Geçtiğimiz sene The French Dispatch filmi ile izleyicinin karşısına çıkan Wes Anderson, 76. Cannes film festivali kapsamında yeni filmi Asteroid City ile 6 dakika boyunca ayakta alkışlandı. Altın palmiye için yarışan film ödülle dönememenin yanı sıra eleştirmenlerce de pek olumlu yorum alamadı. Hikayesini Wes Anderson ve Roman Coppola'nın yazdığı filmin kadrosu mütevazı diyemeyeceğimiz Hollywood yıldızlarından oluşuyor. Oyuncu kadrosunda Scarlett Johansson, Tom Hanks, Tilda Swinston, Edward Norton, Bryan Cranston ve sayamadığımız yıldızlarla bezeli olan film, karmaşık kurgusuyla izleyiciyinin iyiden iyiye başını döndürüyor.
Kurgusal bir mekan olan Asteroid kasabasında geçen film, ikinci dünya savaşının sonrasında, soğuk savaş döneminde geçmektedir. Kıdemsiz yıldız gözlemcileri ve askeri uzay öğrenci kongresinin düzenlediği etkinliğe, ülkenin çeşitli bölgelerinden çocuklar ve aileleri katılım gösterir. Akademik çalışmaların sergilendiği ve bilimsel konuşmaların gerçekleştigi etkinlikte her şey olağan seyrindedir. Fakat program yapılırken bir anda ortaya çıkan uzaylı, kaotik bir ortam yaratır ve birbiri ardına olaylar yaşanmaya başlar. Yaşanan bu spesifik olaya, ordunun müdahil olmasıyla birlikte kasaba yasak bölge ilan edilir.
Film ikinci dünya savaşının ardından muhtemelen Eisenhower döneminin nükleer ve bilimsel aksında ilerleyen zaman dilimini içeriyor. Film; çöl, kaktüsler, bulutsuz mavi gökyüzüyle, sıcak güney kesminin panoramasını sunuyor. Bu güney kasabasında her ne kadar birbirinden absürt olaylara tanık olsak da, film duygusal yanı ile de izleyiciyi etkiliyor. Midge ve Augie'nin ikili konuşmaları, filmin gerçeküstü anlatısının içerisine tıpkı kasabaya inen uzaylı gibi düşüyor. İkilinin pencere konuşmaları filmin en etkileyici sahnelerini oluşturuyor.
Film, pop artın ortaya çıktığı dönemlerde geçmesiyle, Amerikan yaşam formlarının vitrinini sunuyor; televizyon, tipik Amerikan ev mimarisi, arsa dahi satan otomatların bütünü soğuk savaş döneminde Rusya komünizmine karşı cezbedici bir kumpanya oluşturuyor. Film, uzaylı mit popülerliğinin revaçta olduğu ve soğuk savaş döneminin paranoyasını iç içe geçiriyor. Çocukların pedagojik eğitiminde önemli bir yere sahip bilim çalışmaları, Amerikan hükümetinin kutuplaşmanın getirdiği paranoyanın kaygısını gözler önüne seriyor. Kullanılan renk efektleri, karakterlerin retro giyim tarzı, lüks arabalar ile Amerikan rüyası görünümü içeren film, aynı zamanda bu rüyanın altında yatan Amerikan toplum değerlerinin olumsuz yanlarını yansıtıyor. Kusursuz görsel düşlerin içerisinde kulağa çalınan sinek sesi, düşlerin altında yatan gerçekliğin bir tezahürünü yansıtıyor.
Film mizahın yanında örtük bir biçimde yaşamın anlamına dair sorgulamalar içeriyor. Sinematografinin kusursuz olduğu, görsel şölen sunan filmde, ara ara duyduğumuz sinek sesleri, izleyici rüyadan çekip çıkararak bir düşünceler bütünlüğüne götürüyor. Hayatın beyhude olduğu kadar anlaşılması güç olduğunu hissettiren film, anlam sorgulamasına ve insanın hayatında nihai amacının ne olduğunu mercek altına alıyor. Zaten film de anlamsal bir kaygı gütmeden akışın içerisinden absürt, camus-vâri bir hikaye sunuyor.
"Hayatın anlamdan yoksun olduğunu kasvetli bir biçimde ileri sürmek, onun bir anlamı olabileceği yanılsamasının tutsağı kalmaktır. Peki ya hayat, bu terimlerin herhangi biriyle söz edebileceğimiz bir şey değilse? Eğer anlam insanın meydana getirdiği bir şeyse dünyanın kendi içinde anlamlı ya da anlamsız olacağını nasıl umabiliriz." (Eagleton, 2017:90)
Wes Anderson retrospektifinde sıklıkla alışık olduğumuz canlı renk paletleri, simetrik kamera açıları, absürdizm ve masalsı mekan tasarımı bu filminde de devam ediyor. Kendine has hikaye anlatım diline başvuran Anderson, tiyatral efektle 50 li yılların nostaljik dokusunu iç içe geçirerek, izleyiciye özgün bir sunum yaratıyor. Film bu diyalektik ayrımı siyah beyaz geçişlerle betimleyip oyuncuyu bütün yalınlığıyla mercek altına alıyor. Tiyatral disiplini sinema ile menteşeleyen film, kurgusal olarak da ince elenip sık dokunuluyor. Sinematografi zenginliğinden ödün vermeyen hatta The Grand Budapest filminden sonra en iyi örnek olabilecek Anderson filmi Asteroid City, hikaye zenginliği açısından ise sınıfta kalmışa benziyor. Asteroid City katmanlı hikaye anlatısı ve mizah-dram harmanlamasıyla tipik Anderson filmi olsa da, önceki filmlerine göre sağlam bir metin üzerine oturduğu söylemek oldukça zor.
Yorum Bırakın