Fransız Yeni Dalga’sının ilk, sinema tarihinin ise en sansasyonel aşklarından biriydi onlarınki. Bu iki ikonik ismin hikayesi, bir Godard filmi kadar sıradan; fakat içerdiği duygular da bir o kadar derin.
7 yıllık birlikteliklerinde yönetmenin en beğenilen 7 filmini çektiler. İkilinin ilişkisi, bu filmlerin gizli konusuydu. Her bir film Godard’ın Karina’ya hediyeleri gibiydi. Fellini ve Bergman’ın, Giulietta Masina ve Liv Ullmann ile hayatları boyunca yaptığı iş birliğindeki şiirsel ustalığa Godard ve Karina sadece 7 yılda ulaşabilmişti.
Karina’nın bu sinematik şöhretini Godard’a borçlu olduğu söylenir ama bunun tam tersi de doğrudur. Belki de Anna Karina olmasaydı, Godard bu kadar duygusal ve entelektüel derinliğe sahip filmler yapamazdı. Karina, hiç kuşkusuz, onun ilham perisiydi.
İşte bu epik aşkın doğuş ve çöküş hikayesi:
Danimarka doğumlu Anna’nın gerçek adı Hanne Karin Bayera’ydı. Danimarka’daki hayatından mutlu olmayan Karina, 17 yaşında otostop çekerek Fransa’ya geldi. Sokaklarda yaşadı ve filmlere giderek kendi kendine Fransızca öğrendi. Bir gün Les Deux Magots adlı bir kafede otururken bir ajans tarafından keşfedilip mankenlik yapmaya başladı. Ünlü modacı Coco Chanel ona ismini daha dramatik olan "Anna Karina"ya dönüştürmesini önerdi. Anna Karina, henüz Godard ile karşılaşmadan önce başarılı bir manken olmuştu bile.
Godard, 1959 senesinde 17 yaşındaki Anna Karina’yı bir sabun reklamında keşfeder. Ona ilk uzun metrajlı filmi olan À bout de Souffle’de küçük bir rol teklif eder; fakat soyunması gerektiği için Karina rolü geri çevirir. 3-4 ay sonra filminin yüksek başarısıyla birlikte Godard tekrar şansını dener, bu sefer Le Petit Soldat adlı politik filminde ona başrol imkanını sunar. Karina kabul eder ve yönetmenin hayatına böylelikle girmiş olur.
Le Petit Soldat’ın çekimlerine Cenevre’de başlarlar. Anna Karina’nın sevgilisinin de olduğu bir akşam yemeğinde Godard, Karina’nın eline “Seni seviyorum. Gece yarısı Café de la Prez’de buluşalım.” yazan bir kağıt tutuşturup masadan kalkar. Sevgilisi olmasına rağmen Karina büyülenmiş gibi gider. “İşte buradasın. Hadi gidelim.” der Godard. Geceyi bir otelde geçirirler. Sabah Anna uyandığında Godard’ı yanında göremez. Kısa bir süre sonra Godard, elinde beyaz bir elbiseyle gelir. Anna Karina’nın Le Petit Soldat filminde giyeceği beyaz elbisedir o. Ardından ikili beraber Paris’e döner. Godard “Seni nereye bırakayım?” diye sorar. “Beni hiçbir yere bırakamazsın! Seninle kalmalıyım, artık gidecek hiçbir yerim yok.” diye karşılık verir Anna. Çünkü Godard için her şeyinden vazgeçmiştir ve tüm arkadaşları sevgilisine ettiği ihanetten dolayı onunla ilişkisini kesmiştir.
Bu aşk hikayesi 1961 yılının martında evliliğe dönüşür. Fakat ikilinin evliliği her zaman rüya gibi olmadı. Duygusal ve entelektüel uyumlarına rağmen Godard'ın davranışları zamanla Karina’yı yordu ve kırılgan hale getirdi. Kabuslar günden güne artmaya başladı. Aralarındaki ihtiras yavaş yavaş yerini gerilime bıraktı.
1961’in kasım ayında Karina, Godard’dan ayrılıp aktör Jacques Perrin ile evleneceğini söyler. Godard çılgına döner ve her şeyi yerle bir edip evi terk eder. Bunun üzerine Karina uyku ilaçlarıyla intihar girişiminde bulunur. Bu evlilikleri sürecindeki iki intihar girişiminden ilki olacaktır.
“Evet, bazen kabus gibiydi. Davranışlarına hiçbir zaman anlam veremiyordum. Sigara almaya gidiyorum, diye çıkıp 3 hafta sonra geldiği oluyordu.” diye anlatıyor Karina evliliklerini.
Anna Karina hamile kalır fakat bebeğini düşürür. Bu olay halihazırda çalkantılı psikolojisinin iyice bozulmasını tetikler ve akıl hastanesine yatırılır. Orada ikinci intihar girişiminde bulunur. Bunun üzerine Godard onu Bande à Part filminde başrol oynaması için hastaneden çıkarır. Anna Karina, bu olayın onu hayata döndürdüğünü söyler.
Çift 1967’de boşanır. Anna Karina bir röportajında “Onun yapısı biriyle yaşamaya uygun değil.” diye açıklıyor durumu. Her ne kadar zamanla ayrı yönlere sapmış olsalar da Karina ve Godard yola beraber çıktı ve adımları sinemada silinmez izler bıraktı.
“Onu nefretle değil sevgiyle düşünüyorum. Harika bir aşk hikayesiydi. Yedi buçuk yıl birlikteydik. Bu unutulacak bir şey değil.” Anna Karina her şeye rağmen minnettardı Godard’a.
Belki de kaybolan aşk, hiçbir zaman bulunamamış aşktan iyidir. İkilinin trajik hikayesinin günümüzdeki ışıl ışıl yansımaları bizlere bunu gösteriyor.
Yorum Bırakın