Gözcü

Gözcü
  • 1
    0
    0
    0
  •              Hasan Sabbah ve tarikatının imza attığı suikastların ardı arkası kesilmeyen zamanlardandı. Ünlü Selçuklu komutanları, Güçlü Moğol kumandanları ve daha niceleri. Hakimiyeti başlayalı tam 35 yıl olmuştu. Yaşlandığına ve hastalıklarla boğuştuğuna dair söylentiler dolaşmaktaydı. Alamut’taki odasından pek çıkmadığı günden güne yayılıyordu. Son suikast girişiminin hedefinde Moğol Hükümdarı Hülagü Han’ın sadık askeri vardı lakin girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hülagü Han’ın intikam almak üzere Alamut’a yürüyeceği söyleniyordu. Tam bu günlerde, Alamut Kalesi’nin içinde karışıklık hakimdi. Hudutlar boyunca gözcüler yerleştiriliyor, kale duvarları sağlamlaştırılıyordu. Gözcüler güneşin doğumunun başladığı vakitten battığı ana kadar mevkilerini terk etmiyordu. Kalan zaman aralığında ise yerleri değiştiriliyordu. Kale topraklarının başladığı alanda yalnızca bir gözcü bulunmaktaydı. Gözcünün bulunduğu tepe kaleye ulaşan yola hakimdi ve yaklaşık beş bin adımlık bir patika gözlemlenebiliyordu. Atlıların irili ufaklı taşlar sebebiyle kolayca ilerleyemeyeceği, yayaların ise ilerlerken bir hayli nefes nefese kalacağı türdendi. Kaleye gelecek olası bir tehlikeye karşın, düşmanı yavaşlatıp zaman kazanabilme hedefiyle patikalaştırılmıştı. Haberleşme ise dumanla sağlanıyordu. Kale, çevrenin en yüksek tepesinde bulunmaktaydı. Açık havalarda, herhangi bir dumanı gözlemlemek hiç zor değildi. Gözcüler nöbet değişimini gerçekleştirdiğinde, en uç noktadaki gözcülük görevi Melik’e emanet edilmişti. Gözle görülür bir nöbet kulesi yoktu. Gözcüler, bodur ağaçların arasında gizlenir, acil durumda ise bulundukları tepenin zirvesine koşar adım ulaşmaya çabalarlardı.  Zirvede ise ne zamandan kaldığı belli olmayan alacalı, çevresini baştan sona otların sardığı odun parçaları yer alırdı. Melik, Haşhaşilerin en güvenilir gözcülerindendi. Davaya sadık, yorulmak bilmeyen, gece vaktinde bile güvercin gibi etrafı süzen biriydi. Yolu gözlemlemeye başladığında yıldızlar açıkça görülebiliyordu. Çöl ikliminin acımasız gece soğukları yavaş yavaş tenine tesir etmeye başlamıştı. Sert rüzgarlarla uçuşan toz taneciklerinden sık ve kalın kirpikleri sayesinde pek etkilenmiyordu. Boyu neredeyse iki ayağının üzerinde duran bir çöl tilkisi kadardı. Bu yüzden uzak mesafeden fark edilebilmesi güçtü. Onu gözcü olmakta mahir kılan özelliği buydu. Tehlikeden bihaber parlayan yıldızlara dalmıştı. Rüzgar sebebiyle kuruyan dudaklarını ıslatmak için matarasını yokladı. Yavaşça ağzına götürdü. Suyu içerken boğazından gelen ses etraftan kolayca işitilebiliyordu. Gece, sessiz ve karanlıktı. Matarayı ağzından uzaklaştırırken suratını ekşitti. Toprağın kokusu ve tadı suyun içine işlemişti. Gözlerini tekrar yola çevirdi. Uçuşan toz tanelerinden başka hiçbir şey yoktu. Saatlerin ardından gökyüzünde bulutlar toplanmaya başlamıştı. Neredeyse iki aydır yağmur yeryüzüyle buluşmuyordu. Gözleri, bulutların bir o yana bir bu yana hareketlenmesine daldı. Bulutların gök yüzünde izledikleri yol ilgi çekici gelmişti ki dakikalardır görevinden uzaktı. Gökyüzüne dalıp gitmişken, kalın kaşlarının arasına bir yağmur damlacığı düşüverdi. Gülümsemesiyle at kişnemelerini duyması bir oldu. Uzaktaki beyazlı siyahlı atlı ordusu dört nala kaleye doğru ilerliyordu. Moğol bayrağı çarpınca gözlerine, içi ürperdi. Yağmurun da hızlanmasıyla çölün tam ortasında içi buz kesilmişti. Atlılar yakınlaştıkça zelzele etkisi de artıyordu. Ateşi yakmak üzere zirveye doğru hareketlenmişti. Soluk almaksızın koşmaya başladı. Zirveye vardığında ise karşılaştığı yalnızca sırılsıklam odunlardı. Gözcülüğünü yaptığı yol, yağmurla birlikte ölümü de getirmişti. Kalenin yağmalanışına, meşhur kütüphanenin yerle bir edilişine şahit olmayı kaldıramadı. Yolluğundaki haşhaşı çıkardı, yağmur damlalarına teslim oldu.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.