Tek Bir Şehir, Tek Bir Gün ve Üç Kişinin Hikâyesi: Ulysses - James Joyce

Tek Bir Şehir, Tek Bir Gün ve Üç Kişinin Hikâyesi: Ulysses - James Joyce
  • 8
    0
    0
    1
  •  

    Homeros’un destanlarından biri olan Odysseia’nın yakın tarihimize evrilmiş modern bir versiyonu diyebiliriz Ulysses için. ‘’Ulysses’’ İthaka Kralı Odysseus’un adının Latince türevidir. Tıpkı Odysseia gibi on sekiz bölümden oluşan Ulysses’te bu bölümlere ek olarak üç farklı bap bulunuyor. Neden üç bap altında bölümlere ayrıldı peki? Çünkü her birinin bir karşılığı var:

     

    1- Stephen Dedalus: Telemakhos 

    2- Leopold Bloom: Odysseus                                                                                                                                                          

    3- Molly Bloom: Penelope 

     

    Homeros’un Odysseia adlı epik şiirinde Odysseus Troya Savaşı’ndan sonraki on yılını evinin yolunu bulamadan geçirmiştir. Başına birçok talihsizlik gelir. Evine döndüğünde ise sarayı taliplilerle doludur kendisi de çok yaşlanmıştır artık. Eşi Penelope de yaşlanmış haliyle hep onu bekler. Oğlu Telemakhos adadan ayrılıp onu aramaya çıkar ve bölümlerin bazıları Telemakhos’un dinlediği savaş hikâyeleriyle doludur.

     

    Kasvetli, kubbeli salonuyla Martello Kulesi, Stephen Dedalus'un ''gösterişli, dolgun'' Buck Mulligan ve ''iç karartıcı Sakson'' Haines'le beraber bir yazar hayatı sürmeyi arzuladığı yerdir. 

     

    Edebiyat Kitabı, Alfa, s. 221

     

    Odysseia'nın bölümlerinin hepsi Ulysses’te karşılık bulmuyor aslında. Daha karmaşık bir yapısı var ve konuların içeriğine eser içinde değinilmiyor. Joyce’un arkadaşlarına Ulysses hakkında yazdığı mektuplardan anlaşılıyor durum. Bölümlerin detayını Nevzat Erkmen’in Ulysses Sözlüğü’nde okuma fırsatı buldum neyse ki. Zaten kitabı da onun çevirisinden okudum. Kitabın detaylarına geçmeden önce çeviriden bahsetmek istiyorum: İçimden geçti. Orijinaline en yakın ve en doğru çeviriyi okuduğumu düşünüyorum tabii, ama yine de zorlandığımı itiraf etmeliyim. Şöyle ki hangi kelime veyahut cümlenin sözlükte olup olmadığı açık bir şekilde belirtilmediğinden iki kitabın sayfalarını da eş zamanlı biçimde okumam gerekti. Özellikle de bir tanecik Fransızca veya İtalyanca bir sözcüğün anlamına bakmak için bile sözlükten gözümü ayırmamak beni epey yordu. Kitabın sayfalarının alt kısmına, en azından bu gibi kelimeler için dipnot ekleyebilirdi. Neyse, ilk okumayı bu çeviriden yaptığım için pişman değilim. Beni yerden yere vurup zorlamasına birazcık memnunum hatta, çünkü ikinci kez okurken farklı bir çeviriyi ele alacağım. İlkinde çok zorlandığım için de bu sefer daha keyifli bir okuma olacak bence. Armağan Ekici ya da Fuat Sevimay’dan biri olabilir bu kez. Belki ömrüm yeter de tam üç kez okuma şansım olursa üç çeviriyi de değerlendirme imkanı bulabilirim de, neden olmasın?

     

     

    Ulysses hayatımda okuduğum en tanımlayamadığım kitap. Absürd bir cümle kurdum sanki ama gerçekten böyle. Tek bir günü uzun uzun anlatan bu kitabı ben de uzun bir inceleme yazarak anlatmak istiyorum fakat öyle değişik bir eser ki hiçbir tanıma sığdıramıyorum. Neye koysam koyduğum kavramdan taşıyor, şekil değiştirip başkalaşıyor benliğimde. Doğrusu böyle hissetmem çok normal galiba, çünkü hâlâ tartışılan, konuşulan, araştırılan bir Ulysses var elimde -artık içimde- ve bir kitaptan çok karmaşık bir bulmacaya benziyor. Ulysses’e başladığım andan itibaren Joyce benliğimi aldı ve elindeyken tıpkı bir slime gibi oynadı, oraya buraya fırlatıp büzüştürdü ve bir kenara attı gibi bir şey oldu sanki, sonra da Ulysses bitti.

     

     

    841 sayfalık Ulysses, Stephen, Bloom ve Molly karakterlerinin 1904 yılının 16 Haziran’ının bir Perşembe sabahında başlayan günlerini anlatıyor. Olaylar genel boyutuyla Dublin’de geçiyor. Bu anlatış sabahın erken bir vaktinde başlayıp gecenin çok geç bir vaktine kadar devam ediyor. Tabii yalnızca bu üç ana karakterin yaşayışını konu edinmiyor. Onların etrafında gelişen başka olaylar ve süreçlere de tanık ediyor. Bazen diyalogların arasında geçmişe dönük konuşmalar da gerçekleşiyor. 

     

    Edebiyat Kitabı, Alfa, s. 218

     

    Dublin

     

    Homeros’un MÖ 8. yüzyıla ait Odysseia’sı şiirsel bir metindir ve kahramanların başından geçen destansı olaylara yer verir, fakat Ulysses bu noktada destandan ayrılıyor: Üç ana karakterin destana karşılık bulması, bölümlerin Odysseia ile örtüşmesinin yanı sıra burada başkalaşan unsur, gündelik hayatın gidişatı yönünde bir kurgu olması. Joyce, yeme, içme ve cinsel konular gibi günlük yaşamın sıradan ihtiyaçlarını ele alıyor. Gündelik hayatın sıradanlığına basit bir ayna tutmuş oluyor. Ama anlattığı bu sıradanlık orta sınıfın önemsiz görünen detaylarına ve unsurlarına odaklandığı için tüm bu basitlikleri de yeniyor aslında. Sıradan insanları anlatmak istemesinin nedeni de Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra birçok kahramanın ölümsüzleştirilmesi, savaşın ve savaşmanın yüceltilmesi gibi durumlar.... Sıradan insanı, orta sınıfı, kimsenin umurunda olmayan halkı kaleme alması bu nedenle olabilir. 

     

    Bu arada karakter ve mekan bolluğu okumayı zorlaştıran bir etken. Okurken zorlandığım başka bir nokta ise okuduğum cümleler diyalog mu yoksa iç ses mi başlarda ayırt edemedim, yavaş yavaş bu anlatım tarzına alıştım ve hangi cümlenin nereye ait olduğunu o zaman anladım. Her bölümünde başka bir üslup, başka bir çevre, başka bir olay... Bazı bölümlerin akışı bambaşka bir şekilde ilerliyor; biçimsel olarak bilinç akışı tekniği ön planda. İç monologları okurken kendimi unuttum resmen. Karakterler düşünme eylemini gerçekleştirirken sürekli ana noktadan uzaklaşıyor, benlikte yer alan her şey birbirine girmiş bir hale geliyor. Ve bu karmaşıklığın sayfalarca devam ettiği de oluyor. Çünkü insanın hayatında çok fazla detay var, çoğu da önemsiz.

    Mesela oyun senaryosu formunda olan bir bölüm bile var, sonra en son bölümde de sadece iki tane noktalama işareti kullanılmıştı. Evet, bu gibi şeyler okurken yoruyor mu yoruyor, oldukça sıkıntılı bir imaj vermesine rağmen yine de bu kadar çok uğraştıran bir kitabın yaşattığı meşguliyet hissi çok başka bir olay.

     

    2 Şubat 1922 yılında yazarın kırkıncı yaş gününde bir roman olarak ilk basımı gerçekleşen Ulysses, edebiyat dünyasında çığır açan modernist bir eser. Daha çok postmodernist bir eser bence. Daha önce 1918 – 1920 yılları arasında The Little Review tarafından tefrika edilmiş. Bunları yazmamın nedeni ise 1922 yılının benim için çok şey ifade etmesi; Kayıp Zamanın İzinde’nin yazarı Marcel Proust aynı yılın son aylarına doğru vefat etti, bir bilinç akışı ustası olduğu için bayrağı James Joyce teslim almış gibi bir his oluştu içimde. Bu nedenle olsa gerek, Ulysses benim için çok daha anlamlı bir eser oldu.

     

     

    Edebiyat dünyasında yeri ve önemi ayrı bir eser Ulysses. Her anlamda tuhaf ve değişik bir kitap. 841 sayfalık eserde yazarın fikrinin olmadığı hiçbir konu yok gibi, her telden çaldığını bile düşündüm bazen. Bu kitabı okumaktan ziyade anlamak için çok fazla birikim yapmak lazım ve en önemlisi de doğru zamanda okumak.

     

    Ulysses için hazırlık yaptığım okumalarımda hangi kitaplar vardı peki?

    Hamlet - William Shakespeare

    İlyada - Homeros

    Odysseia - Homeros

    Dublinliler - James Joyce

    Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi - James Joyce

     

    Bunlar okunması zorunlu ama yine de yetersiz buldum. Sadece bu kitapların haricinde birçok dünya klasiğini elden geçirmiş olmak ve özellikle ‘’bilinç akışı’’ tekniğiyle yazılmış eserleri okumak şart gibi bir şey. Türk edebiyatından Oğuz Atay’ın eserlerini, öncelikle Tutunamayanlar’ı okumalısınız kesinlikle. Marcel Proust’un dev yapıtı Kayıp Zamanın İzinde’yi okuyup içselleştirirsiniz bilinç akışı yaklaşımıyla yazılan birçok eseri anlamanız hatta sevmeniz daha kolay olacaktır. Ulysses’i sıkılmadan okumamı Proust’a borçluyum. Virginia Woolf eserleri de bilinç akışı için biçilmiş bir kaftan. Deniz Feneri’ne bayılmıştım. Woolf’un Roger Fry’a yazdığı bir mektupta Proust’la ilgili yazdıkları ise tam benlik:

    ‘’Benim büyük maceram gerçekten Proust. (…) Nasıl oldu da sonunda birisi her zaman kaçan bir şeyi sağlamlaştırdı ve onu bu güzel ve mükemmel derecede dayanıklı maddeye dönüştürdü?’’ 

    Proust zamanı durdurdu çünkü. Woolf, Proust’un tanrısal dilinin olağanüstünlüğünden etkileniyor ve bu satırları kaleme alıyor. Henüz okumadım ama Proust etkisinde kalan Türk edebiyatının büyük yazarlarından Tanpınar’ı da bu listeye ekleyebilirsiniz. Önümüzdeki ay yazarla tanışacağım için heyecanlıyım, kitaplarını henüz alabilme fırsatı buldum. Proust’u seveni ben de severim doğrusu.

    Dostoyevski de bu konuda bilinçli olmadan bilinç akışı tekniğini kullanan usta bir yazar, büyük üstat. Bireyin içsel yolculuğunun inişli çıkışlı yollarındayken yaşanan varoluşsal sancıları ve o çılgınlıkları mükemmel bir şekilde kaleme alıyor. Bu anlamda en güçlü eserlerinden biri Yeraltından Notlar’dır. 

    Keşke Shakespeare’nin tüm eserlerini okusaymışım dedim… Shakespeare beni epey bir zarara uğrattı doğrusu, yedi kitabını falan okumuştum halbuki. Diğer bir eksikliğim ise İrlanda’nın tarihi hakkında minik bir bilgiden fazlasını bilmediğimdi. Eski Ahit'i okumadığım için o konuda da sınıfta kaldım, anlamadığım çok nokta vardı. Ama biz bilmediğimiz çoğu konuyu kitaplardan öğreniyoruz zaten diyebilirsiniz, işte bu kitabı diğerlerinden farklı kılan tarafı da bu; sanki eserde bahsedilen her şeyi biliyormuşsunuz gibi bir tavır sergileniyor. Bulmaca gibi diye adlandırılmasının ve zor okunmasının bir nedeni de bu aslında. Bunlardan başka birkaç ufak eksikliğin dışında yine de kitabın içinde kaybolduğum ve bu kayboluşun ardından keyif aldığım doğrudur. 

    Yine okuduklarımdan Gecenin Sonuna Yolculuk, Huzursuzluğun Kitabı, Açlık, Çavdar Tarlasında Çocuklar, Aylak Adam, Araba Sevdası, Muhteşem Gatsby kitaplarını önerebilirim. Çoğu okunması pek kolay olmayan ama kendinizi verdiğinizde sancılar içinde kıvrandıran harika kitaplardır. Bunun neresi harika diye sorabilirsiniz belki. Bana göre muhteşem his, tanımlayamıyorum fakat şöyle anlatabilirim:

    Bunları okuduktan sonra dili basit ve akıcı olan eserleri, normal konulu kitapları okumak, onları okumak kadar keyif vermiyor. Sizi zorlayan, boğan bazen de sıkan kitapların yerini tutamıyorlar. Ve bu kitaplar en önemlisi de sizi içinize bakmaya zorluyor. İnsanın kendine dönüp bakması, düşüncelerini düşünmesi hiç kolay bir eylem değildir de. ‘’Düşüncelerini düşünmesi’’ derken açalım; yani kafamızda birçok düşünceyle yaşıyoruz, ama bunların büyük kısmının üzerinde durup süzgeçten geçiriyor muyuz? Gündelik hayatın yoğunluğunda her zaman yapılması mümkün olmayan bir eylem ne yazık ki. Ama bu eyleme vakit ayırmak farklı bir yere taşır sizi. Çünkü dağınık olan her bir düşünceyi ele alıp inceledikten sonra daha derli toplu bir kafa sizi bekliyor olacak. 

     

     

    Okumadıklarımdan ama uzun zamandır listemde olan eserleri de tavsiye etmek isterim. Bunlar da bilinç akışı: William Faulkner eserleri, Anayurt Oteli, Dava, Seksek, Yabancı, Düşüş, Bozkırkurdu gibi kitapları da okumadıysanız listenize alabilirsiniz. En önemlisini unutuyordum, bu kitap Dante'nin İlahi Komedya'sı tabii ki. Maalesef henüz okumadım, bu yıl içinde okuma listeme ekledim, bakalım. Tüm bunları okusaydım belki daha keyifli bir yolculuk olabilirdi. Yazımın girişinde bahsetmiştim Ulysses'i birkaç kez daha okumak istiyorum diye, aslında okumadıklarımı okuduktan sonra tekrar başlasam mükemmel olabilir. 

    “İnsanlar bu kitaptan ahlak dersleri çıkaracak diye korkuyorum, oysa içinde tek bir ciddi satır bile yok.” demiş James Joyce. Katılıyorum, komiklikler ve muzipliklerle dolu bir eser, ciddiye almak için değil de anlamak ve eğlenmek için okunmalı. Bir de ''okunması imkânsız'' diyenlere meydan okumak için :) Ya da kendi benliğiniz için... 

    Hayranı çok Ulysses'in. Günlük hayatın sıradanlığının akışında ilerleyen bir kitap nasıl olur da bu kadar insanı etkileyip peşinden sürükler? Kitabın ana karakteri Leopold Bloom'a ithafen eserde adı geçen on sekiz şehirde (farklı ülkelerde) Bloomdays kutlanıyor. Tahmin edeceğiniz gibi her yılın 16 Haziran günü gerçekleşiyor bu etkinlik. O kadar etkili bir kitap yani. Maalesef ilk çıktığında kendi ülkesi dahil olmak üzere birkaç ülke tarafından yasaklı kitaplar listesine eklendi. Nedeni ise eserin bazı yerlerinde cinsellik ve mastürbasyon öğelerinin bulunması… İlk yayımlandığında Paris'te Fransızca dilinde basılmasının nedeni de bu gibi şeyler. 1934 yılında özgürlüğüne kavuşmuş Ulysses. 

     

    16 Haziran'da kutlanan Bloomsday (detaylar için: Bloomsday: James Joyce Hayranlığına Adanmış Bir Gün )

     

    Ulysses’i okumak için okumadım bu arada. Yani bu kitabı okumayı o kadar çok istedim ki, bir sürü hazırlık yaptım, başta yalnızca ‘’hazırlık’’ bilinciyle hareket etsem de sonradan bu tür kitapların benim tarzım olduğunu ve bana doğrudan hitap ettiğini düşündüm, düşündükçe bilinç akışını özümsedim ve şimdi de vazgeçilmez bir şey oldu benim için. Özellikle Marcel Proust’un yeri ayrı oldu. 

    Sürekli ‘’bilinç akışı’’ deyip duruyorum ama nedir bu bilinç akışı? Psikolog William James’in çalışmaları sonunda ortaya  çıkan bilinç akışı yöntemi, düşüncelerin hiç durmadan, bir sıraya konmadan belirtilmesi, sıralanmasıdır. Bu nedenle cümleler daha uzun ve daha karmaşıktır. Sözdizimi ve cümle kuralları yok sayılır. Anlamın kişiden kişiye değişmesi bir düzensizlik yaratmaz. Okurun dahiyane fikirlerini de daha derinlere inerek ortaya çıkarır. Yazarın rüya, kendinden geçme, halüsinasyon görme durumları, farklı bilinç canlandırmalarına imkân tanır. (1)

    Bu tür kitaplarda düzenli bir olay örgüsü olmaması birçok okuru daha kitaba ellerini sürmeden direkt eliyor. Yine de şansınızı deneyip okuyabilirsiniz. Okumam bir ayımı aldı, bu satırları yazmak da neredeyse bir ay sürdü. Ulysses için bir inceleme yazdığımı düşünmüyorum şu an, o yetkinlikte görmüyorum kendimi. Okurundan diğer okur dostlarına naçizane öneriler sadece. :) Kitaplarla kalın, sevgiler. 

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.