Varoluşumuz bu zamana dek olmadığı, olamayacağı birine dönüşmekten korkar, aynı zamanda bu korku onu ayakta tutar; çünkü insan, sürekli olmadığı birine dönüşen ve böylece hiçbir zaman olduğu şey olarak kalamayacak olandır.
Sonsuz ihtimallerden tek bir ihtimalin olasılığı nasıl ayakta tutarsa dünyayı, belirsizlik de varoluşumuzun ayakta kalmak için kullandığı güçtür.
İnsan, tabiri caizse dünyaya istemsiz atılmış olmasıyla beraber, düştüğü belirsizlik çukurunun içinde debelenmekle meşhurdur, oysa belirsizlik bir şekilde hayatta ve güçlü kalmak için gerekli olan şeydir.
Belirsizliği sürekli yakınılan, yalnızca varoluşun farkında olduğu varoluşa özgü bir durum olarak tasvir edelim, bir anlığına belirsizliğin insanın elinden alınacağını, yerine belirliliğin -yani insan için her şeyin belirlenebileceği bir yaşamın- verileceğini düşünelim; böyle bir yaşamda insanın kendi zihnine dayanabilme ihtimali ne olurdu? Çok açık bir şekilde insan zihni bilme isteğiyle doludur, bu durum insan zihninde “neden-sonuç” döngüsü oluşturmaya yetip artar, varoluş bu döngünün dışına çıkmaya çalıştığında ise başlangıçsız ve sonsuz bir şey düşünmek için sınırlarını zorlar. Sonsuzluk arzusu, diğer yandan sonsuzluk korkusu (insan zihnince bilinemeyeceği için belirsizliğin korkusu) olarak hep geri döner, varoluş böylece sık sık kendi duvarlarına çarpmış olur.
Yalnızca varolanlar için geçerli olduğunu düşündüğümüz zaman kavramı, canlılığın ve canlılığın bir sonu olmasının doğal bir akış olduğunu, bu doğal akış içinde bizim de doğanın bir parçası olarak -lakin inandıklarımız doğrultusunda yeryüzündeki gücün bizde olmasıyla beraber- yaşıyor olduğumuzu, kısaca her şeyin olması gerektiği gibi lehimize olduğunu düşündürür bize. Oysa belirlenen bir yaşamda zamanın önemi kalmaz, yarın öleceğini ve ölümünden sonra ne olacağını bilen insanın bu dünyada kendi sınırlarında kalması için hiçbir sebep yoktur. İnsan, sınırları olan ve o sınırlarla yaşaması gerekli olduğu kabul gören bir varoluştur. Aksi durumdaki bir varoluş normalin dışına atılacağından, kendisine delilik, çılgınlık, hastalık atfedilir ve bu söylemler her düşünüşte kendini yeniler.
Belirsizliğin ortadan kalktığı durumda da aynı şey geçerlidir, zamanın içinde yaşamaya mahkum ve aynı zamanda kendi zamanın getireceklerini bilen insan normalin dışına çıkar. insan beyni bilmek ister ve buna rağmen belirsizden beslenir.
Kendini, sınırlarını, sınırsızlığını, zihninin gezinebileceği yerleri fark eden, varoluşsal bilincini arayan ve oraya ulaşan insan bilmeye ulaşmış olur. Bu durumda ilk olarak Kierkegaard’ın vurguladığı “öznel hakikat” kavramını yeniden düşünmek gerekir. Hakikat, hakikaten de öznel bir durumdur. Öyleyse insan öznelliğine ulaşarak, ben’i belirler, sürekli ben’e ulaşarak da kendi yaşamının, dolaylı olarak da toplum yaşamının belirleyicisi olarak varolur.
Sabiha Koçak
@ssabihakocak
Yorum Bırakın