Küçük lokmalar yaşarken boğazıma takılan tüm taşlar
Sıvası dökülmüş; yanı sıra terk de edilmiş bir evin
Tuğlası eksik duvarında olmalı.
Geçmişinden pek ümidi olmayan şu yaşlı portreye de bir bak!
Kenarına incecik kum taneleri biriktirmiş, hep sudan kaygılarla.
Kırk yıldır çürüyen bir tablo değilmiş gibi sanki
Kalan son parçasında
Bir adamla bir kadın gülümsüyor aradan.
Eskinin batıl inançları
Yalancı baharla kandırmış ağaçları
En güzelinin
Kör testere ile korkutup dallarını,
Dilekler bağlamışlar
Zavallı ağaç.
Yine insanların zahmetsiz beklentilerine kurban gitmiş olacak
Denizler de böyle kurumuştu sakince,
Sessizce.
Şişeler içinde gönderilen “şuraya buraya mektuplar”
“Falancadan filancaya…”gelecekten başka satırlar.
***
Ufaktan sızı beliriyor tenimde.
Ellerim üşüyor bir kitabı yabancılarken
Ceplerimde başka bir ayaz,
Cahiliyeden bir avuç kar.
Tanısam buraları,
Gezsem, dolaşsam…
Mesela bu müziğin içinde uyansam geceleri
Şu uçurtmaların rengine aldansam
Ya da boş ver
Beyaz kâğıdın üstüne en güzel üç satırı yazsam
Isınır mı ellerim?
Yine, yine, yine
Yine rüyalar peşimde
Biraz tekinsiz, biraz tozlu
Ama sanma özensiz.
Yıldırımlar düşer gibi çatısına evlerin
Çoğu gürültülü.
Hiç yaşamadım insanların siyah beyaz gördüğünü sandığım o zamanları
Ama fotoğraflar izin vermiş olacak
Sanki yetmişli yıllar, öyle, sanıyorum…
Kiminde koltuk ebatlarında bir radyoda - rüya olduğu nasıl da belli - Cem Karaca dinlenir,
Kiminde kırklık ampul ile aydınlanamayan bir ev,
Kiminde sonuna gelinen çok aydınlık, çok kalabalık akşamlar,
Ve değişmeyen yegâne şey:
Bana kırgın, sitemli yüzün.
Nedendir bana
Düşlerimde bile bu kırgınlığın?
***
Kolay yetişmiyor her yeşil dalından
Anlamam botanikten falan;
Ama şaşkınca,
Kurak bahçeme rağmen açmış inci çiçeği.
Gözleri korkuyla açılmış günışığı,
Ne çok ister nemli buluttan bir teselli.
Uyumak ister gözlerim
Hep özlemini duyduğum bir yaz öğlesinde.
***
İzin yoktu tembelliğe, tarihin tekerrür raddesinde
Her biri görevini bilir,
Sabahın köründe, “erkenden” uyumazdı örneğin.
Hayat yine olağan sürecinde devam eder;
İşi olan işine, okulu olan okuluna gider
Yeni yazılar karalanır
Bir bebek doğar
Bir yaşam sona erer
İşte sonra bir göktaşı düşer; günahlar, kırgınlık ve yalnızlıklarla dolu gezegene
O meşhur zaman çizelgesine bir çentik daha.
Ama tüm bunlar, umurunda mı
O geçmiş yazı özleyen dünya vatandaşının?
Ona tanıdık birkaç nota hediye et;
Tanıdık kokular,
Tanıdık mekânlar,
Evvelsiden birkaç fotoğraf
Ve tanıdık sıcaklar yolla.
Kumdan kaleler, renkli kediler, gelir geçer, mevsimler...
En eski tapınaklara şahit olmuş coğrafyalarda aranmış gizemler.
Hiç gezip görmedim,
Merak etmiyor değilim;
Arayıp sormadım da oraları ama
-Bir duysan sen de bilirsin-
Eskilerden bir feryat koptu ki…
Kendi kendine,
Kıssa anlatmaya başladı,
Mezopotamya’dan bir adam:
“Eski’den Yıllar Önce”
***
Ve bilmiyorum yaşamın sırrını,
Kelime anlamını,
Rüya tabirlerini.
İlk insanın hiç bilmezliği ve merakı arasında
Takılıyor gördüklerim.
Bereketli toprakta bir yerde hem de
Antik günlerde kazınmış olmalı mermere yüzün
Ama anlamıyorum hâlâ;
Hayal mi, gerçek mi güzün?
Güzler, masalda güzeldi önce.
Ay'a resimler çizildi
Sonra;
Çocuklar, kovuldu parktan
Sahte tanrılar yarattı Helen
Sakladılar saatleri
Esir zamanlar bize kaldı.
giray
Yorum Bırakın