Gözünün önünden, neredeyse burnunun dibinden geçen, uçuşurken görünmez olacak kadar ince, dokunsan kadife bir yumuşaklık hissi verecekmiş gibi görünen tül mü, kağıttan mı olduğu belli olmayan zarif kanatlı bu yaratık, onu daldığı düşüncelerden uyandırmıştı belki ama şimdi zerafetiyle yeni hülyalara dalmasına yardımcı oluyordu. Her günden farklı olan bu gün sadece yılda elli iki gün tekrar ediyor, kalan günler hep birbirinin aynı geçiyor o, bu durumdan rahatsız olduğunu kendine bile dile getiremiyordu. Şimdi bu güzel mahlukatın bu uyanan düşüncelerinde ne gibi bir etkisi vardı? Düşünceleri istemsizce buna kaymıştı. Belki üç günlük ömrü olduğu söylentisinden, bunu her duyduğunda bu varlığa birkaç saniyelik üzülmesinden kaynaklıydı bu durum. Ne de olsa, yılda sadece elli iki gün düşünebilen, kendiyle kalabilen, hiçbir şey yapmadan öylece etrafa dalıp gidebilmeye anca fırsat bulabilen kendisi de bir kelebek kadar kısa ömürlü değil miydi? Onları bu denli benzer kılan şey kelebeğin doğasında vardı belki ama onun kendi doğasında bu asla yoktu. Böyle hissediyordu çünkü. Yalnız olabildiği nadir anlarda, ona benliği ya da belki içgüdüleri, doğasında bunun olmadığını ısrarla, duymak istemese de yüksek sesle söylüyordu. Peki onu bu duruma getiren neydi? Tarihin ilerleyişi, insanlığın geldiği son şekli miydi? Farklı bir hayat mümkün müydü? Bir kelebek kadar narin, kısa ömürlü olmaktan farkı, emek ve sömürü çarkında dönmesi miydi? Yoksa bu bir kelebekle benzer yanı mıydı?
Yorum Bırakın