Sefil Sıcak

Sefil Sıcak
  • 1
    0
    0
    0
  • ESKİCİ VE OĞULLARI | Sefil Sıcak


    – “Herkesin kamburu kendi içinde.” 1973 – Atıf Yılmaz


         Orhan Kemal’in 1966 yılında yayımladığı kilometre taşı eserinden uyarlanan Şahin Gök’ün yönettiği aynı adlı film Eskici ve Oğulları 1990 yılında gösterime girmiştir. Kitabı yayımlandıktan yaklaşık iki yıl sonra “Eskici Dükkânı” adıyla bir oyun olarak da sahnelenmiştir.


         Filmin başrollerini Fikret Hakan (Eskici), Kadir İnanır (Mehmet) ve Levent İnanır (Ali) paylaşmaktadır. Oyuncu kadrosunun devamında ise Nurhan Nur (Anne), Şehnaz Dilan (Filiz), Filiz Taçbaş (Zeliha) ve Menderes Samancılar (Ünal) yer almaktadır. Filmin görüntü yönetmenliğini ise Hüseyin Ererez üstlenmiştir.

         Pamuk, Adana, sıcak, Orhan Kemal, tekrar pamuk ve sıtma... Film, pamuk tarlasından görüntüler ile başlar. Mehmet işe henüz geldiğinde başka bir esnaf, Eskici ile dükkân pazarlığı yapmaya çalışır. Eskici, dükkânı en yağlı alıcıya yarısını bile satmayı kendine hakaret olarak addeder. Yanında çalışan oğulları Mehmet ve Ali’ye katiyen güler yüz göstermez; en basit soru veya tepkilerine bile kavgada söylenmeyecek birbirinden seviyesiz küfürlerle karşılık verir. Eskici; aksi, huysuz, küfürbaz, akşamcı ama abdestli namazlı, gazi ve bir o kadar da topaldır.

         Eve karşı nedensiz öfke nöbetleri geçiren Eskici sofranın tadını, tuzunu, huzurunu her fırsatta baltalar, bütün aile fertlerinin bir şekilde canını yakar. “İyi de neden?” sorusu film esnasında sıkça kullanacağımız bir cümle haline gelir. Elliğinde de şecaat arz eden Eskici, keskin dilinden mustariptir. Ağzından eksik etmediği küfürler insanların, yaşına ve gaziliğine hürmetinden kendisini alıkoymaktadır. Eskici’den çokça yaş küçüklerden oluşan dükkân komşuları, bir çocuk gibi onunla alay etmektedir. Laçkalaşmış sosyal ilişkilerine çoğunlukla topallığı yüzünden müdahale edemeyişinin acısını ev halkından çıkarıyor da olabilir. Fakat Eskici’nin vatan müdafaası adına katıldığı, insanoğlunun şahit olabileceği türlü zorluk ve acımasızlığın yer aldığı savaşın bir de bacağına mâl olması, geriye kalan hayatında hiçbir şeyi dengine almaması için yeterli bir sebep olsa gerek. Trablus’taki savaşı, bacağını yitirmesiyle son bulsa da ruhunun topallığı, vicdanıyla savaşına son vermeyecektir.

         Büyük oğul Mehmet, Filiz ile evlidir. Üç çocuğu vardır. Ayrı bir aile kurması baba evinin tepesindeki kara bulutlardan bir nebze uzaklaşmasını sağlamıştır. Menderes döneminin yatırımlarıyla ülkede yükseliş gösteren makineleşme birçok insanı işinden etmiş ve şehirde ekonomik sıkıntılar baş göstermiştir. Ulucami’nin önünde bekleyen onlarca işsizin arasına “Pamuk toplamaya gidecekler gelsin, yazılsın!” diyerek dalan bir adamı dikkati çeken Mehmet de babasına danışmadan listeye adını yazdırır. Bunların yanında Mehmet, kardeşi Ali’nin dert babası, arkadaşıdır. Babasıyla ise değil tartışmak, babası soru sormadığı sürece diyalog kurmaktan kaçınır, ne olursa olsun asla saygısından ödün vermez. Anne ve babasına rağmen onların aksine evine, eşine, çocuklarına düşkün, olgun bir insan olmayı başarmıştır. Evin küçük, asi oğlu Ali ise kendine her söyleneni sineye çekemez. Ara ara babasına olan nefretinden abisine bahsetse de Mehmet onu her seferinde yatıştıracak, karşısındakinin lalettayin bir adam değil; dövse de, sövse de, kırsa da sonuç olarak babası olduğunu hatırlatacaktır.

         Ali, evin kasvetinden kaçıp abisinin evine geldiğinde “hoş geldin” diyerek karşılayan abi ve yenge, şakalaştığı yeğenler ve bunun yanı sıra babasına soru sorup dayak yemeden, küfür işitmeden, onuru kırılmadan cevabını alabilen çocuklar ile karşılaşır. Sonsuz gecenin üstüne güneş doğmuşçasına dünyası aydınlanır, hayat yaşamaya değer bir hâl alır. Dahası da vardır: Buyur edildiği sofrada yediği birkaç lokmanın lafı edilmezken abisiyle iş güç planları bile kurar. Plan, pamuk tarlasında çalışıp iş bitiminde dükkânı hale yola koymaktır. Ancak Eskici, bu durumdan haberdar olduğunda yıkılacak, çocuklarının kendisinden uzaklaşma çabasında olduğunu düşünecek ve yine kendinde suç bulmayacaktır. Daha sonra yapayalnız kaldığında kendine yaramayacak dükkânı, yanında olmayacak oğullarını düşününce baba, “topal” her şeyine rağmen tarla işçiliğini ailesi için kabul edecektir. Mehmet, bu gelişmeyi Ali’ye aktarırken babasının bu işe zaten kafasının yattığını değil, “belki” kabul edebileceğini söyler. Böylelikle işi çoktan kabul eden Eskici, küfredip def ettiği Ali’nin güvenini farkında olmadan kazanacaktır.


    –“Bize mallı değil, yürekli kadın gerek Ali.”


         Evvel zaman içinde biraz babadan, biraz dededen, belki biraz emek karşılığı mala, mülke sahip olduğu zamanları özleyen evin annesi, eski güzel günlerin ihtişamını – iddiasına göre “kaydırmaca sarı liraların” yağdığı vakitleri – artık yaşayamamanın ve yaşayamayacak olmanın yarattığı kompleksten midir bilinmez tıpkı Eskici gibi “şimdide” yer alan hiçbir şeyi hoş görmeye, avutmaya ve ciddiye almaya tenezzül etmez. Kimsenin kanıtlayamadığı eski zenginliğin hatrına bina ettiği sosyal ilişkileri bize Mehmet’in, eşi Filiz’e söylediği “Onlar hâlâ mezar taşıyla övünen insanlar ama biz yaşıyoruz.” sözlerini anımsatır.

         Tarlaya gitme vakti gelir. Eskici ve oğulları taşınmak için muavin ile birlikte eşyaları kamyona yüklemeye başlar. Muavin ile Eskici’nin kızı Zeliha bakışırlarken anne, anlata anlata bitiremediği o zenginliğin ardından kaderde marabalık da yapmak olunca dayanamaz ve camlara, balkonlara doluşan mahalleliye beddualar, belâlar okur. Başından beri Zeliha’yla aleni göz teması kuran şoför muavini Ünal ise her fırsatta civanmertliğini ve “zengin” gönlünü aileye, bilhassa Baba’ya sunmaktadır.

         Ailenin geçici işine döndüğümüzde erken kalkıp erken yatar, yorulmadan gün boyu çalışır, sinekleri aldırış etmez, sıtma olmaz ve yağmur yağmazsa hesap ettikleri 1200 lira ellerine geçecek ve dükkânda işleri hızlandırabileceklerdir. Ancak herkes birer birer hasta olacak, verilen işi zamanında bitiremeyecek ve bütün bunlara Baba’nın hastalık ve huysuzluğu da eklenince Ali ona asi gelecek, Mehmet ise bu keşmekeşliğin müsebbibi olarak kendini suçlayacaktır. Ali’nin babasına ağır sözler söylemesi annesini harekete geçirecek bir fasıl da o söylenecektir. Anne, suçu en sonunda gelinde bulacaktır. İster bir anlık öfkeyle, ister kötü niyetle ümit ettiği, oğlunun feci ölüm senaryoları hakkında sesli düşünen annesine ilk defa sınırlarını hatırlatan Mehmet, eşi ve çocuklarının yanında babasından dayak yiyecektir. Tarlada tüm bu çekişmeler, kavgalar, münakaşalar yaşanırken o an sadece bir yabancıdan ibaret olan Ünal için bütün aile fertlerini tartacağı bir zemin oluşması ise tatsız ancak gerçekçi bir detaydır. Özgüveni kendinden ve bıyığından büyük olan Ünal’ın sadâkati, dalkavukça hareketlerini örtbas etmektedir. Sonraları Ünal ile oğulları arasında bir kıyas imkânı doğduğunda Eskici, oğullarının dik duruşlu kıymetini biraz daha anlayacaktır. Attığı dayaktan yağmurlu bir gece pişman olan Eskici, ertesi sabah bitap şekilde tarladan gelen oğullarının hastalığına dayanamaz ve ne gerekiyorsa yapmaya hazırlanır. Topal bacağıyla oğlunu sırtında hastaneye taşır. Ve Fikret Hakan, Tarık Akan’la başrollerini paylaştığı Arkadaşım (1982) filminden tanıdık gelen inanılmaz oyunculuğuyla doktordan yardım ister. Büyük paralara yarısını bile satmaya tenezzül etmeyen Eskici, dükkânın tamamını oğulları, gelini ve torunları için feda edecektir. Yalnız kalmanın, önüne her mecrada set kuran topallığının psikolojik yükünü paylaştığı oğullarının hayatta olmayabileceği düşüncesi, kibri ve öfkesi karşısında galip gelecektir. Eskici’yi kibirli, öfkeli, küfürbaz gibi birçok olumsuz sıfatla tanımlayabilsek de “acımasız” bunlardan biri değildir.

         Yeşilçam’ın son demlerini yaşadığı doksanlı yıllarda Orhan Kemal’in fevkalade romancılığı ile muhteşem oyunculukların harmanlandığı bu filmde, geçtiği döneme uyuşmayan birkaç yanlış dekor tercihi dışında anlam karmaşasına yol açacak hiçbir öge bulunmamaktadır. Ayrıca artık oyunculara kendi seslerinin verilmesi de Yeşilçam’ın son yıllarına şahitlik ettiğimizin alametifarikasıdır. Her ne kadar Yeşilçam’ın son filmi olarak Arabesk (1989) kabul edilse de bana göre Yeşilçam en az 7 – 8 yıl sonra jübilesini yapacaktır. (bkz. Eşkıya | 1996 – Yavuz Turgul)


    – giray


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.