Kayısı Ağacının Bahçesi

Kayısı Ağacının Bahçesi
  • 1
    0
    0
    0
  • En sevdiğim mevsim yazdır. Yaz mevsiminin yanında diğer mevsimlerin hükmü bile yoktur. Bir kere denize aşığım. Maviliklerden uzak kalmak içimi sıkıntıyla doldurur.  Denize girmek için tenha yerleri tercih ederim. Tek başımayken dalga seslerini dinleyerek maviliklere dalıp düşünmek içimi huzurla doldurur. Yaza olan sevgimin tek kaynağı deniz değildir elbette. Tatlı yaz esintisiyle birlikte gece yürüyüşleri, balkonda sabaha kadar süren muhabbetler kalbimi ısıtır. Bu güzel anları düşündüğümde aklımda sadece köyüm canlanıyor. Sanki bütün güzellikleri orada yaşamışım gibi. Yaş aldıkça şehre hapsoldum, şehre hapsoldukça kayboldum.

    Çocukluğumda yaz tatillerimin hemen hemen hepsi köyde dedem ve babaannem ile birlikte geçti. Karnemi alır almaz soluğu köyde alırdım. Geleceğimi önceden bildikleri halde beni gördükleri anda yaşadıkları mutluluk, bana duydukları sonsuz sevginin kanıtı niteliğindeydiBabaannem en sevdiğim yemekleri yapar, durmadan sarılır ve öperdi. Dedem ise sanki çocukmuş gibi benimle oyunlar oynardı. Dedem benim ilk arkadaşımdı. Okula henüz başlamadığım dönemde birbirimizden ayrı günümüz çok az olmuştur. Yaşımın küçüklüğüne aldanmadan beni sürekli peşinde gezdirirdi. Beni yanına almadığı zamanlarda durmadan ağladığımdan aksi pek de mümkün değildi. Dedemin arkadaşları ile de zamanla arkadaş olmuştum. En iyi arkadaşı Nurettin Amcaydı. Bakkalı vardı, sürekli oraya gider otururduk. Nurettin Amca ile dedem muhabbet eder, bende bakkaldan bir şeyler tıkınırdım. Bir de Kasım Amca vardı. O da en az Nurettin Amca kadar iyi arkadaşıydı dedemin. Fakat o sürekli kıraathanede olduğundan ve okey oynarken sürekli küfür ettiğinden, onun yanına pek gitmezdik. Ama en çok onu severdim. O zamanlarda küfür duymak bana aşırı komik bir şeymiş gibi geliyordu. Haliyle Kasım Amca beni en çok güldüren insandı

    Biraz büyüdükten sonra Kuran öğrenmek için köyde bulunan kursa gitmeye başladım. Köydeki ilk arkadaşlarım da bu kurs sayesinde edindim. Haliyle köye döner dönmez soluğu köydeki arkadaşlarımın yanında alırdı. Beni gördüklerine her seferinde çok sevinirlerdi. Ayrı kaldığımız süre zarfında neler yaptığımızı konuşur, hasret giderirdik. Sonra vakit kaybetmeden takımları kurar, maça başlardık. Mustafa bir takımın kaptanı olurdu, ben diğer takımın kaptanı. İlk oyuncuyu kimin seçeceğini taş-kâğıt-makas oyunu ile belirlerdik. Genelde ben kazanırdım. İlk tercihim her zaman Sadık’tı. O da benim gibi kışları şehirde, yazları köyde geçirirdi. O yüzden midir bilmem, kendime en çok onu yakın görürdüm

    Maç biter bitmez atlardık bisikletlere, doğruca dereye giderdik. Kendimize ait bir yer yapmıştık orada. Bir masamız, karşılıklı iki taşın üzerine yerleştirdiğimiz tahtan bir oturacağımız vardı. Bir de Bayram Amca’nın atacak olduğu eski dolabı binbir güçlükle taşıyarak getirmiştik mekânımıza. Her sene başında oraya gider dolabı bir güzel temizler, şortlarımızı içine koyardık. Derenin etrafı ağaçlarla kaplı olduğundan pek güneş oraya vurmaz, haliyle dere çoğu zaman soğuk olurdu. Biz bu soğukluğa hiç aldırış etmeden suda kalmaya devam ederdik. Soğuktan dudaklarımız morarır, yüzlerimiz bembeyaz olurdu. Bildiğin soğuktan titrerdik. Buna rağmen hiç aldırış etmez, saatlerce yüzmeye devam ederdik.

     Çok erken yatar, çok erken kalkardık. Sabahlarımı şenlendiren meşhur köy kahvaltılarımız vardı. Sabah ilk iş babaannem kümese tavukların yanına gider, yumurtaları toplardı. Tarladan taze domates, salatalık ve biber toplamakbenim görevimdi. Dedem ise tavşankanı çay demler, masayı hazırlardı. Tereyağını, peyniri, ekmeği babaannem kendi yapardı. Tereyağı ve peynir için Fatma Teyze’den süt alırdık. Babaannem eskiden inekte bakarmış. Yaş aldıkça ineğin bakımı zor olduğundan bırakmış. Ekmek yapmak için ise köyün değirmenine gider buğday öğütürdük. Odun ateşinde pişen ekmeği koklamak sabah rutinlerimden bir tanesiydi. Köydeyken yediğim her şeyin kokusu ve tadı bir başka olurdu.Şimdilerde doğal köy kahvaltısı adıyla restoranların önümüze koyduğu şeyin, bir düzmecenden ibaret olduğunu o zamanlardan biliyorum. 

    Tarlada dedem ile birlikte çalışmak köydeki en sevdiğim işlerden biriydi. Dedem ile tarlayı bellerdik. Ben pek beceremesem de dedem her seferinde bana nasıl yapacağımı gösterir, büyük bir sabırla başaracağım anı beklerdi. Tarla bellendikten sonra toprakta oluşan deliklere babaannem ile birlikte tohumları atar, toprak ile onları örterdik. Yaz boyu bir sürü ürün hasat eder, hasatlarımızın lezzetleştirdiği sofraların tadını çıkartırdık. 

    Köyde işler bunlarla sınırlı kalmazdı. İllaki onarmamız gereken bir şeyler çıkar, dedemle onları onarır, bazen de yeni eşyalar yapardık. Çocukluğumda güzel vakit geçirdiğim ağaç evimi dedem yapmıştı. Yine bir yaz başlangıcında köye gitmiş, geçen sene çok istediğim ağaç evini gördüğümde mutluluktan deliye dönmüştüm. Köydeki ilk gecemi dedemle ağaç evinde uyuyarak geçirmiştim. Dedemle uyumak bana hep huzur verirdi. Dedem sanki doğanın evde vücut bulmuş haliydi. Üzerinden meyve, sebze kokusu eksik olmazdı. Sanki doğanın tüm kokusu üzerine sinmişti. Elleri çalışmaktan ötürü hep nasırlıydı. Sürekli oduncu gömleği giyerdi. Yaşını almış olmasına rağmen oduncu gömleği, arkaya doğru taradığı ak saçları ve pos bıyıklarıyla enfes görünürdü

    Kışa yakın dedemle yaşlı ağaçları keser, kışlık odun hazırlardık. Kestiğimiz odunları sırtımızda semerlerle evimize taşırdık. İtiraf etmem gerekirse köydeki tek nefret ettiğim işti. Bacaklarımın ağrısı, sırt ağrımın önüne geçerdi. Taşıma işlemi bittikten sonra sıra odun doğramaya gelirdi. Odun doğrarken kullanılan balta artık yerini elektrikli testereye bıraktığından dolayı taşımaya göre daha basit bir işti. Odun taşıma ve doğrama işleminden sonra bir gün ara verirdik. Ara verdiğimiz günün ertesi günü dedemin satın almış olduğu kömürleri poşetlemek ile geçerdi. En son ise yazın gelişiyle kilere kaldırılan soba borularını eve çıkartır, sobayı kurardık.

    Babaannemle yaptığım kış hazırlıkları daha farklıydı. Babaannemle birlikte yazın son sebzelerini hasat eder, onlardan kışlık konserveler yapardık. En güzel kısmı ise reçel yapmaktı. Babaannem en sevdiğim reçel olan çilek reçelinden beni hiç mahrum bırakmazdı. Ama çilek reçelinden ayrı olarak çeşit çeşit reçeller yapardı. Denediğim en ilginç reçel biber reçeliydi. Ağızda hem tatlı hem acı bir tat bırakıyordu. Bu iki farklı tadı aynı anda tatmaktan inanılmaz keyif aldığımıhatırlıyorum.

    Babaannem çok çalışkan bir kadındı. Çocukluğundan beri çalışıyordu. Akranları gibi ona da okuma şansı tanınmamış, sadece ilkokulu bitirebilmişti. Ne kadar içinde kalmış ki durmadan çok az olan aynı anılarını bana anlatır dururdu. Erken çökmüştü babaannem. Hayat boyu çalışmasının yanı sıra kanserle de boğuştu. Kanseri yense de bu amansız hastalık ondan çok şey götürdü. 

    Bir de Sevgi vardı. Sırdaşım, oyun arkadaşım. Hayatımda olan biten her şeyi ilk ona anlatırdım. Babamdan yediğim ilk ve tek tokadı sadece onunla paylaştım. Hayatımda olan bütün her şeyi tüm çıplaklığıyla bilirdi. Kendimden daha çok ona güvenirdim. Üzgün olup olmadığımı, mutlu olup olmadığımı, hemen anlardı. Geriye dönüp baktığımda beni benden daha iyi tanıdığını söyleyebilirim. Köyde daha çocukluğumda keşfettiğim kayısı ağacının bahçesine sadece onu götürmüştüm. Etrafı ağaçlarla çevrili, zemini yumuşak çimenlerle kaplı, yuvarlak bir alandı. Alanın tam ortasında tadı enfes olan bir kayısı ağacı vardı. Ağaçlar burayı kapattığından ben ve ailem hariç kimse burayı bilmezdi. Büyülü bir havası vardı sanki. Orada bulunmak zihnimi berraklaştırır, içimi huzurla doldururdu. Sevgi ile sürekli buraya gidip, saatlerce konuşurduk. Kitaplar okur, gelecek hayalleri kurardık. En sevdiğimiz ise bulutları belli şekillere benzetip, bunlar ile ilgili hikayeler uydurmaktı. 

    Küçük yaşlardayken yalnızca yaz tatillerinde birbirimizi görürken, aynı liseyi kazanmamızla birlikte neredeyse her günümüz birlikte geçmeye başlamıştı. Bu durum bize hayatın bir armağanıydı. Farkında olmasak da aramızda olan bağ arkadaşlıktan fazlasıydı. Birbirimize tam ne zaman bir şey hissettik bilmiyorum. Bana sorarsanız başından beri sadece biz vardık. Kalbimizin bildiğini dile getirmedik. Belki büyüsü bozulsun istemedik, belki de korktuk. BilmiyorumSadece bir an dışında. Mezuniyet gününün gecesi ona onu sevdiğimi söyledim. Utançtan ve heyecandan gözlerine bakamıyordum. Bir süre sustuk. Bu suskunluk vücut ısımı öyle yükseltti ki oluk oluk terler dökmeye başladım. Eğer isterse bir daha karşına çıkmam demeye kalmadan, dudaklarıma yapıştı. O öpücük ilk ve tek öpücüğümüzdü.  

    Sevgi ile geçirdiğim son yaz, aynı zamanda köyümde degeçirdiğim son yazımdı. Her gün, her dakika birlikteydik. Onunlayken zamanın durmasını diliyor, zamanın nasıl akıp gittiğinin farkına varamıyordum. Yazın sonunda sınav sonuçlarımız açıklandı. İkimizde çok istediğimiz İstanbul’a kavuşabiliyorduk. Beklenmeyen şey ise Sevgi’nin annesinin bir anda rahatsızlanmasıydı. Selma Teyze’ye kanser teşhisi konmuştu. Sevgi annesini bırakmak istemedi. Selma Teyze ve Hakkı Amca’nın tüm ısrarlarına rağmen kalmayı seçti. Bana hiçbir zaman gitme demedi. İstese bile bana olan sevgisi yüzünden bunu diyemezdi. Hayallerimi en iyi o biliyordu. Onu son gördüğümde birbirimize sımsıkı sarıldık, ağlıyordu. Ağlamasınıyersiz olduğunu, en kısa zamanda geri döneceğimi söyledim ona. Ama ağlaması kesilmedi. Beni en iyi tanıyan oydu, benden bile iyi tanıyordu. Ben geri döneceğime emindim, o ise geri dönmeyeceğime.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.