Penceremden Öyküler: Ayaz 1. Bölüm

Penceremden Öyküler: Ayaz 1. Bölüm
  • 0
    0
    0
    0
  • İnsanların çoğunun dünyaya gelmesi genellikle iki kişinin planlamasını ve hazırlığını içermez. Böyle olunca doğum, nazik bir davet yerine zoraki bir karşılama haline gelir. Nihayetinde yaşam tuvalindeki sayısız renkten sadece birkaçıyla yetinmesi gerekecektir bu davetsiz misafirlerin.

    Çocukluğun tel örgülere takılıp gökyüzünden mahrum kalması,

    Gençliğin kuru geçen yılları,

    Yaşlılığın asla huzur vermeyen sessizlik dolu günleri…

    Hepsi bir yerde aynı değil miydi? Rengarenk bir dünyadan birkaç renkle sınırlı bir hayatı yaşamak.

    Ayaz’ın hikayesi de böyle başlamıştı diyebiliriz. Nazik bir davet olmadan, hazırlıksız olarak dünyaya geldiğini fark ettiği yaşlardan itibaren bu zorlamanın sancılarını yaşıyordu.

    Her bebek kendisine verilen rolün psikolojik yükü ile dünyaya gelir. En talihsiz rollerden biri kurtarıcıdır, ailedeki tüm yetişkinlerin başarısızlığını sona erdirecektir. Beyhude bir umudun ağır yükü. Başka bir rol de bu zoraki misafirlik. Mış gibi yapılacak bir yaşamın talihsiz başlangıcı.

    Ayaz, kendisini bildi bileli, yaşamını sorguluyor ve zaman zaman da bu zoraki davetin öfke krizlerine kapılıyordu. Hatta bazen bu öfke nöbetleri o kadar uzun sürüyordu ki kendi anne babasının -özellikle de küçük yaşta kendisini terk eden babasının- kendisine bilerek kötülük yaptıklarına inanıyordu. Bu kötülük, plansız ve hazırlıksız bir şekilde zoraki olarak Ayaz’ın dünyaya gelmesiydi. Hatta bir keresinde, Ayaz’ın ortaokul yıllarında, aile büyüklerinden biri aslında annesinin Ayaz’ı aldırmak istediğini ancak geç kaldığı için “dünyaya getirmek zorunda kaldığını” laf arasında söyleyivermişti. Ayaz bu cümlenin ağırlığını ancak birkaç yıl sonra, hayatını kolaylıkla gözden çıkarabileceğini ilk olarak fark ettiği lise yıllarında anlayacaktı.

    Ayaz, isim olarak bile ağır bir isim değil mi? İlk kez ortaokul yıllarında, Ankara soğuğunda okula gidip gelirken isminden kuşkulanmaya başlamıştı. Birkaç kez de okuldaki öğretmenlerinin isminin nereden geldiğini sorduğunda cevapsız bıraktığını hatırlıyordu. Aslında bunu annesine sormuştu sormasına ancak annesi geçiştiriyordu. Yıllar sonra şöyle bir düşünce geçti aklından, beklenen ve bilindik bir soğukla gelen davetsiz misafirin anne-babasının yüzüne soğuk hava gibi çarpması. Bu sahne, doğumunun bir tablosu gibi zihninde bir köşede asılıydı. İsmi buradan gelmiyor olsa bile hikayesi bu değil miydi? Hikâye kısaca şöyleydi soğukla gelen, soğuk karşılanan bir davetsizin zoraki kabullenişi. Bu trajik tablonun hangi aya denk geldiğini az çok tahmin edersiniz, diz boyu karla kaplı bir şubat sabahı.

    Yirmili yaşlarının sonundaydı Ayaz, çocuksu yüzü yaşını belli etmese de yüzüne tezat olarak gözüken gözaltı morlukları vardı. Derin düşüncelerine çoğu zaman eşlik eden uzaklara dalıp gitmeler gözaltında izler bırakmış gibi… Dikkat çekici ve beğenilen bir yüzü vardı, renkli gözleri ten rengiyle uyumlu gözüküyordu. Çok kilolu olmasa da yapılı birisiydi, geniş omuzlar ve iri kolları karşıdan belli oluyordu. Aslında bu buhranlı zihninin yanında kendisini iyi yetiştirmiş biriydi Ayaz. Mütevazi, yardımsever, problem çözmede yetenekli ve uzlaşmacı bir yapısı vardı, bu da çok takdir görmesini sağlıyordu. Kim bilir belki de kendi dünyasını renklendiremediğinden başkalarınınkini renklendirmek için çabalıyordu.

    Kaos ve huzursuz yıllar olarak adlandırdığı lise yıllarından sonra ilk olarak ODTÜ’de Felsefe okumaya başlamıştı Ayaz. Bölümü bitirmesine bitirmiş, ancak Nietzsche’ye, Hegel’e, Platon’a, Kant’a ve diğer düşünürlere olan ilgisini doyuramamıştı. Kendi kendine okumalar yapıyordu. Zihnini derinleştirmek için felsefe ile yakın olmayı öğrenmişti. Felsefe bölümünü bitirmesinden bir yıl sonra, ailesinin ve arkadaşlarının “tuhaf” buldukları bir kararla Boğaziçi’nde Fizik okumaya başladı. Esasen kendisi de neden böyle bir şey yaptığını bilmiyordu, bir şey aradığı kesindi ancak zaman zaman ne aradığı konusunda en ufak bir fikri dahi yoktu. İstanbul’a kısa sürede alışmış olmasına karşın derin yalnızlığı kilometrelerce öteden kendisini takip etmeyi bırakmamıştı. Duyduğu entelektüel açlığın sonunda girdiği Fizik bölümünü aynı girişi gibi tuhaf bir şekilde bitirmiş ancak bu kez de ne yapacağı konusunda bir fikri yoktu. Ankara’ya geri dönmemiş, annesinin gönderdiği parayla ve ara sıra aldığı çeviri işleri ile zamanını geçiriyordu.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.