MENTAL ÇÖKÜNTÜ BUHRANINDAN, KARGAŞADAN VE KAOSTAN OLUŞAN BİR HİKAYEYİ JOAQUIN PHOENIX OYUNCULUĞUYLA İZLİYORUZ...
Ari Aster'ın röportajlarında doğal olarak ortaya çıkan bu bilinçaltı ve akıcı düşünce yolculuğu, aynı zamanda yönetmenin önceki filmleri Ayin (Hereditary) ve Midsommar'da vurguladığı aile, kardeşlik ve romantik ilişki gibi temel çatışmaları hatırlatıyor. Bu, filmde aşırı bir biçimde tekrarlanan aile kökenli çekişmelerin varlığını açıklar nitelikte...
Film, benzersiz bir anlatım tarzına sahip olsa da, farklı eserlerin etkisini taşıyor gibi görünüyor. Beau'yu tiyatro sahnesinde izlerken tek kalan ve kaygı dolu hayatın akışında birbirinden farklı travmalarının tetiklenmesi birkaç yapıtı anımsatıyor ve bu düşünce daha da güçleniyor. Farklı türlerde, konularda ve anlatımlarda bu kadar farklı filmin akla gelmesi, karmaşıklığın neden bu kadar uzatıldığını sorgulatıyor. Öyleyse, bu kadar yoğunluğun ve gelişmelerin ardından olayların basitçe çözülmesi gereksiz gibi görünüyor. Ari Aster, senaryoyu iki saat boyunca ara vermeden yazmış gibi görünüyor, ancak aceleyle son bir saat başkası tarafından tamamlanmış gibi duruyor. Olay örgüsünün konum, zaman ve belirli tetiklenen noktalarla dağılması da son 1 saatteki uyumsuzluğu ve filmin hem aurası hem de sahnelerinin yarattığı gerilimle daha çok hissediliyor.
4 farklı bölümden oluşan filmin her bölümü ayrı bir trajedinin çıkış noktasına değiniyor ve genelinde hepsinin nedeninin Beau'nun personasının neden bu denli kaotik ve anksiyete dolu olduğunu özetliyor.
Filmin belirsiz bir noktasında, en net çözülme anı, anne ile oğul arasında geçen tartışmada yaşanıyor. Bu sahnede kendinizden veya yakın bir arkadaşınızdan izler buluyorsunuz ve hatta o anlık basit çözümlemeyi bile unutabiliyorsunuz. Tüm film ve yaşamı boyunca pasif bir şekilde olaylara dahil olan Beau, annesi tarafından eleştirilerek gerçek bir şekilde açığa çıkarılıyor. Annesi, ona nazik ve iyi bir insan olmadığını, sadece korkak biri olduğunu ve söz söylemeye veya eylem yapmaya cesaretinin olmadığını söylüyor. Bu sözler oldukça etkileyici olsa da, Beau'nun hayatı boyunca annesi tarafından manipüle edildiğini hatırlayarak, sözlere tamamen katılamıyoruz.
Bu süreçte, başlangıçta havadan nem kaparak başlayan Beau'nun kaygı bozukluğu, olayların ilerlemesiyle birlikte koskoca bir şaşkınlık noktasına evriliyor. İlk başta, kaygıların insanı nasıl paranoyaklaştırdığını ve neden onlardan kurtulmamız gerektiğini anlamaya çalışırken, film karmaşasıyla seyirciyi farklı yönlere sürüklüyor. Toplumun çıldırmış hali, birey olma sorunu, cinsiyet baskısı, aile ilişkileri, aşk, komplo ve kabus gibi konular birbirine karışıp film içinde bir karışıklık yaratıyor.
Genelinde, insanların çocukluğuna inme adı altında var oldukları kişiliklerinin ve bu kişiliklerin beraberinde sürüklediği sıkıntı ve problemlerin bir kısır döngü halinde hayatına yansımasının bedelini her an ve durumda ödediği izlenimini çıkarmamak absürt olurdu..
İzlerken ben de çoğu sahnede rahatsız olup kendi yaşadığım olaylar sonucu etkilendim ama kurgudaki yoğunluk ve duygu durum değişikliklerinin peş peşe sürüklenmesi sonucu neye uğradığınıza şaşırdığınız bir şekilde 3 saati bitirebilmeyi amaç edineceksiniz.
Herkese iyi seyirler!
Yorum Bırakın