Haziran'da Okuduğum Kitaplar

Haziran'da Okuduğum Kitaplar
  • 8
    0
    0
    1
  •  

    Selamlar! Bu ay içeriğimi yayımlamakta baya geciktim. Hem benim ve ailemin yaşadığı acı kayıp, hem de sıcaklar ve nemin sıklıkla eşlik ettiği günler... oldukça zorlu bir süreçti. Yine de okuduğum kitaplara değinmeden aya veda etmek istemedim. Yedi kitapla ayı tamamladım. 

    Bu içerik serisini düzenli bir şekilde sizlerle buluşturmaya devam edeceğim. Umarım aralarında hoşunuza gidebilecek ya da merak ettiğinize cevap olacak bir satıra denk gelir ve kitaplığınıza da yenileri ekleyebilirsiniz. İyi okumalar diliyorum hepinize. 

     

    1. SEMERKANT - AMİN MAALOUF

     

    Kitaplarda bir efsane dolaşır. İçinde bulunduğumuz bin yılın başına her biri kendince damgasını vurmuş üç İranlı arkadaştan söz eder bu efsane: Dünyayı gözlemleyen Ömer Hayyam, o dünyayı yöneten Nizamülmülk ve aynı dünyaya dehşet saçan Hasan Sabbah. /s. 85

     

    Yazardan okuduğum ikinci kitap olan Semerkant’ı beğenemedim. Doğu’nun Limanları Semerkant kadar ünlü olmadığı halde bana daha çok hitap etmişti doğrusu. Semerkant henüz kitaplığımdayken bile mesafeli bir ilişkimiz vardı kendisiyle. Popüler bir kitap olduğu için almıştım fakat daha sonra hiç elim gitmemişti. Vladimir Bartol’un ‘’Fedailerin Kalesi Alamut’’u hediye olarak aldığım gün ise her şey değişmek üzereydi. Semerkant’tan daha çok sevildiğini bildiğimden dolayı okumak için heyecanlandım ve ona doğru giden adım için ilk olarak Hayyam’ın Rubailer’ini seçtim. Rubailer’e bayıldım. Sonra Semerkant’tan devam etmek istedim ve sonuç; koskoca bir hayal kırıklığı. Semerkant’tan hemen sonra da Alamut’a başlamak da mümkün olmadı bu nedenle. 

    Semerkant dört kitaptan oluşuyor. İlk iki kitap genel anlamda çok iyiydi. Bazı tarihi argümanları yanlış kullanmasına rağmen hikâyenin çarpıcılığı, birçok olumsuzluğu geride bırakmayı başarmıştı benim açımdan. Bu iki bölümde Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında yaşanan olaylara tanık oldum. Üç önemli isimle harmanlanan bu kurguda kimler var peki? Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah… 

    Ömer Hayyam (1048-1131) denildiğinde aklımıza ilk Rubailer’i gelir. Kendisi yalnızca şair değil, aynı zamanda matematikçi, astronom, tarihçi ve filozoftur. 

    Nizamülmülk, (1018-1092) Siyasetname’nin yazarıdır. Alparslan ve Melikşah dönemlerinde ünlü bir devlet adamıydı, yıllarca baş vezirlik yaptı. Selçuklu İmparatorluğu’nun güçlü isimlerindendi, siyaset bilimciydi. 

    Hasan Sabbah (1050-1124) ise çok ayrı bir mevzu. Nizari-İsmaili Devleti’nin ve Haşhaşi fedai tarikatının kurucusudur. 

    Bazı kaynaklara göre üçü de aynı medresede eğitim görmüştür. Başka kaynaklar da bunu inkâr etse bile üçünün döneminde birbirleriyle ilişkileri olduğunu reddetmez. Hangisi doğrudur ya da yanlıştır bilmiyorum ama bence de bir etkileşim halindeydiler. Hikâyede kim iyi, kim kötü emin olamadım. Üçünün de iyi ve kötü yönleri vardı, tıpkı hepimizde olduğu gibi, tüm insanlıkta var olan bir şey bu zaten. Araya çıkarlar girdiğinde herkes değişir, sizce? Bana göre en çıkarsız ve dürüstlüğünden ödün vermeyen kişi tabii ki de Hayyam’dı. Hayyam kendisini gökyüzündeki yıldızlara ve rubailerine adamış bir halde yaşıyordu. İnsana iyi geleni, insan olmayı arıyordu, düşünüyordu. Bu nedenle Hasan Sabbah ve Nizamülmülk arasında kaldı her zaman.

    Nizamülmülk politika ve devletle, Hasan Sabbah da din ve entrikalarla bozmuştu kafasını. Din ve devlet işlerinin geçmişte ve şimdi olduğu gibi bir aradayken sıkıntı çıkarması dünyanın sonuna kadar bunun devam edeceğini gösterir nitelikte. Ömer Hayyam’ın tek derdi ise insanca yaşamaktı.

    Kitabın geri kalan diğer iki bölümü hakkında pek bir şey yazasım gelmiyor. Yazarın anlatımı oldukça sıkıcı doğrusu. İran Meşrûtiyet Devrimi’nin sıkıntılı günleri arasında kaybolurken anlatıcının Hayyam’ın Rubailer’ini bulma çabasını okudum. İlk bölümler kadar sürükleyici olmaması nedeniyle sevemedim.

    Tabii böyle hissetmemde yazarın payı oldukça büyük. Arap bir Hristiyan olan Maalouf Batılı bir gözle yazmış eserini. Tarihi gerçekleri olduğu gibi yansıtıp yansıtmaması beni ilgilendirmiyor çünkü bir roman bu, yani kurgu. Türklere karşı sarsılmaz bir şekilde cephe alan dilini daha ilk sayfalardan görmek mümkün. İslam dinine bakışı da çok yüzeysel. Bu gibi konularda bilgisiz olduğu halde biliyormuş havasına takınan birinin cümlelerini okudum sanki. Edebi bir eser olduğu halde Ömer Hayyam’ın hayatını ve yazdıklarını içselleştirememiş ne yazık ki. Kitabına alet edilmiş birkaç konudan başka bir şey değil sanki tüm bu insanlar… 

    Dediğim gibi Alamut’u okuyacağım için bu kitabı okumadan ona geçmek istememiştim. Semerkant’ı sevmesem bile bu üçlü hakkında bir şeyler okumak hoşuma gitti. 

    Puanım: 7/10

    (detaylar için)

     

    2. HYUNAM-DONG KİTABEVİ - HWANG BO-REUM

     

    Kitap okumak ve kahve yapmak birçok yönden benziyordu; herkes kolayca başlayabilir, üzerine yoğunlaştıkça kapılıp gidebilir, bir kez kapılınca kolay kolay uzaklaşamaz ve gittikçe daha fazla incelik göstermek gerekirdi. Yani okumanın ve kahvenin kalitesini belirleyen şey, ince nüansları anlamaktan geçiyordu. /s. 95

     

    Bu ay içinde okuduğum en güzel kitaplardan biri. Sanırım ilk kez Koreli bir yazar okuyorum. Kitaplarla donatılmış bir kitapçı dükkanında geçen romanımız çok güzel bir atmosfere sahip. Normalde alacağım her kitabı araştırmadan kitaplığıma eklemem fakat Hyunam-Dong Kitabevi’nin kapağını görür görmez içim ısındı, konusu da ucundan da olsa yaşadıklarıma benzediği için epey ilgimi çekti. 

    Günümüzün en sıkıntılı sorunlarından biri olan mobbing ve tükenmişlik sendromuna dair müthiş nokta atışlarıyla dolu bir eser. Hayatın inişli çıkışlı yolculuğunu aynı hayat gibi resmediyor; satırlar bazen boğdu bazen de içimde çiçekler açtırdı. Benim gibi kitap okumayı ve kahve içmeyi seviyorsanız bu roman tam size göre! Çünkü okumayla ilgili insanın hoşuna gidebilecek birçok söylemle donatılmış. Yanında kahveyle de pek güzel gidiyor. 

    Eski hayatını terk ederek Hyunam-Dong mahallesinde bir kitapçı dükkanı açan Youngju yaşamında temiz bir sayfa açmak istiyor. Peki insan yaşadıklarını geride bırakabilir mi?  Youngju burayı açtığından beri kendisi ve çevresiyle olan ilişkisi git gide gelişmeye başlıyor. Dükkanı bir kitap-cafe formunda tutmak için barista arayışındayken Minjun çıkıp geliyor dükkanına. En iyi kahve için iyi bir işletme ayarlıyor; kahve fabrikasının sahibi, tatlı bir kadınla tanışıyor bu kez. Kitap ve kahve tutkunları için mükemmel bir ortam oluşuyor ama hâlâ bir şeyler eksik. Tabi ki yazar söyleşileri… Kitap kulüpleri kuruluyor, toplantılar ayarlanıyor, düzenli gelen müşterilerinden anne-oğul ve örgü örüp meditasyon yapan bir kadın dahil oluyor hayatına… Böyle böyle Younju’nun çevresi giderek kalabalıklaşıyor; tabii geçmişi yüzünden hâlâ durgunluklar, dalgınlıklar yaşasa bile, sonunda bir şeyleri akışına bırakabiliyor artık. Bakın, dikkat ederseniz eğer, ‘’yoluna koydu’’ demedim, çünkü zaten hayatını hep mükemmel olmakla geçirmiş Younju’nun yalnızca nefes alıp vermeyi hatırlaması, kendisini dinlemeye ve akışına bırakma mevzusunu denemeye devam etmesi lazım.

    Son yıllarda insanlara sürekli pozitif olma çağrısı yapılıyor. Sanki zorunlulukmuş gibi mutlu olmak, pozitif düşünmek, pozitif kalmak, olumlama yapmak, evrene iyi mesajlar göndermek gibi değişik söylemler sosyal medyadan topluma acımasızca pompalanıyor. İnsanlar şöyle iki dakika bile hiçbir şey yapmadan duramıyor artık. Sürekli meşgul olmak, erken kalkmak, üretken olmak gibi durumlara maruz kalıyoruz. Bu kez de insanlar gerçekten mutlu olmadığı halde, mutluluk izlenimi yaratıyorlar. Yani bir maske takarak tüy dikiyorlar modern insanın sorunlarına. O maskenin altında insanı yiyip bitiren kurtları kimseler görmüyor. 

    İş hayatına gelirsek de koca bir hiçlik; nezaket dolu ve kibar biriyseniz, karaktersiz insanların seviyesine inmeden sorunları çözümlemeye çalışıyorsanız üstelik, vay halinize! Ayrıca makul bir tempoda iş yapıyorsanız da terfi yerine iş yükünüz artar, maaşınız da yerlerde gezer… Mobbing ve tükenmişlik sendromunun kucağına atar insanlar sizi, hem de gözlerini bile kırpmadan. 

    Kitap bu gibi konuları, burada anlattığımdan çok daha fazlasını okuyabileceğiniz eleştirilerde bulunuyor. Ayrıca eski hayatı terk ettikten sonra yeni hayatımızda başımıza gelecek olan durumlarla da haşır neşir ediyor bizleri, düşündürüyor.

    Kitap dükkanı açmanın, kitap-cafe işletmenin artı ve eksi yönlerini okudum sayfalarca. Her kitap severin hayalidir neredeyse böyle bir ortamda bulunmak ve çalışmak. Aslında yazar romantikleştirdiğimiz bu hayalin gerçekleriyle baş başa bırakıyor bizleri. 

    Kitabı durağan ve sıkıcı bulan okurların aksine ben çok sevdim. Yaşadığımız bu teknoloji ve hız çağında; sakin kalmanın, durgunlukların içinde akışına bırakmanın, her zaman değil de yeri geldiğinde çabalamanın değerini anladığım bir eser oldu. 

    Puanım: 9/10

    (detaylar için)

     

    3. HUZUR - AHMET HAMDİ TANPINAR

     

    Asıl mühim olan şey insandır. Gerisinden bana ne? Belki bir insan hayatı zamanın fırınında ateşe attığımız bir kâğıt kadar çabuk yanıyor. Belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur. Tam bir ümitsizlik içinde bir yığın karar kılıklı tereddüt ve küçük, ümitsiz savunmalardır, hatta hülyadır. Ama, gerçekten yaşamış bir insanın ömrü yine mühim bir şeydir. Çünkü ne kadar gülünç olursa olsun, biz yine hayatı tam inkâr edemiyoruz. Onda kafamızın vehimleri olsa bile, iyi, kötü diye kıymetler arıyoruz. Aşka, ihtirasa yer veriyoruz. Sanatkârcasına yaşamanın, küçük hesap ve israflarda kaybolmanın farklarını buluyoruz. /s. 126


    Tanpınar’dan okuduğum ikinci kitap oldu kendileri. Keşke Huzur’dan önce Mahur Beste’yi okusaydım, zira Huzur’da adı geçmediği yer yok gibi bir şeydi. Ahmet Hamdi Tanpınar roman konusunda Marcel Proust’u örnek alan bir yazar. Bilenler bilir Proust en sevdiğim yazardır, Kayıp Zamanın İzinde’sinin üzerine başka bir dev yapıt tanımam. Huzur’un bazı satırlarında Proustvari bir izlenimi derinden hissettim. Bu hisler sayesinde olsa gerek şevkle okuduğum bir kitap olsa da edebi anlamda pek yoğundu. Tıpkı Proust’un dev yapıtı gibi edebiyat ile müziğin ruhunun bir araya gelip zirveye çıktığı bir kitaptı Huzur. 

    Nasıl ki Proust yaşadığı çağı yapıtına yansıttıysa Tanpınar da tam olarak bunu yapıyor: Doğuyla Batının arasına sıkışmış Cumhuriyet aydınının yaşamını baz ediniyor. İkinci Dünya Savaşı’nın trampet sesleri eşliğinde ilerleyen bir kurgu bu. Modern bir çiftin aşkını da süs niyetine ekliyor ve İstanbul’un naif köşelerine götürerek sarıp sarmalıyor bizleri: İşte Türk edebiyatının en klas kitaplarından biri çıkıyor karşımıza.

    Huzur dört bölümden oluşuyor: İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz. Hepsi birbirinden farklı bu insanları ve temsil ettiği konuları okumak bambaşka bakış açıları sunuyor okura. Eser yalnızca bir günü anlatırken o bir günün içine bir sene zarfında yaşanan olayları da sığdırıyor. Bu anlamda sene başında okuduğum James Joyce’un Ulysses’ini hatırlattı bana. Üstelik evden çıkış ve eve geliş hikayesinin benzerliği Huzur ve Ulysses ilişkisini açıkça gösteriyor. Eserde Ulysses'in bahsi de geçiyor zaten.

    Yazarın bilinç akışı tekniğinde yazılmış kitapların (Kayıp Zamanın İzinde ve Ulysses) etkisinde kaldığı bir gerçek. Bazı paragrafların anlatımı bilinç akışına oldukça uygundu. Bu tür kitapları sevdiğim için keyif alarak okudum. Bu ve bunun gibi eserler, insana iyi bir edebiyat duygusunu veren ve bu hissi yaşatan mükemmel yapıtlardır. Okunması pek kolay değildir, yine de insan o döneme yavaş bir şekilde yol alır ve dönmek içinden gelmez hiç. 

    Aslında kitapta gram huzur yoktu, karakterlerin her biri bir define gibi gizlenmiş ‘’huzur’’u arıyordu sanki. Var oluşlarının dayanılmaz sancıları arasında kıvranırken huzura ulaşma çabaları okunmaya değerdi. Huzur huzurdan bahsetmeliydi belki, ama sadece bir başlık olarak kitapta yer bulmuş kendine. 

    Tanıtım bülteninde yazdığı gibi; Huzur, gerçekte bizim iç hikâyemizdir. 

    Puanım: 9/10

    (detaylar için)

     

    4. BATAKLIK - CUNİÇİRO TANİZAKİ

     

    Şimdi bile masamdaki lapis mavisi vazoda açan beyaz şakayık, benimle birlikte çaresizce iç çekerek gelmeni bekliyor. /s. 47

     

    Japon yazar Tanizaki’den okuduğum beşinci kitap ‘’Bataklık’’ oldu. Maalesef sevemedim bu romanını. Semerkant’tan sonra ikinci hayal kırıklığıydı. Aslında kitabın konusu oldukça heyecanlı olaylar üzerine kurulu: Aldatmalar, yalanlar, aşk üçgeni ve daha bir sürü gariplikler… Ayrıca işin içinde resim sanatı olması cezbedici… Yine de tüm bunlara rağmen aradığım heyecanı bulamadığım bir kitaptı Bataklık. Yazarın kalemini sevmeme rağmen romanın anlatımını yüzeysel ve sıkıcı buldum. 

    Tanizaki Japonya’nın en büyük yazarlarından biri olarak ilgi gören ve kalemini cesurca kullanmaktan çekinmeyen biri. 20. yüzyıla damgasını vurmuş eserlerinde işlediği konularla. Kadın-erkek ilişkilerini, saplantıları, erotizmi yansıtır romanlarına… Daha önceden okuduğum ‘’Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın’’, ‘’Naomi’’, ‘’Musaşi Lordu’nun Gizli Yaşamı’’ muhteşem kitaplardı. ‘’Gölgeye Övgü’’ adlı denemesini de severek okumuştum. Fakat ‘’Bataklık’’ beklentilerimin altında bir kitap oldu. Konusu nedeniyle önerebilirim fakat anlatımı yüzünden herkese tavsiye edebileceğimi sanmıyorum.

    Puanım: 7/10 

    (detaylar için)

     

    5. DEFİNE - MEHMET RAUF 

     

    Halbuki hiçbir malumata, hiçbir ize, hiçbir şüpheye sahip değildim. İçinde çırpındığımız sırrı ortaya çıkarıp halledebilmek için insan bir Sherlock Holmes olmalıydı. Bense sadece bir doktordum. /s. 67


    Mehmet Rauf’tan okuduğum üçüncü kitap yazarın kaleme aldığı ilk polisiye eseri ‘’Define’’ oldu. Roman olarak adlandırılmasına rağmen oldukça kısa bir eser olmasından dolayı ‘’novella’’ demek daha uygun. Yani dilimizde ‘’uzun hikâye’’ diyoruz buna.

    Servet-i Fünun döneminin usta kalemlerinden biri olan Mehmet Rauf’u çok severek okurum. Türk edebiyatı klasikleri denildiğinde en başlarda o gelir aklıma nedense. Çünkü insanın duygusal ve düşünsel halini, o iç çatışmayı, o kadar gerçekçi bir şekilde yansıtır ki bir anda kitabın atmosferinde bulursunuz kendinizi. İnsan psikolojisini bu kadar iyi aktarabilmesinin nedeni ise edebi başarısının yanında iyi bir gözlem yeteneğine sahip olduğunu gösterir nitelikte. 

    Eylül ve Genç Kız Kalbi’nde bu psikolojik tahlillerden ve olağanüstü bulduğum üslubundan çok etkilenmiştim, şimdi ise polisiye türünde kaleme aldığı bir eseri okumanın daha başlamadan muhteşem olacağını biliyordum. Tek kötü yanı ise hikâyenin çabucak bitmesiydi. Böylesine heyecanlı olayların ortasında sürüklenirken insan yazılanların bittiği yere gelmek istemiyor doğrusu. 

    Başhekim Şakir Feyzi’nin başından öyle maceralar geçecek ki kendisi bile inanmakta zorlanacak buna. Erzurum’da sıradan hayatında yuvarlanıp giderken birden bire İstanbul’da kötü adamların kucağına düşürecektir kader onu, bir de aşkın kollarına. Bir miras hikâyesi bu; binbir zorluklarla dolu şifreleri çözüp defineye ulaşıp o hazineye kavuşabilecek mi? Her zamanki gibi iyilerle kötülerin savaşı bu. Bakalım kim kazanacak? 

    Doktor Şakir Feyzi ile ortak bir yönümüz var; o da benim gibi polisiye romanların hayranı ve sıkı takipçisi. Sherlock Holmes ve Arsen Lüpen okurken, birden bire kitaplardaki gibi olayların ortasında bulunca kendisini, sudan çıkmış balığa dönüyor… Mutlu haber: Define’nin devamı olan Kan Damlası’nı da peşine okumuş olmam :)

    Puanım: 9/10

    (detaylar için)

     

    6. KAN DAMLASI - MEHMET RAUF

     

    İnsanlardan değil, duvarlardan, koltuklardan bile çekinmek gerekir. Malum ya atasözü, "Duvarın kulağı var" der. Biz ise yalnız duvarda değil havada bile belki kulak vardır diye ihtiyatlı olmalıyız. /s. 64


    Yazardan okuduğum dördüncü kitap tabii ki yine bir polisiye novellası: Kan Damlası. Define kadar muhteşem olmasa bile onun devam hikâyesi olduğu için yine heyecanla okuduğum bir eserdi. Bu kitabın konusu hakkında bilgi vermem halinde Define’den ağır spoiler yeme ihtimaliniz yüzde yüz olacağı için konusunu es geçiyorum. 

    Define’de suçlu-katil ilişkisinden ziyade bir arayış ve başa gelen belalar söz konusuyken, Kan Damlası tam bir polisiye dozunda ilerliyor. Katil kovalamaca, suçlar, cinayetler… Define’ye göre gerilimi bir tık daha fazlaydı. Okuması da oldukça keyifliydi. 

    Puanım: 8/10

    (detaylar için)

     

    7. YABANCI KUCAK - IAN MCEWAN

     

    "Adını birkaç kez üst üste, ses çıkarmadan yalnızca dudak hareketleriyle yineledi, sanki bu tekrar, kelimeye yeniden bir anlam kazandıracak, sahibini yaşama döndürecekmiş gibi." /s. 104

     

    Bu ay içinde okuduğum en ilginç kitap Yabancı Kucak’tı. McEwan kaleminden daha önce de muhteşem eserler okumuştum, bir yenisi daha eklenmiş oldu böylece. Özellikle Dersler inanılmaz güzellikte bir kitaptı bana göre. Kefaret ve Sahilde’yi de mutlaka tavsiye ederim. McEwan övgülerine kısa bir ara verip asıl konumuza değinecek olursam da çok değişik bir kurgu sizleri bekliyor öncelikle. 

    Bir çiftin tatilde yaşadıklarının hikâyesi bu. Adını sanını bilmediğimiz bu tatil beldesinde, bir otelde kalan çiftin ellerinde harita, gözlerinde gördükleri muhteşem yerler, müzeler ve daha birçoğu… Peki burada değişik olan ne diye sorarsanız eğer, bu sıradanlığın aslında hiç göründüğü kadar basit olmadığını söylesem?

    Bir gece otelin yerini bulamazlar ve birbirine benzeyen sokakların arasında yürürlerken karşılarına Robert çıkar. Bir barda Robert'in hayatını dinleyen ikilinin yaşamı bir daha eskisi gibi olamayacaktır. Bu gizemli adamın, Mary ve Colin'i neye doğru sürüklediğini okumak oldukça heyecan vericiydi. O bilinmezlik ve belirsizliğin verdiği gerilim ayarını çok iyi tutturmuş yazar.

    Kitabı okurken tekinsiz satırların içinde kayboldum. Karanlık ve kasvetli bir anlatımı vardı yazarın. Bir sona mı başlangıca mı götürüyor anlayamadım, son sayfalarına doğru bile neyin ne olduğunu çözümleyememiştim, yalnızca kötücül bir şeyin hep ensemde olduğunu hissettim. Yazarın kalemine aşina olan okurlara önerebileceğim farklı bir kitap.

    Puanım: 8/10

    (detaylar için)

     

    Not: Kitapların sonuna eklediğim ''(detaylar için)''  bölümü 1000kitap uygulamasına aittir. Kitapların puanlarına, tanıtım bültenlerine, incelemelere ve alıntılara bu alanlardan ulaşabilirsiniz. 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.