşı bir ayaklanma niteliğinde görerek, “suçun Cumhuriyete karşı geniş kapsamlı bir düzene dayandığı hakkında kesin belgeler olduğu” gerekçesiyle Menemen ile Manisa ve Balıkesir merkez ilçelerinde bir ay süre ile sıkıyönetim ilan edilmesine karar vermiş ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na ise 2. Ordu Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa, Divan-ı Harp Reisliği’ne 1. Kolordu Komutan Vekili Muğlalı Mustafa Paşa atanmıştır. Yine aynı gün Denizli Milletvekili Mazhar Müfit (Kansu) ve 43 milletvekili tarafında, olayla ilgili olarak bir önerge hazırlanmış ve Meclis’e verilmiştir. Nitekim Hükümetin tavrının ne olacağı ve ne tür tedbirler alınacağına dair önerge ile konu 1 Ocak 1931 tarihinde TBMM gündemine taşınmıştır:

    “YÜKSEK REİSLİĞE
    Menemen’de tahaddüs eden irtica vak’ası Meclisi derin teessürlere garketmiş ve hadisenin doğrudan doğruya cumhuriyete müvecceh bir suikast olduğu anlaşılmakta bulunmuştur. Kahraman bir zabitimizin maruz kaldığı feci akıbet, haydutların bir kaç serseri veya esrarkeşten ibaret olmayıp mürettep ve şümullü ve irtica hareketi olduğu kanaatini vermiştir. Binaenaleyh Meclis büyük bir hassasiyet ve kat’iyetle vazifesini ifaya hazırdır. Evvelâ Hükümetçe hadise hakkında şimdiye kadar yapılan tahkikat safahatile netayicinin neden ibaret olduğu ve ne gibi tedbirler alındığı ve alınacağı hakkında Başvekil Paşa’nın Mecliste şifahen izahat ve malûmat vermesi için işbu sual takririmiz takdim kılındı efendim.”

    1 Ocak 1931’de Meclis’te soru önergeleriyle ilgili olarak Başbakan İsmet (İnönü) Paşa, Kubilay’ın şehit edilmesinden duyduğu üzüntüyü dile getiren, dinin siyasete alet edilmesinden ve bunun sakıncalarından bahseden şu konuşmayı gerçekleştirmiştir:

    “Hepimiz ailelerimizde yetiştirdiğimiz çocuklardan bir kurban vermiş olduk. Hepimiz bu kurbanda vatan için büyük ümitlerle yetiştirilen genç ve kahraman zabitlerden vatandaş eliyle feda edilmiş bir şehit gördük…

    Meselenin dini siyasete alet ittihaz eden safhasına nazar-i dikkatimizi tevcih etmeliyiz. Siyasette aranılan şey bir takım adamların ve bilhassa politikacıların dini, ahar fertlerin hürriyeti aleyhine ve devletin kanunları aleyhine bir vasıta-i taarruz olarak kullanmamalarıdır. Memnu olan şey budur. Hadisede görüyoruz ki cehaletleri bir kısmının cehaleti olabilir. Bir kısmının bilerek tasmimleriyle ve cümlesi din elden gidiyor bahanesiyle bu adamlar mütearrız bir istikamete sevk olunuyorlar. Bu hareketler devlet ve Cumhuriyet aleyhine fiilen tecavüze kast mahiyetindedir.”

    Başbakan İsmet Paşa konuşmasında, Bakanlar Kurulu'nun bir gün önce aldığı sıkıyönetim kararının gerekçelerini de açıklamış ve bu olayı üç aylık bir hazırlığın sonucu olarak göstermiştir. “Bu olay yüzyıllardır dini politikaya alet eden tüm hareketlerin bir yinelenmesidir. Bu zavallılar laikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler. Gerçekte ise çıkarlarını kaybetmişlerdir. Onu istiyorlar...” sözleriyle olayın muhalefetle (SCF) ilişkisinden söz ederek tahminlerde bulunmuştur.

    Başbakanın konuşmasından sonra, önerge sahibi olarak Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Bey söz almış ve konu ile ilgili şu konuşmayı yapmıştır:  

    "Arkadaşlar, Menemen Hadisesi hakkında vuku bulan sualimize Başvekil Paşa Hazretlerinin verdikleri cevaptan, beyanat ve izahatından Menemen hadisesinin ne suretle zuhur ve nasıl idare edildiğini ve tahkikatın neticesine ıttıla ettik. …Muhterem şehit Kubilay’ın ruhu müsterih olsun, onun ideali, onun mefkûresi olan Cumhuriyet ve inkılâbını kimse tevakkuf ettiremez. O daima yürüyecektir ve daima yürüyecektir. Çünkü efendiler, Kubilay gibi içinde binlerce kişi bulunan ve daima o karayılanın gırtlağına sarılacak ve daima ezecek ve zehrini saçamayacak bir hale sokacak bir gençlik vardır. Bütün vatandaşlar müsterih olsun ki Cumhuriyet rejimi ve inkılâp, tevkif edilemez, yürüyecektir, efendiler "

    Menemen Olayı ile ilgili sıkıyönetim kararını onaylayan Meclis, Korgeneral Muğlalı Mustafa Paşa başkanlığında bir askeri mahkemenin kurulmasını da uygun görmüştür. Bu arada 7 Ocak 1931’de Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa başkanlığında, Başbakan İsmet Paşa, Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa, Sıkıyönetim Komutanı Fahrettin (Altay) Paşa, İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya) ve Milli Savunma Bakanı Zekâi (Apaydın) Beylerin katıldıkları bir toplantı yapılmış ve Menemen Olayı bütün yönleriyle ele alınmıştır. Bu toplantıda olayın gerici nitelikte, düzenli ve siyasi olduğu görüşüne varılarak ilgililerin en sert şekilde cezalandırılması istenmiştir.

    15 Ocak 1931′de başlayan Divan-ı Harp Mahkemesi’ndeki duruşmalar sürecinde, olaya doğrudan veya dolaylı katılan sanıklar, “Anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme ve Mehdi Mehmet’in, mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri, tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri” suçlamalarıyla yargılanmıştır.

    General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divan-ı Harp Mahkemesi’nde 24 Ocak 1931 günü iddianamenin okunmasıyla yargılama süreci sona ermiş ve 29 Ocak 1931 günü Mahkeme, çoğu Giritli ve Rumeli göçmeni olan 105 sanıktan 37 sanık hakkında ölüm ve 41 sanık hakkında da çeşitli hapis cezaları vermiştir. Bu arada yaşları küçük olan bazı sanıkların cezalarının hapse çevrildiği görülmektedir. 6 sanığın ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıla (idama bedel hapis cezasına), diğer sanıklardan 6’sına 15 yıl, birine 12.5 yıl, 14′üne üç yıl, 20’sine bir yıl hapis cezası verilmiş ve 27 sanık ise beraat etmiştir.

    Divan-ı Harp Mahkemesi’nin kararı, 31 Ocak 1931’de TBMM’ne sunulmuş ve aynı gün Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlanmıştır. Komisyon, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 26. maddesine dayanarak 31 ölüm cezasından 28’ini onaylamış ve 2 kişinin ölüm cezasını da 2 yıl hapis cezasına çevirmiştir. Bir kişinin cezası da (Bozalan köyünden Görüceli Abdülkerim) infazdan önce eceliyle ölmesi nedeniyle kaldırılmıştır. TBMM Genel Kurulu, 3 Şubat 1931’de Menemen sanıklarının cezalarını onaylamış ve ölüm cezaları 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de yerine getirilmiştir.

    Divan-ı Harp Mahkemesi’nde yapılan yargılamalar sonucunda Laz İsmail’in İstanbul’daki Nakşibendi şeyhleri ile ilişkisi ortaya çıkmıştır. Şeyh Hoca Esat, Şeyh Halit, Hoca Saffet ve Hoca Esat’ın oğlu Mehmet Ali’nin ayaklanmanın hazırlanmasında etkin rol oynadıkları anlaşılmıştır. Menemen Olayı’nda bütün bölge halkının birlikte ayaklanması ya da politik merkezlerden gelen emirle düzenlenmiş bir ayaklanma niteliği görülmemişti. Bunun üzerine olayın gerici niteliği üzerinde durulmuş ve bu kaynaktan doğduğu anlaşılan olayın sanıklarının Manisa Hastanesi imamlığından emekli Laz İbrahim ile olan ilişkileri incelenmiş, onun da İstanbul Cibâli Tütün Fabrikası’nda Enfiye (Tütün Tozu) Eksperi olan Mehmet Ali ile tanışıklığı dikkati çekmiş ve Mehmet Ali’nin babasının Erenköy’deki köşkünde oturan Nakşibendi Şeyhi Kutbilaktap Erbilli Hoca Esat Efendi olduğu anlaşılmıştır. Olayın büyümesinde isyancılar kadar alkışlayarak kışkırtanların da etkisi olduğu sonucuna varılmış, hatta bu kışkırtıcılardan birinin Yahudi olduğu tespit edilmişti. Nitekim bazıları bu olayın bir Yahudi düzeni olduğunu bile iddia edeceklerdir.

    Menemen Olayı, çıkarcıların ve dini hisler sömürücülerinin tertiplediği bir gericilik hareketidir. Mahkeme safhasında olayın geniş kapsamlı olmadığı ortaya çıktığından yapılan uygulamalarla gözdağı vermekle yetinilmiş, idamlar gerçekleştirilmiş ancak Menemen’in boşaltılıp tüm Menemen halkının cezalandırılması yöntemine başvurulmamıştır.

    Çıkan olayla ilgili olarak 31 Aralık 1930’da bir ay süre ile ilan edilen sıkıyönetim, 28 Şubat’ta Balıkesir ve Manisa’dan, 8 Mart 1931’de de Menemen’den kaldırılmıştır.

     

    KAYNAKÇA

    Necdet Aykaç, "Yönetsel Alanda Değişimler ve Devrim Hareketlerine Karşı Gerici Tepkiler “Serbest Cumhuriyet Fırkası - Menemen Olayı”". Atatürk Yolu Dergisi 11 (2009 ): 581-625

    Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, 2. B., İstanbul, Hürriyet Vakfı Yay., 1986, s. 613-614. 

    Erdoğan Teziş, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, İstanbul, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Mezunlar Derneği Yay., 1977, s. 70-72. 

    Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839-1950), 2. B., Ankara, İmge Kitabevi, 1999.

    Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C. I-II, İstanbul, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, 1973, s. 44.

    Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (1924-1930), Ankara, Başnur Matbaası, 1972.

    Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Yeni Türkiye’nin Oluşumu 1923-1938, 3. Kitap, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1995.

    Vehbi Tanfer, “İrtica Olayları Karşısında Atatürk”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. VI, No. 17, (Mart 1990) s. 318.

    Hâkimiyet-i Milliye,”Menemen Hadisesi”, 25 Kanun-u Evvel (Aralık) 1930, Perşembe, No.3395, s. 1; Hikmet Çetinkaya, Kubilay Olayı ve Tarikat Kampları, 4. B., İstanbul, Çağdaş Yayınları, 1997, s. 16. 

    Çağlar Kırçak, Meşrutiyetten Günümüze Gericilik, s.291-292, 302.

    Cemalettin Saraçoğlu, “Menemen İrticai Adı Altındaki Cinayetin Esrar Dolu İç Yüzü”, Tarih Konuşuyor, C. 5, No. 29 (Haziran 1966), s. 2513. 

    Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Dergisi, “Cumhuriyetin 75. Yıldönümünde Polis Arşiv Belgeleriyle Gerçekler”, Özel Sayı, No. 129, (Eylül 1998). 

    Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi, “Menemen Olayı Keşif Zabıt Varakası”, 23 Aralık 1930, D. 1, F. 1-1.


    Yorumlar (1)
    • Güzel bir yazı emeğinize sağlık. Lakin küçük bir anekdot bu olayların mimari bizim meşhur Mehmet Ali Erbil'in büyük dedesi:)))

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.