John Wick, Orta Çağ ve Düello

John Wick, Orta Çağ ve Düello
  • 2
    0
    0
    0
  • Hani bilinir ya, daha evvelinden bildiğiniz şeyi duyduğunuzda, gördüğünüzde yahut her ne vaziyette olursa olsun tesadüf ettiğinizde pek az kez aynı hissi verir. Zaten aynı hisse rast gelmişseniz eğer, o an artık ölümsüzlüğe eş değer mahiyettedir. Az evvel filminden çıktığım, ilk gösteriminde-yaklaşık 5 ay evvel-yerimi almama rağmen tekrardan perdelere düştüğünü görür görmez yine ilk seansını kaçırmadığım olağanüstü karakterin olağanüstü son hikayesini; ve bende hissettirdiği yine o aynı duyguları bu defa yazacağım. John Wick. Hadi başlayalım...

    Vizyona ilk girdiği mart ayında, bir an dahi oyalanmadan ilk seansına büyük bir özlemle koşmuştum. Ne ile karşılaşacağımı fragmanından dahi olsa asla bilmeyeceğimi temin etmek için epey bir mücadele vermiştim. Aylar evvelinde fragmanın düşmesine rağmen kendimi sakındım, filmden ilk gösterim anına kadar elimden geldiğince saklandım. Sonunda buna değeceğini gördüğüm için, şu an bile tekrardan bu hissi yaşamam dahi buna kanıtken bunca mücadelemin boşuna olmadığını gördüğüm için ne kadar heyecanlı olsam azdır. Hissetmek, hissettiklerini bilmek zordur bazen. Ancak bir de bunları yazmak; işte o en zorudur.  

    Filmin içerisindeki olanlar hakkında çok şey ifade etmeyeceğim. Olabildiğince bende heyecan yaratan nadir ve kusursuz an ve anlamları izah etmek istiyorum. Elimden geldiğince elbette; zira ben uzman değilim. Uzman olanlardan çok uzak, hisleri olanlara çok yakın olanım ben. Ben yalnızca hissedenim, o kadar. Ama evvela mühim bir hadiseden bahsetmem gerekirse, filmin başlamasından 9 dakika sonra bir ergen çiften erkek olanının keşfe çıkması olayına değinmek istiyorum. Evet, biraz belgesel girişi gibi görünüyor biliyorum. Ama hadise de tam olarak böyleydi. Filmde iki tane orta yaş yahut üzeri olabilir tam bilmiyorum, çift var. Bir de ben, yani toplamda beş kişiyiz. Film tam istediğim gibi, ya da en azından istediğime yakın bir şekilde başladı. Yani çok az kişi. Sonrasında bir çocuk girdi, evvela filme dahi bakmadan koltuklara baktı. Sonra gidip 2 dakika sonra yanında bir kız çocuğu ile geldi. En arkaya, en köşeye geçtiler. Bundan sonraki basacağım hiçbir harfte emin olun en ufak şaka yahut imalı izah yoktur. Gerçekten en nefret ettiğim şeylerden-ki milyonlarca var-birisi bu tarz kamusal alanlardaki saygısızlıklardır. Gürültü olsun, kargaşa olsun, bilinçsizlik başlığı altındaki olabilecek her şey olsun; kamusal alanın amacını saptayamayan kim ve yahut ne var ise aklımı oynatmamı sağlayabiliyor. Buna emsal olacak vakanın da bu kadar absürt olması, böylesine mükemmel bir filme denk gelmesi hele; gerçekten ilk yirmi yedi dakikada oynatmamı sağladı bile. Neden o kadarlık sürede oldu? Çünkü filmden çıktılar. Çıkmalarında 4 ya da 5 kez sürekli her bir ses geldiğinde onlara doğru dönmüş gibi yapmamın etkisi de olmuş olabilir, evet. Ama kamusal alana riayet etmeyen, asgari sabrıma da tesadüf edemez. Ve hayır, üzgün değilim.

    Her şey olabildiğince yolunda gitmeye başladı. Film, daha evvelinde de izlediğim için olağanüstü devam ediyordu. Her bir sahneyi neredeyse ezbere biliyordum. Tekrardan hatırlayarak dahi anladım ki, ben gerçekten bu filmi ilk izlediğimden bu yana sevmişim. Tüm seriyi düşünecek olursam, bu sonuncusunun özellikle de final kısmı, başlı başına bir şaheserdi. Başlardan, ortalardan ya da aralarda olan biten detaylardan bahsedip sizleri boğmaktansa asıl hedefe odaklanmak istiyorum. Zira okuyan gözlerin tereddüdüne zinhar mahal vermek istemiyorum. Üstelik final sahnesi, taşımış olduğu anlamlar odağında olağanüstü bir nihayettir benim için. Biliyorum, son söylenebilecek şeyi hemen söyleyiverdim farkındayım. Ama bazen izahların mahiyeti öylesine öksüz yahut yetimdir ki; içlerinden hangisi olursa olsun hüzünlüdür. İzlemek, duymak, görmek, hissetmek ya da hayal dahi etmek... Bunların haricindeki hiçbir şey, o olağanüstü ana asla mazhar olamaz.

    Düello sahnesi, ilk izlediğimle az evvel izlediğim an ve his bakımından zerre fark gözetmeksizin aynı şeyleri ihtiva etmekte benim için. Filmin komple serisinde yahut oluşturulmaya çalışılan karakter merkezinde olsun; her bir filmin kendi içerisindeki dinamiklerinden hem çıkarak hem de çıkmayarak ana temadan asla şaşmamayı başarması olsun; yalnızca final sahnesiyle de olmaksızın, kadim tarihten daima bir dolu anekdot saklaması olsun; ve daha birçok şey ile, benim fikrimce net bir şekilde ifade etmek isterim ki, duygu durumunu o muazzam düello anında kontrol edebilen insan net olarak bitkisel hayattadır. Bitkiler dahi canlıdır; ama insan görünümlü bitkiler çoktan ölmüşlerdir.

    Kadim tarihten devşirilmiş anekdotlara bakacak olursak; başlı başına düelloyu alabiliriz mesela. Zira düello, Orta Çağ aristokrasi geleneklerine dair bir ritüeldir. Menşeini, çok evvellere dayandırmış kadim bir hukuk sistemidir. Şu anki tüm değerlendirmelerden azade, ancak tarihin bizzat kendisine armağan niteliğindedir. Barındırmış olduğu paradigma bakımından düello, iki tarafın da savunmakta oldukları doğrularını kanıtlama metodudur. Kilise yahut kraliyet nezdinde çözüme kavuşamamış davalarda, tarafların birbirlerine teklif ettikleri bu düellolarda davete icabet etmeyen kişi ayıplanırdı. İşte karşımızda, şu vakitlerde de pek rast gelemediğimiz ahlaki değer; onur. Şayet bir soylu, davet edildiği düelloya cevap vermez ve gitmez ise çokça ayıplanırdı. Ve emin olun, o vakitlerdeki ayıplanmanın günümüzdeki denli basit ve kabul edilebilir olduğu sanılmasın. Zira doğru olan acaba o vakitlerde olanlar mı diye de insan düşünmüyor değil. Çünkü bana kalırsa şu vakitlerde insanlar ayıplanmanın yahut utanma duygusunun yoksunluğundan dolayı bu kadar pervasız. Ve pervasızlık, cesaretini sakınmayan cahilin en çok başvurduğudur daima. Her neyse, hadiseden çokça uzaklaşmadan ifade etmem gerekirse; John ve Marquis’in düellosu aslında Orta Çağ aristokrasi düellolarına, hatta biraz daha götürmem gerekirse daha da evvelki Germen kavimlerinin hukuk sistemlerine dayanıyor. Paradigma şu; şayet kanıtlanamayan, aksi yahut kendisi ispat edilemeyen her ne durum ya da vaka var ise kişi bunu düelloda kanıtlamak zorunda. Nasıl mı? Kültürün en kontrol edilemez hudutlarında meydana gelen kadim inanca göre kişi, eğer düelloda ölür ise haksızdır. Ama eğer yaşarsa, itham edildiği şeyler hakkında suçsuzdur; özgürdür. Özgürlük kısmına bilhassa vurgu yaptım. Zira ilk filmden bu yana John’un tek bir isteği vardı; bu dünyadan kurtulmak. Özgür olmak. Orta Çağ derebeylik-aristokratik dünyada özgürlük, ancak asillere hastır. Onların da içlerinde suçlu varsa bile, bunu ancak düello ile bertaraf edebilir. Düellonun amacı, talihlerini Tanrı’nın iradesine bırakmaktır. Talihleri gereği haklılarsa, Tanrı onları bağışlar ve düelloda ölmesine izin vermez. Haklı değillerse, düelloda ölmüştür; yani suçlu ve ölüdürler. Bu inancın tezahürünü mesela düello sahnesinin hemen başında fark edebiliriz. Hakemin sözleri eşliğinde, yardımcılar ve düello tarafları kadeh kaldırdıkları esnada söylenen sözler; “Gerçeği arıyoruz ve sonuçlarına katlanacağız”. İşte bu dahi, geleneğin kadim kaidesi gereği kutsiyetini korumaktadır. Hayatta kalan gerçeğin ta kendisidir. Ve Tanrı’nın inayeti, onun talihinden yana olmuştur.

    John düelloyu kazanmıştır. En azından kendisi ve hayat ile arasındaki düelloyu kazanmıştır. Aslında Caine ile yaptığı düelloyu da kazanmıştır; sonuçta o esnada ölmedi. Ama öyle bir sondu ki, kazananları ve kaybedenleri hem Tanrı ilan etmiştir-senarist diyebilirsiniz tabii- hem de gerçek adalet. Zira John sevdiğine kavuştu, Caine ise kızına; gün doğumundaki o sekans, komple bir rönesans tablosu gibiydi. Tablo demişken, düello teklifini götüren Winston’ın önünden geçtiği o olağanüstü tabloları görüp hayran kalmamak imkansızdı resmen. “Halka Yol Gösteren Özgürlük” temalı Fransız Devrimi’ne atıfta bulunan tablonun hemen önünden geçerken söylediği mesela; “Zorbalığın bedeline dair bir uyarı”. Dedim ya, her bir sahnede inanılmazlıklar vardı. Velhasıl, deneyimine vardığım en olağanüstü finallerden birisiydi. Seri olsun, film olsun, karakter olsun, düello olsun... Hangisine karar verirseniz verin tek bir varış hududu vardı; olağanüstülük. John, onurlu bir şekilde yaşadı; ve öyle de öldü. Ve en nihayetinde asil olanlar, hudutları daima sonsuz olanlardır.
      Toprak toprağa, 
      Küller küllere, 
      Toz toza 
      Sonu olmayan başlayamaz, 
      Hiçbir şey başlamadan son bulmaz... 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.