Mental olarak filmi izlemeye pekte uygun olmadığım bir dönemde az önce bitirdim oslo filmini, üzerimden tır geçmiş gibi hissettirdi bana bu film. Kederli bir dönemdeyseniz pek önermem ama mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Ana karakter Anders'in çaresizliği, anlam arayışı, eskiye olan özlemi ve eskiye dair bir şey - insan, amaç, yol- bulabilme çabası ve sonunda tüm çabasının boşluğunu kavramasıyla; yaşamda onu bağlayan hiçbir şeyin olmayışı ya da olsa bile onun için eskisi gibi bir şey ifade etmeyişini konu alıyor. Boşluğun, ait hissedememenin sonu vazgeçmekmiş diye düşündürdü bana. En çokta sevgi eksikliğinin, derin bir bağ kuramamanın acısını hissettirdi. Sevilseydi yine de böyle olur muydu diye düşünmeden edemiyorum. Sevginin gücüne inanıyorum ve etrafında seni seven bir insanın varlığının bile hayata tutunmadaki öneminin yadsınamayacağına umutla inanıyorum. Bu hayatın katlanılabilir olmasını sevgiye ve sevginin iyileştirici gücüne bağlıyorum. Anders'in 34 yaşında hayatta hiçbir şeyim yok dediği sahnede, aslında yaşamında olmasını istediği birçok şeyin hayal kırıklığını ve onun yüzüne yansıttığı kırgınlığını, Anders'in acısını kalbimde hissettim. Hayal kırıklıklarını aşamayan, hayattan ne istediğini bilemeyen, rotasını doğru çizemeyen bir adamın yolda kalmışlığını anlatıyor. Film boyu kalbimde bir ağırlık hissiyle izledim. Not: Bazı sahneler tokat gibi yüzünüze çarpacaktır ona göre izleyiniz.
Filmi bir cümleyle özetlemek gerekirse:
Bazı vazgeçişler sessiz sedasızdır.
Yorum Bırakın