Bu dizinin bendeki yerinin çok ayrı olması nedeniyle genel bir yorum yapmak yerine sezon sezon yorumlamak istedim. Çok uzun olmaması adına da bu yazımda sadece ilk beş sezondan bahsetme kararı aldım.
1. VE 2. SEZON
İzleyeli uzun zaman olduğundan dolayı her detayını hatırlayamıyorum maalesef ama genel olarak beğendiğimi söylesem yanlış olmaz. Her ne kadar sonraki sezonlar ile kıyaslandığında efektler ve kostümler daha yapay gözüküyor olsa da bölümler ilerledikçe dizi görsel anlamda daha da gelişiyor. Çekildiği dönemin teknolojisi göz önünde bulundurulduğunda bu yapaylık oldukça doğal aslında.
Yalnızca bir sezon izlemiş olmak dokuzuncu doktor ile, en azından benim için, bağ kurmayı zorlaştıran etmenlerden biriydi ayrıca ilk sezon olması dolayısıyla diziyi anlamlandırmaya çalışırken doktora odaklanmak da biraz zordu açıkçası.
İkinci sezonda yavaş yavaş efektler ve görseller toparlanmaya başladı bu da seyir zevkine olumlu yönde yansıdı tabii ki. David Tennat, Doktor rolüne o kadar yakışmış ki izlerken eğer Doktor gerçek olsaydı o gibi olurdu dedirtti.
1 ve 2. sezon en sevdiğim sezonlar olmasa da önemli karakterler ile tanışıp hikayelerini ve Doktor ile bağlantılarını öğrendiğimiz güzel sezonlardı.
3. SEZON
Açık konuşmak gerekirse üçüncü sezon çok istediğim gibi başlamadı bunun genel sebebinin de Martha olduğunu düşünüyorum. Klasik serinin de çoğunu izlemiş biri olarak doktor ve yolcuları arasında hep karmaşık bir ilişki olmasının kaçınılmaz olduğunun farkındayım ama Martha’nın yolculuk etmesindeki tek sebebin doktorun ona karşı bir şeyler hissetme olasılığı olması onu benim gözümde basitleştirdi.
Doktora her konuda yardım etmesi ve belki de en çok zorluk çeken yolculardan olması bile işin sonunda Doktoru terk etmesinin nedeninin doktorun ona karşı bir şey hissetmemesinden kaynaklanmasını unutturamadı. Hal böyle olunca da her olayda Doktor’un romantik ilgisini beklemesi, önüne geleni kıskanması Martha’ya duyduğum sevgiyi yavaş yavaş emdi.
En sevdiğin yolcu kimdi diye sorduklarında Martha cevabını verecek çok fazla kişi olmadığını ve özellikle Rose gittikten sonra büyük eleştirilere maruz kaldığını biliyorum ancak çoğu eleştirinin haklı sebeplerden kaynaklandığını düşünüyorum. Rose en sevdiğim karakterlerden biri olmasa da Martha’ya tercih edeceğim bir yolcuydu.
Bir Doctor Who klasiği olan Don’t Blink bölümü birçok kişi gibi benim de favorilerimden biriydi. Dr Who denilince akla gelen varlıklardan biri de Weeping Angel’dır şüphesiz dolayısıyla bu bölüm her haliyle izlemeye değerdi. Ayrıca Doktor’u çok az görmüş olmamıza rağmen harika bir bölüm olması beni kendine hayran bırakan bir başka neden.
Daha önce de söylediğim gibi David Tennat’ın oyunculuğunu izlemek başlı başına bir keyif sebebiydi. Bir de bunun üzerine başına gelen onca olaya tepkileri ve bu tepkilerin farklılığı benim için diziyi bir üst seviye çıkardı.
Tüm Doktorlar arasında en çok acı çekmiş olanı onuncu Doktor’dur bana göre. (Kızını kaybetti, üç yolcusundan ayrılmak zorunda kaldı ki bunlardan birinin paralel bir evrende sıkıştığına şahit olup öbürünün de kendisini unutmasını izledi, evrende yalnız olduğunu düşünürken başka bir zaman lordu olduğunu öğrendi ve onun ölümüne şahit oldu ve yeniden yalnız kaldı, ardından ise tüm zaman lordları ve Gallifrey geri dönmesine rağmen onları yok etmek zorunda kaldı, insan olarak sıkışıp kaldı ve asla sahip olamayacağı bir geleceğe özlem duydu, bir yıl boyunca kapana kısılıp hareket bile edemeyecek kadar yaşlı bir halde yaşadı ve ölümünü bekledi)
Tüm bu bahsettiklerim yalnızca hatırladıklarım ve hepsi de gerçekten duygu yüklü sahnelerdi öyle ki ara ara eğer oyuncu David Tennat olmasaydı bu sahneler şu an olduğu gibi hissettirir miydi diye düşünmekten alamadım kendimi.
Üçüncü sezonda beni en çok şaşırtan olaylardan biri de kesinlikle Kaptan Jake’in Boe’nin yüzü olmasıydı. Bu kadar karmaşık ve her şeyin mümkün olabildiği bir evrende olayların bir şekilde birbirine bağlanması Dr Who’yu sevmemin başlıca nedenlerinden bir diğeri.
Ayrıca bu sezonun doktoru insan olarak izlememize de olanak tanımasına değinmeden geçemeyeceğim. Her zaman soğukkanlılığını koruyan son derece havalı doktor yerine insan olan ve duygulara sahip dahası aşık olan bir doktoru görmek çok keyifliydi. Zannettiğimizin aksine kalan son zaman lordu olmanın hiç kolay olmadığını, doktorun büyük yükler altında ezildiğini ve eğer şansı olsaydı normal hayatı tercih edeceğini somut olarak görmüş olduk.
4. SEZON
13.bölüm beni 40 yerimden bıçakladı. Başlangıcı inanılmazdı ve sonunda da dakikalarca ağlamama engel olamadım. Dokuzuncu Doktor’un değişimi aniden olmuştu ama onuncu Doktor için olaylar farklı gelişti. Ölümünün yakın olduğunun bilincinde olan ve ölmekten (değişmekten) korkan bir doktor izlemek zor olduğu kadar keyifliydi de.
Dokuzuncu Doktor ile onuncu Doktor arasındaki değişim bende neredeyse hiçbir duygu uyandırmamıştı. Belki yalnızca bir sezon izleme şansımız olduğundan belki de David Tennat’ın mükemmel oyunculuğundan bilmiyorum ama Doktor sadece beden değiştiriyor gibi gelmişti fakat onuncu doktordan on birinci doktora geçiş gerçek bir ölüm gibi hissettirdi.
Her ne kadar Doktorların değişmesinin bu dizinin kilit noktası olduğunu bilsem ve sonraki Doktor yani Math Smith için heyecanlı olsam da içimde bir şeylerin kopmasına engel olamadım.
Bu sezon yalnızca onuncu doktora değil aynı zamanda Donna’ya da veda ettiğimiz bir sezondu ve açık konuşmak gerekirse Donna’nın çok erken ayrıldığını düşünüyorum. İzlemekten en çok keyif aldığım yolculardan biriydi Donna ve onu biraz daha görmek isterdim. Kişiliği, tepkileri, Doktor ile uyumu inanılmaz güzeldi, olduğu bölümlerin nasıl bittiğini anlamadım bile çoğu zaman.
The Fires Of Pompeii bölümünde Amy ve on ikinci Doktor’u görmek harikaydı ve neden İngiltere’deki oyuncuların azlığıyla dalga geçildiğini bir kez daha hatırlattı.
Wilfred Mott’un Doktor’a silah vermesi ve aslında bugüne kadar gördüğümüz “Doktor silah taşımaz” ilkesinin bir anlık da olsa son bulması da yine bu sezona dair izlemeye değer şeylerdendi.
Doktorun zamanının tükendiğini bilmesi ile birlikte yavaş yavaş değişmesi de bu sezona dair çok sevdiğim şeylerden biriydi. Girdiği her mücadeleden galibiyet ile ayrılması ve önündeki tüm engelleri aşması kibirliliği ile sonuçlanmıştı. Bu kibir ölümü kabul etmekte zorlanması ile birleşince kendini en büyük güç olarak görmeye başlaması bize doktorun farklı bir versiyonunu gösterdi.
Bu bölümlerin ardından Doktor’u ne kadar villian olarak görmek istediğimi anladım. Böylesine büyük bir güce sahip olan birinin, emelleri iyi olsa dahi kendini tanrılaştırması şaşırılacak bir şey olmazdı doğrusu.
Aslında bu değişiklik Doktor’un bir yolcuya ne kadar ihtiyacı olduğunu da gözler önüne serdi. Bu zamana kadar yolcuların bir şekilde Doktor’u frenlediğini ve sınırlarının ötesine geçmemesi için onu durdurduğunu gördük, yanında yolcusu olmayan Doktor, ölüm korkusuyla beraber sabit noktayı değiştirecek kadar ileri gitti. Bu da aklıma Donna ile ilk karşılaştıkları bölümde Donna’nın “seni durduracak birine ihtiyacın olduğunu düşünüyorum” demesini hatırlattı.
Yorum Bırakın