Estetik kaygılarmız primat atalarımızdan beri süre gelen bir geçmiş kültüre dayanmaktadır. Güzelliğin göreceli olduğundan bahsederiz fakat küresel bir estetik yargı kalıbımız daima vardır. Nasıl ki Roma imparatorları kendilerini adonisli, geniş omuzlu, zarif tasvir ettirmek için bir uğraş edinmişse, günümüzde de biz bu geleneği sosyal medya filtreleri ile sürdürmeye devam ediyoruz. Yani faceApp kullanan bir insan, çılgın Roma imparatoru Caligula ile ortak bir kaygıya sahip. Fakat estetize edilmenin doyuma ulaştığı noktalarda var. Yüksek rönesansın başlangıcıyla birlikte figürler, tanrısallaşan formları ile en idealize boyutlara ulaşmaya başlamıştır. Özellikle Da Vinci mükemmelliyetçi yaklaşımı ile kusursuz tasvirler oluşturmuştur. Estetik yargıların bu kadar mükemmel bir düzleme oturması daha sonra ki sanat dönemlerinde asimetrik yapıya kaymamıza olanak sağlamıştır. Yani estetik ve mükemmeliyetçi doyuma kavuşan sanatçılar, hazlarının ötesine geçerek eserlerini asimetrik, oransız, deforme şekilde tuvallerine yansıtmaya başlamışlardır.
Modern sanat ile birlikte sanatta estetik yargı tamamıyla yön değiştirmeye başlamıştır. Benzeri bir durum moda cemiyetinde de yaşanmıştır. Moda katalog ve defilelerinde ideal vücut yapısına, simetrik kusursuz yüz hatlarına göre mankenler boy göstermiştir. Toplum kamuoyu da bu kusursuzluğu referans alarak kendi güzellik algılarını şekillendirmeye şartlandırılmıştır. Fakat resim sanatında yaşanan doyum, moda da zamanla sıradanlaşmış ve kısırlaşmıştır. Markalar zamanla tek tipleşen manken prototip ideolojisinden kendisini kopararak manken seçimlerinde inovasyon sürecine girmiştir. Ünlü markalar, manken seçimlerini yaparken dezavantajlı bireyleri reklam yüzü olarak kullanmaya başlayarak, albino, virtilgo vs. gibi cilt hastalıkları olan insanları kullanarak farkındalık yaratma amacı benimsemiştir. Bunun dışında farklı etnik kökenli ve kilo standart kalıplarının üstünde olan insanlar manken olarak kullanılmıştır. Yapılan tüm bu sosyal farkındalık ideoloji metotları her ne kadar olumlu gözükse de bu ideolojinin yalnızca bir yanılsama olduğunu gizleyememiştir. Kullanılan mankenlerin yine belirli bir estetik kaygı standartında oluşturulduğu, idealize olmayanın estetize edildiği ve ciddi patolojik sorunları olan kişilerin dışarda tutulduğu görülmüştür.
Cannes (2022) Film Festivali'nde gösterime giren ''İlgi Manyağı''(Syk Pike) filmi, Thomas ve Signe çiftinin yaşamına odaklanıyor. Thomas'ın yaptığı enstalasyon çalışmaları ile son zamanlarda çevresi tarafından başarılı görülmesi ve Signe'nin bu durum karşısında narsist benliğine yenik düşerek, ilgileri Thomas'ın üzerinden kendisine aktarmayı planlamasıyla oluşan film, Signe'nin kendi imaj kültünü yaratmasıyla devam eder. Signe, ilgileri üzerine çekmek için çalıştığı kafenin önünde kadının köpek saldırısına maruz kalması olayını kendi merkezine alır. Olay yerine gelen polislere ve Thomas'a yaşananları anlatırken konunun merkezine kendi koyması ile başlayan olaylar, Signe'nin kendisini bir imaj kültü oluşturmasının başlangıcı olur.
Tehlikeli bir ilaç kullanan Signe'nin yüzü patolojik bir hale gelir ve kendi performans sanatını, imajını oluşturur. Deforme olan yüzü tabi ki giyim markaları tarafından dikkat çeker ve Signe'nin katalog yüzü olması için teklif gelir. Dezavantajlı grupları metalaştıran moda tasarımcılarını baştan çıkaran Signe'nin yüzü, modanın sözde toplumsal farkındalık kisvesi altında yatan mutlağı ortaya çıkarır. Çünkü Signe'nin yüzü günden güne daha trajik bir hal alır ve modacılar tarafından sömürülen idealize yapının dışına çıkar. Artık katalogları süsleyebilecek yüzü olmayan Signe, sanat simsarları tarafından aforoz edilir. Moda simsarları, kapitalist endüstiri bağlamında dezavantajlı olan insanları araç olarak kullanarak, topluma karşı duyarlı bir portföy çizmeye çalışırlar. Fakat bunu yaparken toplumsal farkındalık ideolojisinin altında, mutlak özneleri olan estetiğin yeniden üretimini sağlamayı sürdürürler.
Yorum Bırakın