Seçkin Katil

Seçkin Katil
  • 2
    0
    0
    0
  • Deniz ile burun buruna olunmasına rağmen rüzgâr çok esmez burada. Bazen tatlı bir esinti cildini okşar insanın. O esinti de ilaç gibidir. Tüm sıkıntıyı alır, götürür. Küçüklüğümden beri ne zaman bir çıkış yolu arasam buraya gelirim. Her zaman o çıkış yolunu bulamam belki. Ama her seferinde bir süreliğine de olsa iyi hissederim. 

    Burayı kendim keşfetmedim. Zaten bir şeyleri keşfetmeyi sevmem. Küçük dünyasında takılanlardanım. Bilmediğim yollardan yürümeyi sevmem. Bilmediğim insanlara merhaba demeyi sevmem. Hayata çok anlam yüklemiyorum, o yüzden de onu keşfetmeyi gerek görmüyorum. Nasıl olsa öleceğim. Ama öyle, ama böyle. 

    İlk kez babam getirmişti beni buraya. O zamanlar bu kadar kesin tabularım yok. Seviyorum yeni yerler görmeyi. Seviyorum yeni insanlara merhaba demeyi. O zamanki beni düşünüyorum bazen. Çok yabancıyım kendime. Çocuktum, büyüdüm. Büyüyünce herkes değişir. Masumiyet kaybolur, karanlıklaşırız. Ama bana olan şey bunlar değil. Ben yaşamak istemiyorum. Sevdiğim kimse hayatta değil. Benim varlığımın kimse farkında değil. Hani derler ya seni tanıyan son insan öldüğünde hiç yaşamamış olacaksın. İşte beni tanıyan kimse yok. Ben bile kendimi tanımıyorum. Buna yaşamak denir mi?

    Buraya her geldiğimde, o da burada oluyor. Yıllardır buraya geliyoruz. Bankın bir ucuna o, diğer ucuna ben oturuyorum. Bir insan sürekli takım elbise ile dolaşır mı? Dolaşıyor. Bir sürü renkli takım elbise. Siyah, mavi, kırmızı… Değişmeyen tek şey bastonu. Baston alttan yukarı siyahla başlayıp, beyazla son buluyor. Beyaz kısmı kınında duran bir kılıcın sapını andırıyor. Belki de andırmaktan fazlasıdır.

    Bu kadar zaman aynı yeri paylaşmamıza rağmen hiç konuşmadık. Belli ki onun da hayatla ve insanlarla ortak paydası kalmamış. Her gün, gün batmadan gelir, gün batımını izler ve gider. 

          Yıllardır düşünüyorum, insan neden hayatını bile bile mahveder. İnsanlara kötülük yapmaktan zevk alanlarla bir derdim yok. Onlar kötü olmayı seçmişler. Bunda haz alıyorlar. Peki, pişmanlık duyanlara ne demeli? Bile isteye kötülük yapanın pişman olmaya hakkı yoktur.

    Küçüklüğümden beri arıyorum. Babama bunları kim, neden yaptı? Önceleri gayem onu bulup adalete teslim etmekti. Fakat insan yaş aldıkça adalet kavramına olan inancını yitiriyor. Bu yolda ilerledikçe şunu fark ettim; eğer bir cinayet örtbas ediliyorsa, katil birden fazladır. Tetiği çeken bir kişidir. Ama en az suçlu o tetiği çekendir. 

    Bütün ağı çözene kadar sadece izledim. Güvenlerini sağladım. İçeri sızmak için öyle liderin canını falan kurtarmanıza gerek yok. Köşe başlarında uyuşturucu satarak rahatlıkla çeteye dahil olabiliyorsunuz. Yükselmek için de tek yapmanız gereken beyninizi kullanmak. Genelde herkes silah kullanmaktan anladığından dolayı, beyinlere sıra gelmiyor. 

    Normalde küçükten büyüğe doğru gidersin. Bense tam tersini izledim. Zannedilenin aksine bu daha mantıklı bir yol. Küçükten büyüğe gidilmesi durumunda, birkaç cinayetten sonra büyük olan ortadan kaybolabilir. Zaten dokunulmaz olan, daha da dokunulmaz olabilir. Fakat siz biraz yanına yaklaşabilirseniz, mesela evini korumakla görevli biri olarak, onu rahatlıkla gafil avlayabilirsiniz. Sonrasında ise panikle bir sürü hata yapan diğer çete üyeleriyle baş başa kalırsınız. Hiç fena değil ha!

    İlk işimden sonra çok korkmuştum. Hapse girmek değil de daha çok işimi yarım bırakmaktan. Fakat gördüm ki katiller kimsenin umurunda değil. Öyle arkasında ipucu bırakmayan bir katil değilim. Pek dikkatli bir insan da değilimdir. Ama hiç kimsenin umurunda değil. Seni içeri tıkacaklardan birinin kuyruğuna basmadığın sürece, dilediğin gibi öldür. 

    Sıra suçu en az olan, yani tetiği çekende. İnsan bile bile beraber büyüdüğü adamı gözü kırpmadan öldürür mü? Dünya bunun için var belki de. İnsanoğlunun acımasızlığını ölçmek için. Buradayım işte. Yıllardır buradaydım. Hep aynı yere gelip, neden yaptı diye sordum kendime. Bu kadar pişmanlık duyacaksa neden yaptı? Sevmeyen insan, bu hale düşer mi? Kalan yıllarını ölü gibi geçirir mi? Düşündüm sadece. Bütün herkesin ölmesini, sıranın ona gelmesini bekledim. O sıra geldi. Bugün son.

    Yürüdüm, oturdum yerime. O tatlı esinti var. Okşadı cildimi, ilaç gibi geldi. Bugün mavi takımını tercih etmiş. Her zamanki gibi donuk bakışlarla izliyor denizi. Yılardır yan yana oturduğun ve tek kelam etmediğin insana babamı neden öldürdün diye sormak hiç kolay değil. Yıllardır gözlerini denizden ayırmayan adam, bana doğru döndü. 

    “Zamanı geldi mi Seçkin?”

    İtiraf etmeliyim, beklemiyordum. Şaşırma refleksimi çok uzun önce yitirmiştim. İnsanların çığırından çıktığı bir düzende bir şeylere şaşırabilmek pek kolay bir şey değil. 

    “Ben olduğumu ne zaman fark ettin?

    “Çok olmadı.”

    “Nasıl anladın?”

    “İbrahim’i boğduğun gece ordaydım.”

    Kusursuz bir katil sayılmam. Fakat birini boğarken, başka biri tarafından izlenmiş olmak beni az da olsa rahatsız etti. 

    “Başka biri var mıydı?”

    “Yalnızca ben.”

    “İbrahim İpsiz ile ne işin vardı?

    “Bir işim yoktu. Sadece merak ettim?”

    “Neyi?”

    “Bütün çeteyi kimin tek tek avladığını?”

    “Öğrendin. Neden bir şey yapmadın?”

    “Kardeşimin çocuğuna mı?”

    “Gözünü kırpmadan öldürdüğün birine kardeşim demen alçakça değil mi?”

    “Ben birilerini öldürürken göz kırpmam Seçkin.”

    “Neden babamı öldürdün Seçkin Amca.”

    “Fark eder mi?”

    “Etmez.”

    Çıkardım Beretta 92’imi, doğrulttum kafasına, çektim tetiği. Tetiği çekmemle kuşlar yükseldi birden. Seçkin Amca yığıldı banka. Şunu fark ettim ki merak etmiyorum. Kim, neyi, neden yapmış? Sonuçla ilgileniyorum. Seçkin Amca babamı öldürdü. Ben de onu.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.