İçten İçe Çektiğim Istırapları Kim Bilebilir ki?- Villon'un Karısı, Osamu Dazai

İçten İçe Çektiğim Istırapları Kim Bilebilir ki?- Villon'un Karısı, Osamu Dazai
  • 11
    0
    1
    2
  •  

    Villon’un Karısı dört öyküden oluşan bir seçki. Osamu Dazai’nin hayatından çarpıcı kesitlerle dolu, sonu kötü bitmeyen ama umut da vermeyen öykülerdi bunlar.

    Galiba Dazai’nin otobiyografik öğeler içermeyen tek bir kitabı bile yok. Kurgunun temelinde hep kendi yaşamı var çünkü. Bu yaşamın üzerine de hep bir şeyler inşa etmiş: anlatıcıların çeşitliliği, kadın bakışı ile yazabilmesi, kara mizah yeteneği, kendisini eleştirel bir gözle değerlendirebilmesi gibi… Çok yönlü bir yazar bu anlamda.

    Eser içinde yer alan dört öykü 1938-1947 yılları arasında kaleme alınmış ve ‘’seçki’’ diye belirtmemin sebebi işte bu yılların arasında gizli. Hikâyeler birbirinden bağımsız, fakat bir araya geldiğinde ortaya değişik bir sunum çıkıyor; yazarın hayatı ve edebiyata bakışı ile ilgili farklı bir okuma yolculuğu…

     

     

    Fuji Dağı’nın Yüz Manzarası, 8 Aralık, Gün Doğmadan ve Villon’un Karısı… Kitaba adını veren öykü ise en son sırada bulunuyor. 

    Fuji Dağı’nın Yüz Manzarası Japonya’nın okullarının ders kitaplarında yer alan önemli bir öykü. Hâlâ önemini de kaybetmedi. Bu öykünün ve kitabın kaderini belirleyen bir şey var: Dazai’nin eşi Michiko ile tanışmasını ve ona dair izlenimlerini hikâyenin içinde canlı bir anlatımla görebilmek mümkün. Neden kitabın kaderi dedim peki?

     

    Kitaptan bir görsel: (Osamu Dazai ile ikinci eşi Michiko (Ishihara) Tsushima 6 Ocak 1939 tarihinde Üstat Ibuse'nin evinde karıkoca oldular.)

     

    Eşi Michiko ile ilk öyküde tanıştığım için kitabın kaderinin buna bağlı olduğunu düşündüm, çünkü öykülerin kurgusu sırası ile erkek- kadın bakış açısı ile oluşturulmuş. Yani karısının gözünden kendisini yazmış Dazai. Hiç de güzelleme yapmamış; acımasızca betimlemiş karakterini. Yine onun gözünden okuduğum öykülerde kendisine eleştirilerde bulunmaktan da geri durmuyor. Fakat diğer eserlerinde anlatıcı olarak yaptığını burada yapmıyor; düşünceler yumağında boğulup derin sorgulamaların içinde kaybolan Dazai yerine, kurgu ve olay örgüsüne önem veren bir Dazai gördüm. Şu alıntıda olduğu gibi mesela:

    Yalın ve doğal, bu nedenle de kısa- öz ve açık- net şeyleri… Bunları tek bir kalemde yakalayıp o haliyle kâğıda aktarmak… Yapılması gereken şey bu, başka yolu yok. /s. 22

     

     

    Ülkenin savaşa sürüklenmiş hâlinde yalnızca halkın gündelik sıkıntılarına ve kaygılarına değinerek savaşın iç yüzüne de girmeden, Japonya’ya özgü bazı şeylerle dalgasını da geçerek öyküleri yaşamının bir parçası olarak ele alıyor. Doğal bir anlatımla birlikte üsluba kara mizahın da eşlik ettiği bir sadelik var öykülerde. Okurken bazı dokundurmalarına ve kelime oyunlarına denk geldim, gülümseten taraflarıydı bunlar. Genelde karamsarlığına alışık olduğum Dazai’yi sadece kendisi olarak değil de eşi ve çocuklarının da dahil olduğu bir aile portresinde görmek farklıydı. Bir tarafta savaşın neden olduğu kötü şeyler yaşanırken, Dazai sanki bunları kabullenmiş ve kanıksamış bir gözle yansıtıyor bizlere. Gerçi insanlar buna alışmış, Dazai de gözlemlediklerini yazıyor aslında. Bunlara ek olarak yazarlık için neler yaptığına da şahit ediyor okuru. Yazmanın onun için anlamını, zorluğunu ve daha birçok şeyi ifade etmesini okumak güzeldi; ona göre sıradanlığın ve belirsizliğin içinde yüzdüğü ânlardı, bana göre ise ses getiren bir yazarın doğuşuna tanık olmak ve hayranlıktı. Yazarken yaşadığı sancılara kitabın içinden bir örnek:

    Eziyet vericiydi. Çalışmak… Başka hiçbir şey düşünmeden sadece yazmak… Bunun eziyet vericiliği… Yok yok, aksine yazmaktan keyif bile alıyordum. Bu değildi. Dünya görüşüm, sanat, yarının edebiyatı ya da ne bileyim, mesela yenilik, tüm bunlara dair o belirsizlik hali içimi kemiriyor, hiç abartmıyorum, beni kıvrandırıyordu. /s. 22

     

    1938 yılında kaleme alınan bu öyküler 1947’de son buluyor ve senelerin akışında ilerlerken öykü değil de bir roman okuyormuş hissine kapıldım doğrusu. Her öykünün bitiminde ‘’notlar’’ bölümüne yer verilmiş olduğundan dolayı okurken sürekli en arkaya gitmek yerine birkaç sayfa sonrasına bakış atmak büyük bir kolaylık oluyor okurken. Notları sevmemin bir diğer nedeni ise öykünün gerçekliğini detaylarla birlikte benliğime kazıması diyebilirim. Bu detayları okumak beni sıkmadı, aksine öyküde adı geçen, bilmediğim ne varsa öğrenme ve araştırma imkânı sundu bana. 

    Yazardan birçok eser okudum ve her seferinde onunla ilgili yeni bilgiler edindim. Her okumadan sonra inceleme yazmayı biraz bekleterek üzerine düşündüğüm ve araştırma yaptığım bir yazardır Dazai. Artık bir yazardan fazlası benim için.

     

    Son olarak bu güzel seçkinin sonunda çeviriyi yapan Esin Esen’in sonsözü karşıladı beni: ‘’Kendisini Anlatan Yazar: Dazai’’ başlıklı bir metin kaleme almış, hatta esere inceleme yazmış bence. Olağanüstüydü, okuduktan sonra eseri farklı yönlerden değerlendirmemi sağladı. Hazırladığı bu metinde, kitabı konu ve kurgu bakımından alt başlıklara ayırmış olduğu için okuması da çok keyifliydi benim için.

     

    Kitaba adını veren öykünün sinemaya uyarlaması da yapılmış: Viyon No Tsuma’yı (2009) yakın zamanda izleyeceğim. Umarım öyküyü ekrana iyi yansıtabilmişlerdir. 

     

     

    Kaynak

    Dazai, Osamu (2023). Villon'un Karısı (Çev. Esin Esen). Sel Yayıncılık

    İçerik görseli

     


    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.