Advertisement
Advertisement

Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Cobalt Blue

Yeni Queer Sinema İncelemeleri: Cobalt Blue
  • 3
    0
    0
    0
  • Hint film endüstrisinin Marathi sinema piyasasında güçlü bir isim olan, Nirop (2007) ve Gandha (2009) filmleriyle uluslararası izleyicinin beğenisini kazanan yönetmen ve senarist Sachin Kundalkar'ın yine uluslararası piyasaya oynadığı Netflix yapımı Cobalt Blue filmi, yönetmenin alışılagelmiş mistisist ve spiritüel hikâye anlatım tavrını sergiliyor. Filmin sinematografisini çıkartırken pre-prodüksiyon dönemini incelediğimde biraz şaşırdım açıkçası. Yönetmen Kundalkar 2013 senesinde Kobalt Mavisi isimli drama türünde kaleme aldığı romanıyla film endüstrisinden takındığı başarılı hikâye anlatma araçlarını yazı diline aktarmış ve başarılı bir tiraj kazanmıştır. Ardından yazdığı kitabı diyalog senaristi (ve kendisini 2010 yapımlı bir film şaheseri olan Udaan filminden de tanıdığımız) Satyanshu Singh ile senare etmiş ve karşımıza bambaşka bir sinematografi çıkarmıştır.

    Filmin kamera arkası başarısını bu kadar yüceltmişken ateşi hiç dindirmeden başrol oyuncusunu da anlatmak istiyorum. Tanay rolüyle karşımıza çıkan ve ilk oyunculuk denemesi olan biyoloji doktoralı Dr. Neelay Mehendale. Asıl mesleği olmamasına ve fakat sanatın pek çok alanıyla alakadar olmasıyla bu rolü başarılıyla resmettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Queer sinemalarda başrol oyuncularının değerini önceki birçok incelemede anlattığım üzere izleyiciyi filme ve hikâyeye bağlayabilecek ve genel takınılan drama temasını hissettirebilecek bir oyunculuk, kesinlikle filmin rating'i için önem arz ediyor. Ben Queer sinemalarda başrol oyuncularına "resmetmek" eylemini yakıştırıyorum. Oyunculuk, hikâye anlatımı, popülarite vb. detaylar her ne kadar önemli de olsa asıl beklentim izleyicinin kendini görmesi ve hikâyeyi içselleştirmesiyle filmi kabul etmesi. Çünkü Queer sinema denilen birikim yaşanmışlıkları ve yıpranmışlıkları anlatan bir kuramlar bütünü benim nezdimde.

    Filme geri dönmek gerekirse aslında bu incelemede oyunculardan ve sinematografik geçmişlerinden çok bahsedemeyeceğim çünkü Hint sinemasının aktör profillerine ve gelişim endekslerine hâkim değilim. Fakat ismi olmayan ve film süresince “ödeme yapan misafir” olarak adlandırılan Prateik Babbar, kesinlikle oldukça çekici ve rolüne bu çekiciliği güzel bir oyunculukla performans sanatına dönüştürmüş. Hakkını verdiysek şimdi esaslı noktalara geçelim.

    Hindistan’ın Marathi bölgesinde geçen filmde tamamen geleneksel detaylar ve realist mekân seçimleri kullanılmış. Bunun hikâyeleştirme sürecinde bir eleman olarak kullanıldığı aşikâr. Bu sayede film görüntü yönetimi ve kamera üslubuyla anlatmak istediği konu üzerinde çok daha az efor sarf ederek izleyicinin zihnine doğrudan temas ediyor. Özellikle uzun tasvirli ekran süreleri, yüzey-detay kareleriyle yorum yaratma çabası, son sahnelerden filmin başında kareler paylaşılması doğrudan izleyiciyi yönlendirme ve anlatılmak istenene ilgiyi çekme üzerine kurulu bir kurgu şeması olarak karşımıza çıkıyor. Zaten Hindistan’ın mistik aurası bilinen bir ön yargı olduğu için uluslararası izleyiciye hitap etmek isteyen bir ekibin bu ögeleri sıkça kullanması oldukça akıllıca.

    Müzikler harika, bakın gerçekten harika diyorum. Bunu ben söylüyorum. Müzikler o bildiğimiz Bollywood şakşakları gibi asla değil. Daha nahif ve kulağı gözle kontak kurmaya zorlayan bir eşzamanlılık içeriyor. Bazen sahnelerde filmden koparan, sizi düşünceye boğan melodiler kullanılarak belki hikâye tehlikeye düşürülmüş diyebilirdik fakat sahne kurgusu bu tehlikeyi araçsallaştırmış ve bize bizim hikâyemizi düşünmek için yumuşak anlar tanımış. Bunu bunca zaman izlediğim Queer filmlerde görmeme rağmen nedense Cobalt Blue için çok daha uygun bir üslupmuş gibi geldi. Sanki “cuk” diye oturmuş.

    Tanay’ın kendini anlamlandırma çabasını birebir izlediğimiz süreçte kardeşi Anuja’nın detaylandırmalarıyla aslında bir giriş-gelişme ve sonuçlar bütünü izliyoruz. Tanay önce kendini tanımlama konusunda kaygısı olmayan, bulunduğu kastın ona sağladığı konforla rahatça yaşayan genç bir edebiyat öğrencisi. Öğretmeninin ona karşı ilgisini hisseden ve çevresinde gördüğü tek Queer temsil olması nedeniyle öğretmenine yakınlaşan bir giriş karakter gelişimi izliyoruz. Ardından evlerine gelen kiracıyla birlikte daha fazla olduklarının bilincine varıyor ve ilgisini o yöne doğru çekerken öğretmenine veda ettiği ve olgunlaştığı bir gelişme karakter süreci izliyoruz. Bunların hepsi yaşanırken aslında biz Tanay’la birlikte hikâyeyi de izliyoruz. Bu işleme şekliyle başrol aslında filme içkin bir yapıda kullanılmış. Kesinlikle adına aşina olduğumuz yönetmenlerin ve prodüksiyonların kullandığı bu yöntemi bir Hint sinemasında izlemek beni ayrıca etkiledi. Tanay’ın karakter gelişimi tamamlanırken çeşitli olaylarla hikâye detaylandırılıyor fakat bu detaylar asla bizi süreçten dışarı çıkarmıyor. Tanay’ın uluslararası yazarlık programına kabulüyle birlikte sadece o değil, hikâyede olgunlaşıyor. Artık şapşal aşık başrolün ateşli dakikaları ya da Anuja’yla paylaşamadığı yakışıklı kiracıları değil mesele. Bu süreçten sonra izlediğimiz başarılı son sahneler, sanatsal anlatımlar ve duygu dolu kareler bir bütün hâlinde izleyiciyi etkisi altına alıyor.

    Oyuncular genel itibarıyla Marathi kültürünü, kast sistemini ve cinsiyet stereotiplerini güzel aktaran performanslar sahnelemiş. Fakat dikkat çekmek istediğim ve filmi izlerken beni rahatsız eden bir detay var: İzleyiciye tabii ki anlatmak istediğiniz olayı vurgulayacaksınız ve anlatım sizi tatmin edene kadar tekrar edeceksiniz fakat bu tekrarlar sizi filmin ve hikâyenin sürekliliğinden koparıyorsa artık bu senaryoyu biraz rezil etmek oluyor. Bunu neden söylüyorum çünkü Anuja rolüyle maskülen kız kardeş anlatımını göze soka soka ve bazı olaylarla rolünü pekiştirerek sanki başrol Anuja ve her şey onun çevresinde dönüyormuş gibi bir yanılgıya düşürüyor insanı. Tamam, Anuja’da kısmen başrol diyebiliriz fakat burada asıl olayı destelemek için ona başvurulduğu aşikâr. Bu nedenle ben onun çevresinde şekillenen anlatımdan bazen çok boğuldum.

    Son olarak incelemeyi çok uzatmadan şuna da değineyim: Asya sinemasında Queer anlatım son zamanlarda oldukça başarılı bir ivme kazanmış gibi görünüyor. Özellikle Batı sinema endüstrisinin çıraklık dönemi yapımları göz önüne getirilirse Asya sineması ve tabii ki Hint sahası bu çıraklık dönemini Batı’yı izleyerek atlatmış ve şu an orta-üst segmente oynayan bir profille yapımlar çıkartmaya devam ediyor. Cobalt Blue bir muadilse kesinlikle Call Me by Your Name klasmanına yakın bir muadil. Eğer bambaşka bir seviyeyse o hâlde Queer sinema skalasında kesinlikle üst sıralara yazılabilir.

    Sizlere veda ederken filmde kullanılan analojiyle bitirmek isterim; Pablo Neruda aslında hiç yoktu, Pablo’nun saklanışı Tanay’ın kimlik arayışıydı. Onu hiçbir zaman suyun yüzeyinde göremezdik çünkü o zaten hep görmeyi bekleyendi.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.