Deprem.. Tüm dünyanın jeolojik yapısı ile ilişkili olan bir doğa olayı olarak bilinir. Türkiye de fay hatlarının yoğunlukta olduğu bir ülkedir. Buna karşılık alınacak önlemler depremin verebileceği hasarı belirlemektedir. Yaşadığımız 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş (ve diğer 10 vilayeti etkileyen) deprem sonrasında alınması gereken önlemler, deprem politikası ve herhangi bir afet anında devreye girmesi gereken mekanizmaların ve yönetiminin de önemi gözler önüne serilmektedir.
7.6 büyüklüğünde 7 km derinliğindeki depremin hasarı çok büyük olmuştur. Ve gün geçtikçe ölü sayısı artmaktadır. AFAD’ın son verilerine göre 16.02.2023 09.00 itibariyle ölü sayısının 36.187 kişiye ulaştığı ve 108.68 kişinin ise yaralandığı bildirilmiştir. Aynı zamanda yıkılan bina sayısı ise 15.02.2023te yayınlanan verilere göre şu şekilde:
· “Nurdağı ve Islahiye, Gaziantep: 1000
· İlçe merkezleri dahil Hatay: 1750
· Kahramanmaraş şehir merkezi: 1000
· Adıyaman şehir merkezi: 650
· Malatya şehir merkezi: 461
· Osmaniye şehir merkezi: 100”
Sayılar ne kadar söylemesi kolay ve küçük gibi görünse de bunları gözde canlandırınca bir veya birden fazla şehrin yerle bir olup yıkıldığını görmek ve anlamak pek de zor değil. Yıkılan binalar aynı zamanda ölen 10 binlerce kişi, yok olan binlerce aile demek. Güncel haberleri dinlemek bile hayatların ne kadar kolayca sönebildiğini, insanların yaşam haklarının ne kadar kolay ellerinden alınabildiğini gösteriyor. Böyle söylememin sebebi deprem öncesi, sırası ve sonrası sürecin doğru yönetilmemesiyle alakalı.
Deprem öncesi süreç daha çok binaların deprem yönetmeliğine uygun olup olmaması ve kentsel dönüşümün ne kadar faydalı bir şekilde yapıldığı ve risk oranının ne kadar azaltılabildiği ile alakalı. Tabi ki deprem öncesi olan hazırlık sürecinde deprem çantası hazırlama, deprem sırasında yapılacak şeylerin eğitiminin verilmesi gibi detayları da kapsar. Ama eğer binalar hazırlıklı olursa bizim ne kadar hazırlıklı olduğumuzun pek anlamı kalmayabileceğini söyleyebilirim.
Kentsel dönüşüm, kentsel yapılardaki ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşulların bozulmasına geliştirici, birleştirici ve iyileştirici uygulanan politika ve stratejilerdir. İnsanların yaşadığı mekanların refahını ve konforunu sağlamak asıl amaçtır. Bu yüzden gerekli testlerden ve denetlemelerden geçen binaların düzeltilip düzeltilmeyeceğine karar vererek kentsel dönüşüme konulmalı. Aynı şekilde sıfırdan yapılan yapılarında bunlara uygun bir şekilde orta konulması gerekir. Ancak günümüzde sadece rant amaçlı üretilen yapılar, şehir planlamasına aykırı projelerin yapılması vb. durumlar depremden sonra alınabilecek hasarı arttırmaktadır.
Bu yüzden deprem sırası ve sonrası yapılacaklardan önce kentin düzgün kurulması, afet sonrasında toplanabilecek alanların fazlalaştırılması daha iyi bir politika olacaktır. O alanların imara açılmaması büyük bir önem arz etmektedir.
Biliyorum ki tarih tekerrürden ibaret ve yapılan hatalarda yaşanacak afetlerde tekrar edecek. Yaşadıklarından ders çıkartamayan bir yönetime sahip oldukça daha çok hayatlar sönecektir. Denetimsizliğin verdiği hasar daha çok can almaya devam edecektir.
Değinmek istediğim bir nokta da deprem sorasında gerek haber kaynaklarının gerek siyasilerin gerek de sivil bazı insanların takındığı tutum ve bakış açısı. Afet olaylarına “felaket”, enkazdan çıkan insanlara “mucize”, yapılan eleştirilere “siyasetin sırası değil” şeklinde söylemlerde bulunulması toplumun depreme ve bazı yönetmeliklere olan bakış açısını yanlış yönde değiştiriyor. Mucize denen kurtarışlar aslında olması gereken şeyler. Evet o kadar süre insanın enkaz altında yaşıyor olması insana mucize gibi gelebilir ama bunu söylemek bu kötü durumu romantize etmek olur. Deprem sorası oluşan hasarların hepsi ülkenin uyguladığı politikaya dahildir. Binaların denetimi, yapılırken ki işlenen süreç bunların hepsi bakanlıkların kontrolüne bağlı olan şeylerdir. Bu yüzden onları eleştirmekte siyaseti eleştirmektir ki bu da olması gerekendir. Bir ülkenin yönetimi eleştirilmezse gelişemez, ilerleyemez ve refah içinde yaşayabilmek söz konusu bile olamaz. Aynı zamanda depreme felaket diyebilmek için deprem sonrasında ki ekonomik, toplumsal, çevresel faktörlerin göz önünde bulundurulması gerekir. Felaket olan deprem değil, depremin bıraktığı fiziksel hasardır ve bu da yine yönetimle doğrudan ilişkilidir.
Sadece depreme değil olabilecek tüm “doğal” afetlere karşı tutumumuzu seçmek bizim elimizde ve nasıl yönetilmek istediğimiz de bizim elimizde. Görevini yapması gerekenlerin yerine tüm maddi ve manevi desteklerin toplumun içinde kendi haline bırakılması hatadır. Faydasının olduğu kadar kaos ortamı yaratmasına da sebep olabilir.
Bu depremden dolaylı veya doğrudan yaşayan herkese geçmiş olsun dileklerimi yolluyorum.
Yorum Bırakın