Yönetmenliğini Umut Turagay'ın yaptığı ve ilk defe geçtiğimiz sene Netflix'te izleyiciyle buluşan "Şahmaran" dizisinin ikinci sezonu yakın zamanda geliyor malum. Dizi olumlu, olumsuz birçok yorum aldı. Bir iki kelam edeceğim dizi hakkında kendi baktığım yerden öncelikle. Tarihsel ve mitolojik açıdan bu kadar zengin topraklarda yaşadığımız ülkemizde, bu alandaki araştırma ve içerik açığını fark ederek mitoloji ile harmanlanmış bir dizi çekmek bence oldukça önemli. Diziyi beğenirsiniz beğenmezsiniz, bir aşk hikayesi olarak izlersiniz ya da daha derin bir okuma yaparsınız fark etmez. Sonuç olarak bu ülkede bu alanda bir adım atılmış olmasını ben ımut verici bir gelişme olarak gördüm ve görüyorum.
İkinci sezon henüz yayınlanmadı, yazının bu noktasından sonra yazdıklarım sadece benim tahminlerim ve çıkarımlarımdan ibarettir, öncelikle bunu belirtmiş olayım.
Mitoloji bir derya deniz; ve fenomenolojik akım ile birlikte artık mitlerin, eski insanların cevap veremediği ve anlamlandıramadığı doğa olaylarına verdikleri cevaplardan ibaret olmadığını biliyoruz. Campbell’a göre mit, sadece hikayelerden oluşan bir koleksiyon değil, insan deneyiminin temel yapı taşlarını ve evrensel temalarını yansıtan derin sembolik anlatılardır mesela. Ona göre bu mitler, insanlığın kolektif bilinçdışının derinliklerinden gelen sembolik mesajlar taşır ve bireyin ruhsal yolculuğunu aydınlatır.
Şimdi biraz kısaca iki çok ayrı karakter olarak görünse de aslında bana göre pek de öyle olmayan Şahmaran ve Lilith'e bakalım isterseniz. Şahmaran ve Lilith arasındaki bağlantıyı Jungiyen bir perspektiften değerlendirmek, bu figürlerin kolektif bilinçdışındaki sembolik rollerini ve arketipsel temaları nasıl temsil ettiğini anlamamıza yardımcı olabilir. Jung’un mitlere olan bakış açısı, bunları temel insan deneyimlerini ve duygularını yansıtan kolektif bilinçdışının ifadeleri olarak görür.
Şahmaran:
Şahmaran, genellikle yarı kadın yarı yılan olarak tasvir edilen bir figürdür ve bilgelik, şifa ve zıtlıkların entegrasyonunu simgeler (insan ve hayvan, bilinç ve bilinçdışı). Bu arketip, Jungiyen psikolojideki Büyük Anne kavramı ile rezonans içindedir ve psişenin besleyici ve dönüştürücü yönlerini temsil eder. Yılan unsuru, yenilenme ve dönüşüm sembolü ile de uyumludur ve hayatın döngüsel doğasını ve kişisel gelişimi vurgulamaktadır.
Lilith:
Lilith, Adem’in itaat etmeyen ilk eşi ya da demonize edilmiş bir figür olarak görülür ve isyan, özerklik ve feminenliğin karanlık, bastırılmış yönlerini temsil eder. Jungiyen bakış açısından, Lilith, bir erkeğin psişesinin bilinçdışı feminen tarafı olan anima’nın gölge yönünü temsil eder. Bu, toplumsal normlar tarafından sıklıkla bastırılan veya kabul edilemez olarak görülen özellikleri içermektedir.
Demonize etmek terimini de biraz açmak gerekir. Jungiyen psikolojide, “demonize etmek” kavramı, bir kişinin kendi gölge yönlerini kabul edememesi ve bu nedenle başkalarını bu yönlerle ilişkilendirmesi anlamında da kullanılabilir. Yani, bir kişi kendi olumsuz özelliklerini fark edemez veya kabul edemez ve bu özellikleri başkalarına yansıtarak onları demonize eder.
Jungiyen terimlerle, her iki figür de anima arketipinin karmaşık doğasını yansıtır. Şahmaran, animanın olumlu, besleyici tarafı olarak görülebilirken, Lilith isyankar ve karanlık yönlerini temsil eder. Bu zıt yönlerin entegrasyonu, Jung’un “bireyleşme” olarak adlandırdığı psikolojik bütünlüğe ulaşmak için kritik öneme sahiptir ki bunları kısaca açıklamaya çalışırsam:
• Zıtlıkların Entegrasyonu: Jungiyen psikoloji, psişede zıtlıkların entegrasyonunun önemini vurgular. Şahmaran ve Lilith birlikte, feminenin hem besleyici hem de isyankar yönlerini kucaklamanın gerekliliğini vurgular.
• Gölge Çalışması: Psişenin karanlık yönleriyle, Lilith tarafından temsil edilen yönleriyle, yüzleşmek kişisel gelişim için esastır. Bu, bastırılmış arzuların ve özelliklerin kabul edilmesi ve entegrasyonunu içerir.
• Anima Gelişimi: Erkekler için anima, içsel feminen kişiliği temsil eder ve Şahmaran ve Lilith gibi figürlerle karşılaşmak, bilinçdışı feminen özelliklerin daha derin bir anlayışını ve entegrasyonunu kolaylaştırabilir.
Dizinin 2. sezon fragmanında da diyor ki: "Her şey sonsuz bir dengede, sonsuz bir döngünün içinde." Muhtemelen bu sezon bastırılmış olan gölge tarafın (ben bunu vahşi kadın arketipi olarak görüyorum, C. Estes'in Kurtlarla Koşan Kadınlar'ını saygıyla selamlayarak), bilinçte olan yanıyla savaşını izleyeceğiz.Ve belki de nihayetinde bu bir bireyleşme hikayesinin tamamlanmasına giden yol olacak.
Son olarak konuya yabancı olanlar için bireyleşme hakkında birkaç cümle yazıl yazıyı bitiriyorum. Bireyleşme (individuation), Carl Jung’un psikolojik teorisinde merkezi bir kavramdır ve bir bireyin psikolojik bütünlüğe ulaşma sürecini tanımlar. Bu süreç, kişinin bilinçli ve bilinçdışı yönlerini tanıması, kabul etmesi ve entegre etmesiyle gerçekleşir. Jung’a göre, bireyleşme, kişinin kendi içsel potansiyellerini keşfetmesi ve kendi özgün kimliğini bulması anlamına gelir. Bu süreç, kişinin kendi gölge tarafıyla (bastırılmış veya reddedilmiş özellikler), anima veya animusuyla (karşı cinsin psikolojik yönleri), ve özbenliğiyle (kişiliğin merkezindeki çekirdek) yüzleşmesini ve bütünleşmesini içerir. Sonuçta, bireyleşme, kişinin daha bilinçli, dengeli ve otantik bir yaşam sürmesine yardımcı olur, çünkü birey kendi içsel dünyasıyla uyum içinde olur ve toplumsal rollerden bağımsız olarak kendi özünü keşfeder.
Belki diziyi fantastik bir aşk hikayesi olarak değil dr bir de bu gözle izlemek istersiniz.
Sevgiler,
Ege Yeşilova, 2024.
Konuyla ilgili daha önce okuduğum, faydalanabileceğiniz bazı kaynaklar:
• Carl Gustav Jung, “The Archetypes and The Collective Unconscious”
• Sonu Shamdasani, “Jung and the Making of Modern Psychology”
• Robert A. Johnson, “Inner Work: Using Dreams and Active Imagination for Personal Growth”
• Marianna Ruah-Midbar Shapiro: “Lilith’s Comeback from a Feministic Jungian Outlook”
Yorum Bırakın