Neler düşünüyoruz, düşüncelerimiz nereden doğuyor. Gözlerimizi kapattığımız zaman aklımızdan neler geçiyor.
Düşüncelerimiz zihnimizde inanılmaz kaotik bir şekilde yer alıyor, yapılan çağrışımlar bizleri sonu olmayan bir yolculuğa çıkartıyor. Stream of Consciousness (bilinç akışı) olarak adlandırılan bu akış ne gösterir bir göz atalım. Dünya savaşlarından sonra fiziksel dünyanın yanında aynı zamanda çok büyük mental hezimetlere de uğranıldı. İnsanlar inançları, hayalleri ve iyi gördükleri her şey tarafından terk edilmişti. Bu kaos insanları sadece dışarıda değil insanların evlerinde hatta kendi benliklerinde bile hatırı sayılır derecede artmıştı. Kendini izole etmek bir şey ifade etmiyordu çünkü bu kaostan bir kaçış yolu yoktu. Zihnimizin zaten kaotik olduğu söylenmişti böylesine bir çevrede ne hale gelebileceği ancak hayal edilebilir ve dönemin eserlerine bakılarak anlamaya çalışılabilinir. Dönemin ve zihnin bu kaotik tarafını en iyi yansıtan eserlerden biri “The Mark on the Wall” olabilir. Eserden örnek vermeden önce zihnimizi bir daha yakından tanıyalım. Denildiği gibi Zihnimiz dinamiktir, sürekli aktif ve hareket halindedir. Birebir Takip edilemeyecek bir hızda çalışır. Stream of Consciousness tekniğini bir deneyelim, aslında yapmanız gereken hiçbir şey yoktur bunun için gözlerinizi kapatıp beklemeniz dışında. Aklınıza gelecek rastgele herhangi bir şey sizi kendi zihninizdeki bu akışa sokacaktır zaten. Aklınıza gelecek ilk “şey” sonrasında gelecekler için olan ilk çağrışım olacaktır, bir nevi çapa gibi. Bu çağrışımlar nereden gelir ve ne tarafından tetiklenir. Bunun aslında bir cevabı yoktur, Her şey denilebilir, gördüğünüz bir taş size eski evinizi hatırlatabilir ve ya duyduğunuz nota veya müzik sizlere hayatınızdaki birini çağrıştırabilir, bir renk bile belki hatırlamadığınız bir anıyı gün yüzüne çıkartabilir. Tetikleyici unsurlar diye kesin bir çerçeve olamaz çünkü bireysel bir tecrübedir bu. Virginia Woolf Bu tecrübeyi bir tüpten saatte elli km hızla fırlatılıp içinde toka bulunmayan bir saç yığınına atılmak gibi tanımlar “One must liken it to being blown through the Tube at fifty miles an hour–landing at the other end without a single hairpin in one's hair!” (The Mark on The Wall). Mark on the Wall’daki en büyük ironi belki de bu kaosun ve karmaşanın tetikleyicisinin bir salyangoz olmasıdır. Eser boyunca bir anıdan ötekine akıl alamayacak bir hızda atlarken bütün bu hızın tetikçisi, yavaşlığın en büyük sembollerinden biri olan salyangoz'dur aslında.
Uykusuz geçen bir gecede, gözlerinizi kapatıp kendi zihninizde bir arayışa/yolculuğa çıkabilirsiniz, aklınızda nelerin veya kimin olduğunu görebilir ve sizi bu yolculuğa çıkaran salyangozu öğrenebilirsiniz.
Yorum Bırakın